Bize ailenizden ve kariyeriniz üzerindeki etkilerinden biraz bahsedebilir misiniz?
Kocaeli/Gölcük’te doğdum ve büyüdüm. Üniversite için İstanbul’a yerleştim ve burada bir hayat kurdum. 1999 Gölcük Depremi’nde hem ailemden kayıplar yaşadım hem de sağlığımdan bazı kayıplar verdim. Bu süreçte özel ve iş hayatımdaki en önemli desteğimin ailem olduğunu söyleyebilirim. Özellikle depremden sonra hayatta kalan babam ile ablam ve ilerleyen süreçlerde hayatıma dâhil olan eşim, benim üç gizli kahramanımdır. Hayatta kalmam ve mutlu olmam için beni benden çok düşünen üç kahramanım var. Böyle müthiş bir aileye sahip olmak benim en büyük şansım. 8,5 yaşında bir oğlum var. Elbette her anne gibi benim de en büyük motivasyonlarımdan biri evladım.
Dijital Çözümler Grup Müdürü olarak profesyonel sorumluluklarınızı, özellikle bir çocuk sahibi olarak, aile hayatınızla nasıl dengeliyorsunuz?
Ülkemizde özellikle toplumun kadına yüklediği “annelik”, “ev kadınlığı” gibi roller nedeniyle kadın çalışan olmanın getirdiği bazı bilinen zorlukları var. Kadınlar iş hayatında aktif olsa bile, toplumun yüklediği bu roller hâlâ kadınların omuzlarında yük olarak kalıyor. Genel olarak bile durum böyleyken, Bilgi Teknolojileri (IT) sektöründe durum daha da zor bir hâl alıyor. Çünkü teknolojinin hızla geliştiği dünyada dijitalleşme hızını yönlendiren ve çoğu operasyonun yürütüldüğü dijital platformları geliştirmekle beraber bu sistemleri kesintisiz ayakta tutması gereken bir sektör olduğu için belli bir mesai süremiz olmayabiliyor. Her zaman ulaşılabilir durumda olmamız, sürekli takipte olmamız gereken, ciddi emek ve fedakârlık gerektiren bir sektör. Ben 2007 yılında ilk girdiğimde, erkek egemen bir sektördü, kadınlara yönelik teşvik amaçlı herhangi bir bilinç ya da girişim yoktu. Pandemi dönemine kadar uzaktan çalışma imkânları olmadığı için IT sektöründe kadın olmak çok daha zordu. Ancak 8,5 yaşındaki oğlumun yetiştirilmesi dâhil, eşimle her işi paylaştık. Bu tamamen eşimin kendi inisiyatifiyle kurduğu bir düzen oldu. Kendisi de çok yoğun çalışmasına rağmen, aramızda hiçbir zaman “kadın işi” ya da “erkek işi” şeklinde keskin ayrımlarımız olmadı. Ortak bir anlayışımız var: “Bizim evimiz, bizim çocuğumuz.” Bu yüzden beraber her işi önceden planlayarak ve paylaştırarak yürütüyoruz. Böylece hem iş hayatımızı hem de özel hayatımızı kesintiye uğratmadan dengede tutabiliyoruz. Bunun için eşlerin karşılıklı olarak empati ve anlayış göstermesi, eski kalıplardan ve toplumun dayatmalarından çıkılması çok önemli.
Aileniz, şirketlerdeki kariyer ilerleyişinizde size destek oldu mu?
Elbette. Sınavlara hazırlıktan okul derslerime kadar eğitim hayatım dâhil olmak üzere, tüm iş hayatımdaki ilerleyişimde hem lojistik hem de psikolojik anlamda çok destek oldular. Farklı kararlar alabilmemin önünde engel gördüklerinde konfor alanı yaratmak için ellerinden geleni yaptılar. Onların tek kriteri var: “Ben gerçekten istiyor muyum?” Cevap “evet” ise çoktan elimden tutmuşlardır. Tabii kontrolümüz dışında olan da birçok konu var, bunlar için de bana güvenen, dinleyen ve her koşulda cesaret veren bir ailemin olması çok eşsiz bir durum.
“Hedeflerim beni hayata bağladı”
Hem liseden hem de üniversiteden onur derecesiyle mezun oldunuz. Akademik olarak başarılı olmak için sizi motive eden neydi?
Küçük bir yerde büyüdüğüm için hep büyük hayallerim oldu, ben 7 yaşımdan beri ne istediğimi biliyordum. Depremde kaybettiğimiz ağabeyim Serdar Eryılmaz’ın kendi alanında üstün bir dereceyle üniversiteye yerleşip başlamasından ötürü çok gururlanmıştım, onun gibi başarılı olmayı hedeflemiştim. Sonra kayıplar, alt üst olan hayatlar… Şartlar çok değişti. Duraksadım, geriledim ancak bu hayallerimden hiçbir şekilde vazgeçmedim. Herkesten daha fazla enerji harcamam gerekti, herkesten daha fazla mücadele etmem gerekti ancak hedeflerim beni hayata bağladı. Çocukluğumdan beri hep çok meraklıydım, yeni şeyler öğrenmeyi çok sever, çok okur ve araştırırdım. Üstünkörü bilmeyi sevmezdim, tam olarak anlamak isterdim. Tüm bu alışkanlıklarım ve hedeflerime ulaşma isteğim akademik başarıları doğal akışında getirdi diyebilirim.
“Hızlı öğrenme, analitik düşünme gibi beceriler; IT sektöründe başarıyı getiren faktörlerdir”
Yıldız Teknik Üniversitesi'ndeki Matematik Mühendisliği eğitiminiz, IT ve iş çözümlerine yaklaşımınızı nasıl şekillendirdi?
Bölüme 2004 yılında başladım, o dönemlerde bilgisayar ilişkili bölümler parlamaya başlamıştı. Ben hem matematik hem de bilgisayar bilimlerine çok meraklı olduğum için özellikle istediğim bir bölümdü. Tabii çok az üniversitede olmasından dolayı, bilinirliği azdı ve dolayısıyla soranlar “Olsun, alabilirsen formasyon alıp öğretmenlik yaparsın artık” diyorlardı. Öncelikle zor, çünkü oldukça teorik bir bölüm olduğunu söyleyebilirim. Teorik çalışmanın ağırlıkta olduğu 2 yılın ardından; makine, endüstri, yazılım ve bilgisayar gibi disiplinler arası mühendislik eğitimi verildiği için analitik yetenekleri çok gelişmiş birer mühendis olarak -bu sektörlerde özellikle aranan profiller olarak- mezun oluyorduk. Yani iş alanımız aldığımız eğitimden dolayı çok genişti, mezun olduğumda yazılım mühendisliği yapabilecek temel yazılım, algoritma ve veri tabanı bilgisine sahip olduğum gibi; temel finans, lojistik, üretim, optimizasyon, akıl oyunları, proje yönetimi gibi IT süreçlerinde ihtiyaç olabilecek süreç bilgisi ve beceri temelleri ile donatılmıştım. Hızlı öğrenme, analitik düşünme gibi bu beceriler IT sektöründe başarıyı getiren faktörlerdir.
SOCAR Türkiye’deki Leadership Factory programı önemli görünüyor. Bu eğitim liderlik tarzınızı nasıl etkiledi?
Leadership Factory, benim bugüne dek profesyonel kurumsal iş hayatımda dâhil olduğum en büyük ve en kapsamlı liderlik gelişim programıydı. “Kendinin Lideri”, “İlişkilerinin Lideri” ve “İşinin Lideri” şeklinde 3 ana modülden oluşuyor. Bu sıralamanın aslında bir amacı var, asıl amaç işimizdeki liderlik tarzımızı geliştirmek olsa da bunun en iyi yolunun aslında önce kendimizin, sonra da ilişkilerimizin lideri olmaktan geçtiğini biliyoruz. İşimizde iyi bir lider olmanın global olarak doğrulanmış ve herkesin ulaşabileceği birçok metodu var. Ancak benim bu programdan en büyük kazanımım; sabotörlerimi, zayıf ve güçlü yanlarımı keşfederek kendi içsel farkındalığımı elde etmek oldu. Hangi tarzı hangi motivasyon ile benimsediğimi keşfederek, öncelikle kendimin lideri olabilmeyi, sonrasında ekibi ve tüm ilişkilerimi çok daha etkin yönetebilmek için ilişkilerimin lideri olabilmeyi öğrendim.
Kariyeriniz teknik rollerden liderlik pozisyonlarına doğru ilerleme gösteriyor. Profesyonel yolculuğunuzdaki en zorlu geçiş neydi?
İyi bir lider olmak için yönetilen işin operasyonel detaylarını bilmenin ve deneyimlemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu hem ekibin konforunu sağlayacak uygulamalar hem de operasyonun risklerini ön görme veya verimliliğini arttıracak iyileştirme ve farklı yaklaşımlar açısından önemli. Bu yüzden de benim açımdan doğru bulduğum şekilde teknikten liderliğe doğru adım adım ilerledim. İlk mezun olduğumda yazılımı da daha iyi görmek ve pekiştirmek için özel ve önemli telekomünikasyon şirketinde global destek mühendisi olarak çalışmaya başladım, şirket ve ekip harikaydı. Ancak 16 ay boyunca ilk defa öğrendiğim bir dilde kod yazdım, herkes kübiklerine kapanıyor ve birbiriyle konuşmayı unutuyordu. Bunu gerçekten isteyip istemediğim konusunda kendimle çelişkiye düştüm, daha sosyal bir rol üstlenmek istediğimi fark edip sonunda zor bir kararla, daha düşük ve uzun yıllar çok da artmayacağını bildiğim bir maaşla ERP sektörüne sıfırdan başlayacak bir projeye girdim. Çünkü bu benim istediğim şeydi ve bir bedeli vardı.
Havacılık, otomotiv ve enerji gibi farklı sektörlerde çalışmış olmanız size nasıl bir perspektif kazandırdı? Bu geçişlerde edindiğiniz en değerli deneyimler nelerdi?
ERP uzmanlığının büyük kısmı aslında sektörden bağımsız olarak; bir kurumun finans, İK, üretim, tedarik zinciri, satış ve tedarik dâhil olmak üzere tüm temel iş süreçlerini entegre bir şekilde tek bir platformdan yönetilmesini sağlayan bir sistemi anlamaktan geçer. Şirketin faaliyet konusu mal ya da hizmet üretimi olabilir ancak temel süreçler belli standartlar ile yönetilmelidir. Dolayısıyla hangi şirkette proje yaparsak yapalım, sektörün spesifik farklarını tespit edip, bunları diğer standartların üzerine uygulamamız gerekir, metodoloji genelde aynıdır. Burada sektörden ziyade, proje yaptığımız şirketlerin büyüklüğü, organizasyonel yapısı, projeyi nasıl konumlandırdığı, üst yönetimin desteği, mevcut süreçlerin olgunluğu, organizasyonun değişime hazır bulunuşluğu gibi faktörler deneyim farkı yaratır. Benim bu üç sektördeki deneyimim de bu saydığım tüm faktörlerde birbirine oldukça yakındı. Çünkü üçünde de global ve lokal organizasyonlarda çalıştım, nadir sayılabilecek büyüklükteki çok değerli ve özel proje organizasyonlarında yer alma fırsatı buldum. Bu hem teknik becerilerimin gelişmesine hem de proje ve program yönetimi alanlarında eşsiz bilgi ve beceri edinmeme fırsat verdi.
“SOCAR Türkiye, dijital dönüşüme en çok önem veren şirketlerden biri”
Dijital Çözümler Grup Müdürü olarak, SOCAR Türkiye’nin dijital dönüşüm yaklaşımı hakkında bilgi verebilir misiniz?
SOCAR Türkiye’de göreve başlamamım en büyük nedenlerinden biri hem Türkiye hem de dünya çapında düşündüğümüzde dijital dönüşüme en çok önem veren şirketlerden biri olmasıydı. Bu önceliklendirmeyi sadece kâğıt üzerinde değil, yaptığı ciddi yatırımlarla yürüttüğü ve global platformlarda da örnek gösterilen projelerinin de varlığını bilmemdi. Bir IT profesyoneli için teorik eğitim tek başına bir anlam ifade etmez, mümkün olabilecek en iyi projelerde uygulama fırsatı bulduğunuzda tam bir öğrenme ve deneyim elde edersiniz. Bunu da dijital transformasyonu merkezine alarak, kendisini dünyadaki değişimin bir parçası hâline getirebilmiş bir organizasyonda yapabiliyor olmak büyük şans.
Yeni teknolojileri geliştirme, araştırma konusunda hevesimiz ve iştahımız çok açık. Trendleri çok yakından takip edip, gerekli analizleri yaptıktan sonra dijital dönüşüm yolculuğunda fırsat gördüğümüz teknolojileri projelendiriyoruz. SOCAR Türkiye’nin çok değerli, takdir etmesini bilen ve müthiş işler başaran büyük bir “Dijital Çözümler & Dijital Transformasyon & IT” ekibi var. Üst yöneticilerimiz dâhil, hepimiz büyük bir uyum içerisinde çok güzel işler yapıyoruz. Ben ve ekibim bu organizasyonun bir parçası olduğumuz için gurur duyuyoruz.
SOCAR Türkiye’de yetenek gelişimine yönelik ne tür programlar bulunuyor? Leadership Factory gibi programların kurum kültürüne ve çalışanların gelişimine katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
SOCAR Türkiye, liderlerinin gelişimlerini sürdürülebilir ve sürekli kılmak adına tüm liderlerini Leadership Factory programı yürütüyor. Benzer şekilde, Sabancı Üniversitesi iş birliğiyle SOCAR Türkiye çalışanlarına özel eğitim içerikleriyle hazırlanan bir Mini MBA programı da mevcut. Bu uzun dönemli gelişim programı; pazarlamadan proje yönetimine, finansal bakıştan stratejiye kadar birçok alanda pek çok çalışana gelişim fırsatı sunuyor. Değişim ve gelişimin kaçınılmaz olduğu bu dönemde, bu fırsatların çalışanlar tarafından çok önemli bulunduğunu, ayrıca şirkete olan aidiyeti de artırdığını düşünüyorum.
“Mentorluktan çok şey öğreniyorum”
Mentorluk programlarında yer alıyorsunuz. Vaktinizi mentor olarak, gönüllü olarak ayırmanızda sizi motive eden nedir?
Yıldız Teknik Üniversitesi Mentorluk Kulübü’nde ve Bin Yaprak Milyon Kadına Mentor programlarında gönüllü mentorluk yapıyorum. IT profesyoneli olmak isteyen öğrenci ya da genç profesyonel arkadaşlara sektörle ilgili genel paylaşımlar yaparken, kendi kariyerimden de yola çıkarak sorularına beraber cevap arıyoruz. Çok istekli ve çok kıymetli genç arkadaşlarımız var. Ancak çok hızlı değişen sektör ve bu değişime çok hızlı ayak uyduramayan üniversite müfredatları arasında sıkışıp kalıyorlar, kafaları karışıyor, bazen ümitsizliğe kapılıyorlar. Ben, onların kendi yollarında daha rahat yürüyebilmesi için bu iki dünya arasında küçük bir köprü kuruyorum diyebilirim. Onları kazanmak, geleceğimiz için çok önemli. Buna ek olarak, ben de onlardan çok şey öğreniyorum, farklı bakış açılarından besleniyorum. Mentorluğun benim de düşünme, dinleme, öğrenme ve liderlik becerilerimi geliştirdiğine inanıyorum. Sürekli öğrenmeyi hayatının merkezinde tutan birisi olarak, oğlumdan dahi çok şey öğreniyorum, farklı açılardan düşünebilmesi beni çok besliyor, o da benim küçük mentorum.
SAP ve dijital çözümlerle kapsamlı çalışmanız göz önüne alındığında, kurumsal teknolojinin önümüzdeki beş yıl içinde nasıl gelişeceğini düşünüyorsunuz?
Son yıllarda yapay zekâ, makine öğrenmesi, Cloud, IoT ve Blockchain gibi yenilikçi teknolojilerle beraber kurumlarda da çok ciddi bir dijital dönüşüm başladı. Bu teknolojilerin, kurumsal iş süreçlerine entegrasyonunun merkezinde yer alan çözümlerden biri de SAP oldu. Gelecekte, SAP ve yapay zekâ entegrasyonunun iş süreçlerine daha fazla yenilik getirmesi bekleniyor. Özellikle, copilot olarak konumlandırdığı yapay zekâ ajanı ve mevcut sistemlere gömülü olarak sunduğu Business AI gibi özelleştirilmiş yapay zekâ uygulamaları, şirketlerin özel ihtiyaçlarına verimli çözümler üretebiliyor. Gelecek dönemlerde de SAP ya da diğer kurumsal çözümlerin yapay zekâ entegrasyonu artacak, iş süreçleri daha verimli, akıllı ve rekabet avantajı sağlayacak şekilde dönüşecek. Tüm iş süreçlerine yerleştirilecek süreç odaklı yapay zekâ sayesinde, veri analizi, otomasyon, müşteri deneyimi ve güvenlik gibi alanlardaki yapay zekâ uygulamaları, şirketlerin iş dünyasının hızla değişen dinamiklerine uyum sağlaması için önemli stratejik uygulamalar hâline gelecek. Ancak paralelde “sorumlu” yapay zekâ kullanımı için gerekli normların belirlenip doğru regülasyonlar için de çalışmalar yapılması gerekiyor, bu kısımda alınması gereken oldukça fazla yol olduğunu düşünüyorum.
Dijital dönüşüm ve SAP uygulaması alanında kariyer yapmak isteyen genç profesyonellere ne tavsiye edersiniz?
Hangi alanda kariyer yapmak istersek isteyelim, en önemli değer; bir sisteme dâhil olmaya çalışmak yerine sadece “kendimiz olalım”, devamında er ya da geç doğal akışında başarı gelecektir. Dünyadaki değişim rüzgârını yakalamak adına, sürekli öğrenmeyi yaşam biçimi hâline getirmemiz, karşımıza çıkan deneyim fırsatlarını değerlendirmemiz önemlidir. Bu kadar teknik bir sektörde yapılan en büyük hata, teknik yetenekleri geliştirirken sosyal becerileri göz ardı etmektir. Bu iki beceri belli oranda beraber çalışmalı. Teknik beceri elde etmek daha kolaydır, hatta araştırmalara göre yakın gelecekte bu beceriler kolaylıkla yapay zekâ teknolojileri ile ikame edilebilecekken, sosyal becerilere hâlâ ihtiyacımız olacak. İşte tam bu noktada, sosyal beceri ve duygusal zekâsı erkeklere göre daha yüksek olan kadınların sektörde daha fazla yer alması gerekir, hatta kadınların yönetimde daha fazla temsil edilmesi gerektiğine inanıyorum.