İstanbul’un gizli tarihini ve yapay zekâ destekli görsellerle zenginleştirilmiş keşiflerini gün yüzüne çıkaran “Saklı İstanbul” adlı belgesel, ikinci sezonuyla Netflix’te izleyicilerle buluştu. Hazırlayıp sunduğunuz “Saklı İstanbul”un ikinci sezonunda seyircileri neler bekliyor?
İlk sezonda Zeyrek, Cankurtaran ve Vefa gibi ikincil diyebileceğimiz erişilmesi güç noktaları olan ve halk arasında çok fazla da bilinmeyen rotaları tercih etmiştik. İkinci sezonda ise İstanbul’un simgeleri olan Ayasofya Camii, Sultanahmet ve çevresi, Yenikapı, Yedikule ve yine ikincil rota olarak tanımlayabileceğimiz Kazlıçeşme, Ayvansaray gibi yerlere odaklandık. Osmanlı döneminde tapu kayıtlarının tutulduğu yer olan Defter-i Hakani binasına da özel yer ayırdık. Dediğiniz gibi ikinci sezonda yapay zekâ destekli görseller de bolca yer aldı ve işlerimizi kolaylaştırdı.
İkinci sezonda belgeselde yer alan rotalardan spesifik olarak bilgiler aktarmanız gerekirse neler söylersiniz?
Seyircilere Yedikule Hisarı’nın bilinmeyenlerini ve Yenikapı’nın aslında bir liman olduğunu gösterdik. Burada yer alan batık gemi koleksiyonunu da henüz bir müzede tam anlamıyla sergilenmese de göstermeye çalıştık, sadece Koç Müzesi’nde replikayı tam anlamıyla gösterebildik… Defter-i Hakani binasının geçmişini, buradaki yeni ortaya çıkarılmış ve henüz hiç yayınlanmamış hipodrom kalıntılarını ve Osmanlı döneminde Kazlıçeşme’de askerî hastane olan bina ile buradaki eşsiz mozaikler belgeselde yer aldı. Geç Roma ve erken Bizans döneminin kalıntılarını ve mozaiklerini bu yapının çok katmanlılığını göstermek açısından çarpıcıydı. Bütün bunlar Osmanlı askerî hastanesinin duvarlarının hem içerisinde hem dışarısındaydı. Grafiğin oluşturulmasında aslında masraflı olan şeyleri kolaylıkla yaptık. Bu arada elbette kıymetli hocalarımızdan da çok değerli görseller ve bilgiler geldi.
İkinci sezonun çekim süreci nasıldı?
İstanbul'un derin tarihine ışık tutmak elbette kolay bir şey değil. Çekimler ve kurgu derken toplamda 4 ayımız gitti. Bu noktada başta yönetmenimiz İlker Savaşkurt’un ve görüntü yönetmenimiz Oğuz Kubilay Han olmak üzere tüm set ekibinin katkıları çok büyük. Gün ışığı, sinematografik görüntü ve hava şartlarını yakalayabilmek için yoğun çaba sarf ettik. İnsanlara daha önce gittikleri mekânlara ilk kez gidiyormuş hissi yaratacak çekim açısı ve kurgu için çok çalıştık. Belgeseli çeşitli gizemlerden ve efsanelerden uzak tutup, tarihsel doğrulara ve gerçeklere dayandırmak önceliğimiz oldu. Neticede de ortaya izleyiciyi içerisine çeken bilgilendirici bir belgesel oldu diyebilirim.
“Ayasofya özelinde tarihçi İlber Ortaylı çok önemli tespitlerde bulundu”
Az önce kıymetli hocaların projeye katkısı olduğunu ifade ettiniz. Bu isimler kimler?
Ayasofya Camii’ni Sedat Bornovalı ile yapının tüm sanat tarihi açısından yerini ve buradaki arkeolojik bulgular ve mimari öğeleri inceledik, yine Ayasofya özelinde tarihçi İlber Ortaylı da çok önemli tespitlerde bulundu ve katkılar sundu. Arkeolog Murat Sav ise Saraçhane kazıları, Yoros Kalesi ve Damatris Sarayı hakkında bizi bilgilendirdi. Hayri Fehmi Yılmaz ile Kuzguncuk, Tekfur Sarayı ve Anemas Zindanları’nın çok katmanlılığını ve bu mekânların, yapıların önemini gösterdik. Seda Özen Bilgili de Aya Sofya’da ve Kız Kulesi’nde bizi çok değerli bilgilerle aydınlattı. Ufuk Kocabaş, Yenikapı kazıları ve buradaki gemi kalıntıları bölümünde önemli katkılarda bulundu. Ayrıca oradaki gemi kalıntıları hususunda ve bunların kurtarılıp korunması konusunda süreçler ve teknolojik cihazların kullanımı hakkında önemli tespitlerde bulundu. Hayri Fehmi Yılmaz, hipodrom kalıntılarının yeni buluntularını da gösterdi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Rahmi Asal ise Haydarpaşa Kazıları’ndaki en son ve güncel bulgularla bizi buluşturdu.
Peki, İstanbul’a olan tutkunuz ve böyle bir projeyi hayata geçirme fikri nereden çıktı?
Bu kadim şehir hem görünür hem görünmeyen pek çok zenginliğe sahip. Eğitim hayatımı geçirdiğim Galata bölgesinde bulunurken tarihî yapılara, Galata Kulesi’ne ve bölgedeki surların farkındaydım ama çok daha düşük bir bilinç seviyesiyle bakıyordum. Tarih ve edebiyat öğretmenlerimin yönlendirmesiyle tarih ve İstanbul alanında bilgi sahibi olmaya başladıktan sonra iç sesim bana “Bu alanda devam et” dedi. İlerleyen süreçte sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz ile tanışıp kendisiyle aynı dergide yazma şerefine nail oldum. Kendisinin Saklı İstanbul projesinde katkıları bir hayli fazla. Yine aynı şekilde Olcay Aydemir’in bilgisi ve tecrübesi projenin şekillenmesinde önemli rol oynadı. İki hocamız da iki sezonda da projenin hem danışmanları hem de uzman konukları olarak belgeselde yer aldı. Bu akış içerisinde şehirle ilgili geleceğe kalacak bir çalışma yapma hususunda yola koyuldum.
Tekrar belgesele dönecek olursak… İstanbul’un üstünde olduğu gibi altında da binlerce yıllık tarih var. Öyle değil mi?
Elbette, çok katmanlı bir şehirden bahsediyoruz. Bu katmanların bir kısmı da nüfus yoğunluğundan ötürü yeraltında kalmış. İstanbul’da, Roma veya Atina’daki gibi ören yerleri de yok.
Özellikle Bizans dönemiyle ilgili ne tür efsaneler ve bilinmeyenler var. Örneğin, Ayasofya’nın yapılışı ve yapısal gizemleri hakkında neler söylenebilir?
Murat Sav, yazıtlardan yola çıkarak mevcut 3. Ayasofya yapısı olarak tanımlanan Ayasofya Camii ile 1. Ayasofya’nın aynı yerde olamayabileceğini söylüyor. Megala Ekklesia denilen 1. Ayasofya yapısının, senato binasına yakın olabileceğini savunuyor. Sedat Bornovalı da 2. Ayasofya’nın, günümüz Ayasofya Camii’nden sanat tarihi yönünden daha az özel olduğunu ifade etti.
“Boğaz bölgesinde keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce hikâye var”
Örneğin, şehrimizde hâlen keşfedilmemiş ya da üzerine yeterince odaklanılmamış bir alan ya da hikâye var mı?
Elbette, saymakla bitmez! Günümüzde özel mülkiyet alanına girdiği için çok fazla müdahale edilemiyor olsa gerek. Belgeselde; Kuzguncuk, Haydarpaşa kazıları ve Kız Kulesi’ni ziyadesiyle gösterdik. Boğaz bölgesinde keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce hikâye ve eser var bana kalırsa.
Çekim öncesinde araştırmalar yaparken duyduktan sonra şaşırdığınız bilgi ve gerçekler neydi?
Cankurtaran surlarına yaslanmış sivil bir yapı mesela… Freskleri göz alıcıydı. Burası İstanbul’un en eski evi olabilir. Ayrıca Sultanahmet Meydanı’ndaki hipodrom kalıntıları ve Yoros Kalesi’nden tam karşıdaki Rumeli Kavağı’na bakmak ve oradaki sur kalıntılarını keşfetmekte beni bir hayli etkiledi. Âdeta zamanda yolculuk yapma olanağı oldu diyebilirim.
Anlattıklarınız bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor. Bu tarihe sahip çıkabilme hususunda yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle arkeolojik bulgulara sahip çıkma güdüsü moderniteyle birlikte ortaya çıktı. Geç Osmanlı döneminde Arkeolog Osman Hamdi Bey ile birlikte bilinçlenme arttı. Öyle ki dönemin sultanlarını yönlendirmiş. Erken Cumhuriyet döneminde de şuur ve çalışmalar artarak sürmüş. Günümüzde devletimizin kültür varlıkları için hatırı sayılır bütçeler ayırabilmesi çok değerli. Kız Kulesi, Ayasofya Camii, Anemas Zindanları ve Saraçhane kazılarına yönelik restorasyonları çok başarılı buluyorum. Bu sayede insanlarımız artık ailecek AVM’ye gitmektense müzelere ve tarihî yapılara gitmeye daha çok özen gösterir oldu. Bu da çok güzel bir gelişme.
Sohbetimizin sonuna gelmeden önce merak edilen şu hususu da sormak isterim. Saklı İstanbul’un üçüncü sezonu gelecek mi?
Düşünüyoruz ama bu belki artık “Saklı Anadolu” olabilir. İstanbul’da hikâye elbette bitmez ama artık belki de Efes, Bergama, Dara Antik Kenti, Diyarbakır, Mardin ve Kapadokya’da var olan tarihî zenginliğimizi de hiç ortaya çıkmamış, ele alınmamış yönleriyle izleyicilerle buluşturmanın zamanı gelmiştir. Anadolu’nun çok katmanlı yapısı da önemli.
Belgesel haricinde yakın zamanda başka projeniz olacak mı?
Tarihimizle ve coğrafyamızla ilgili eserler ortaya koymak istiyorum. Eski dünyanın merkezinde yer alan ülkemiz pek çok medeniyete ev sahipliği yaptı. İstanbul’da olduğu gibi Anadolu’da da var olan tarihsel zenginliklerimizi milyonlarla buluşturmak en büyük hayalim. Bu kez sadece mekânları değil, tarihî kişilikleri de projenin içerisine katabiliriz.