}
29 August 2024

Aslı Bora: “Sanatçı kendini toplumdan soyutlayamaz”

Ünlü küratör ve sanat tarihçisi Aslı Bora, “Duydun mu?” adını verdiği yeni sergisini 31 Ağustos’ta sanatseverlerle buluşturuyor. Bora ile tüketim toplumu ve sanat arasındaki karmaşık ilişkiyi irdeleyen serginin detaylarını ve sanatın dijitalleşmesini konuştuk.

“Şimdi Beyoğlu” ve “Zamanın Ardında İstanbul-Roma” adlı sergilerin ardından yeni bir serginin daha küratörlüğünü üstlendiniz. Medyadan ve popüler kültürden esinlenen, sekiz önemli sanatçının eserlerinden oluşan “Duydun mu?” isimli yeni karma serginiz görücüye çıkıyor. Serginin oluşum sürecinden bahseder misiniz?

Brieflyart Galeri, Türk resim sanatında yeri olan usta sanatçılarla klasikleşmiş sergileri izleyicinin beğenisine sundu ve Beyoğlu’nda sanata dair yeni heyecanlar yarattı. Yeni sezona girerken daha dinamik ve daha genç bir seçki yapmayı uygun gördük. Bu yıla güncel sanatın daha yeni isimleriyle merhaba demek istedik. Bu noktadan hareketle tüketim kültürü odaklı, herkesin kendisinden bir şeyler bulabileceği, ayna görevi üstlenecek cesur bir seçkiyle kapılarımızı açıyoruz. Bu serginin Beyoğlu’nun sanat ile anılan kimliğine daha fazla katkı yapacağını ümit ediyorum.

Ercan Filiz, Burcu Filiz, Buket Ada Kılıç, Halil Eren, Özge Günaydın, Pınar Bora, Esra Meral ve Mihriban Mirap'ın eserlerinden oluşan seçki, tüketim alışkanlıklarımızın sanatla nasıl iç içe geçtiğini ve bu ilişkiden doğan gerilimleri gözler önüne seriyor. Tüketim alışkanlıkları ile şekillenen popüler kültürün etkilerinden uzaklaşmak çok zor olsa gerek.

Ne kadar uzağa gidersek gidelim, popüler kültür bizi bir yönden kuşatıyor. Çağın ruhu da bunu gerektiriyor. Tüketim kültürü, hayatımızın bir parçası. Popülerlik de her zaman uzak durmamızı gerektiren bir mefhum değil.  Çağdaş sanat karşısında özne kendisini tedirgin hissedebilir. Fakat bu seçki içinde daha tanıdık imgelerle karşılaşılacağını söyleyebilirim. Ancak gündelik hayatta tükettiğimiz ve çok çabuk unuttuğumuz her şeyi karşımızda göreceğiz. Bu bir kola şişesi de olabilir, oturduğumuz eski bir masa da… Sanatseverler geçmiş yıllarda yollarının kesiştiği nesnelerle bir kez daha temas edecekler. Bu nesneler insanları eğlendirebilir, nostaljik bir çağrışım yapabilir, belleği güncelleyip farklı bir deneyim alanı oluşturabilir.

Seçkide yer alan eserler tüketim alışkanlıklarımız kadar estetik algımıza ve estetik gelişimimize de ışık tutacak bir yönden, öyle değil mi?

Bizler sürekli ya geçmişe özlem duyarız ya da geleceği hayal ederiz… Bütün bunları da şimdiyi baz alarak yaparız. Aslında bizi biz yapan, şimdiki zamana ait bakış açımızla oluşan estetik dünyamız ve kaygımızdır. Bugünü yaşarken neye maruz kaldığımızın farkında olmak önemli.

İstanbul’un herhangi bir tarihî sokağında çalan şarkıyı dinlediğimizde bile hayata bakışımız değişir, estetik algımız genişler. İçinde yaşadığımız çevre estetik algımızı inşa eder. Bu nedenle her gün maruz kaldığımız şehir, coğrafi farklılıklar, kültürel kodlar sanata bakış açımızın bir yansımasıdır. İnsanların estetiğe bakış açısını bulundukları ortam ve dönem şekillendirir. Bu da son derece normaldir.

“Sanatın dijitalleşmesi görünür olma isteğimizi arttırdı”
Sanattaki dijitalleşme de tüketimi hızlandıran bir unsur olarak karşımızda duruyor. Sanatçıların ve halkın estetik bakış açılarının da değiştiğini söylemek mümkün mü?

Elbette, sanat artık sanal dünyanın içerisinde. Her konuda sınırsız bir erişime sahibiz. Mesela gençler artık sosyal medya üzerinden bir sanatla temas edebiliyorlar. Bu nedenle sosyalliğimizi de kaybettik. Kendisindeki cevheri fark eden herkes aldığı eğitime bakmadan yaptığı her şeyi milyonlarla buluşturmak istiyor. Sanatın dijitalleşmesi görünür olma isteğimizi ciddi oranda arttırdı. Ancak ortaya konulan işlerin niteliği tartışmaya açık. Bunu da belirtmek gerekiyor.

Sanatçının halka karşı mesafeli duruşu dijitalleşmeyle bir ölçüde kırıldı mı sizce?

Çağdaş sanat çoğu zaman “kaotik ve anlaşılmaz” olarak tanımlanıyor özne için. Bu durum sanatla izleyici arasındaki mesafeyi arttırıyor. Öznenin kendini yetersiz hissetmesi sanata bakışını etkiliyor ister istemez. Son yıllarda bu eşik belirli ölçüde aşıldı. İzleyici de sanatçı da birbirine daha yakınlaştı dijital ile birlikte. “Duydunuz mu?” bu bağlamda izleyiciye daha fazla temas eden bir seçki.

“Sanatın istismara açık olduğu bir gerçek”
Dijitalleşme ile birlikte sanatın sanal ortama taşınması sanatçıyı hangi yönden olumsuz etkileyebilir?

Tatminkârlık ve ekonomik yönden sanatçıyı geri planda bırakabilir. Sanatçı, ürettiği eserin başkaları tarafından görülmesini ister. Sanal ortamda bu yapılabilir ama estetik deneyim açısından baktığımızda izleyicinin esere yakından bakması daha değerlidir. Tarihî ve kültürel mekânları 3D ve 4D deneyimlerle gezmek yerine bizzat ziyaret etmek her zaman daha yararlıdır.

Üretim süreçlerinin bizatihi makineleştiği ve medyanın etkisiyle tüketimin hızla arttığı günümüz dünyasında sanat kavramı nasıl bir anlam kazandı?

Sanayi Devrimi’nden itibaren süreci incelemek lazım. İlk olarak müzecilik koleksiyonları halka açılmıştı… Çalışan kesimin oyalanması için bir sebep yaratılmıştı. Sonrasında Marcel Duchamp diye bir sanatçı ortaya çıkıp “Hazır nesne de sanattır” dedi. Sonra da popüler kültürle birlikte baskı teknolojileri devreye girdi. Postmodern dönemde dijital teknolojilerle birlikte bu süreçte bir kavramsal kargaşa yaşandığını görüyoruz. Sanatın hiçbir şeyi reddetmemesi, istismara açık olduğunu ortaya koyuyor.

Tarihçi Hendrik Willem Van Loon “Sanat akımları, dünyanın nereye gittiğini görmek için borsalar veya meclis oturumlarımdan çok daha iyi bir barometredir” diyor. Sizce de öyle mi?

Wassily Kandinsky, “Her sanat eseri, kendi çağının çocuğudur” der. Ne kadar apolitik bir sanatçı olursanız olun, içinde yaşadığınız toplumdan soyutlanmanız düşünülemez. Her sanatçı yaşadığı çağdan beslenir. Günümüz sanatında da popüler imgelerin yer alması son derece olağan.

Bu noktada geleneksel sanat her daim ön planda olacak gibi mi duruyor?

Geleneksel sanatın varlığı, gücü ve ulaşılabilirliği su götürmez bir gerçek. Yıl kaç olursa olsun tuval resim, koleksiyon bağlamında avantajlı bir yerde duracak gibi görünüyor.  Bunun sebebi hem akademik geleneğe olan saygı hem de sanatsal olarak kabul edilmiş prestije bağlanabilir. Aynı zamanda maddi gerekçeler de öne sürülebilir elbette. Diğer taraftan klasik sanat, hafızamızda hep özel ve ayrıcalıklı bir yerde durur. Güncel olan ise her zaman çekicidir.

“Wassily Kandinsky ve Paul Cézanne’den etkilendim”
Sanat nesnesinin temel özelliklerinden bir tanesi toplumsal bellek için “hafıza tetikleyicisi” olarak işlev görmesidir. Peki, sizin sanatta dinamiğinizi oluşturan temel şey nedir?

Erken yaşlardan beri ailemin de katkısıyla sanatla ilgiliydim. Çocukluğumun Beyoğlu’nda geçmiş olmasının etkisi yadsınamaz. İstanbul gibi tarihin, kültürün, mitolojinin ve doğanın biçimlendirdiği bir şehrin ferdi olmak; tabii ki temel unsur ve çıkış noktası. Sanat ve felsefe eğitimi de farkındalık yarattı diyebilirim. Gördüğümüzü deneyime dönüştürmek ve hayatımızın bir parçası hâline getirmek önemli.

Eğitim hayatım boyunca Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Immanuel Kant, Wassily Kandinsky ve Paul Cézanne gibi klasik isimlerden bir hayli etkilendim. Anadolu uygarlıkları ve yaşadığım Beyoğlu beni şekillendiren diğer unsurlar olarak öne çıktı. Son dönemde ise Gerhard Richter, Frank O. Gehry ve Giorgio Agamben gibi isimleri ilham verici buluyorum.

Sanat tarihçisi sanatı yaratmakla değil, sanatı incelemekle mükelleftir. Bu noktadan hareketle İstanbul’da sanatın bitmek bilmeyen serüvenine dair neler söylemek istersiniz?

İstanbul 24 saat yaşayan bir şehir… Çok kültürlü bir yapıya sahip olması, bulunmaz bir ilham kaynağı. Mesela Boğaz’ın tarihine girsek mitolojik pek çok hikâye bulabiliriz. Hayat çok hızlı akıyor ve birçok uyaran var. Şehir o kadar hayatın akışında ki ayak uydurmak bir zorunluluk. Her dönem sanatçılar, bu şehrin dinamiğine uyum sağlamış. Sadece Mimar Sinan’a bile baksak bunu görebiliriz. Mimar Sinan’ın eseri olan Süleymaniye Camii çok önemli bir örnek bu manada. Mimari açıdan bulunmaz bir çözümleme sunan benzer birçok eser, sanat üretimine dair ilhamı her zaman besleyecektir.

Bu listeye başka hangi yapıları ekleyebilirsiniz?

Ayasofya Cami, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Yerebatan Sarnıcı da önem arz eden eserlerden. Sadece Galata’dan Balat’a yürümek ya da Sultanahmet’te alelade bir gün geçirmek bile listeyi genişletebilir. Bütün bu yapıların ibadethane, tarihî eser ya da fotoğraf çekilme noktasından öte olarak görülmesi gerekiyor. Yapıların tarihine ve günümüze ulaşma serüvenlerine vâkıf olduğumuz zaman zihnimizde pek çok aydınlanma yaşayacağımız ve çevremizi de etkileyeceğimiz aşikâr. Unutmayalım ki bir eseri anladığımız ve bildiğimiz ölçüde o eserden aldığımız haz da aynı oranda artış gösterecektir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...