İstanbul’daki dördüncü kişisel serginiz “Mitoloji II: Kişisel Bir Mitoloji”, Dünya Şiir Günü’nde sanatseverlerle buluştu. Pamuk kâğıt üzerine renkli mürekkeple oluşturduğunuz 24 eserin yer aldığı serginiz genel olarak ne anlatıyor?
Yeni eser serim, ne mutlu bir tesadüf ki, aynı zamanda Dünya Şiir Günü olan baharın ilk gününde sunuldu. Şiir, hem hayatımda hem de sanatımda önemli bir rol oynuyor. Sergi, günün 24 saatini simgeleyen, hem şehirde hem de şehir dışında kişisel yolculuklarımın görsel bir günlük niteliğindeki 24 eserden oluşuyor. Bu benim, sanatım aracılığıyla hayatımın parçalarını yakalama girişimim. Bu serginin memleketimde değil de, burada, çok sevdiğim İstanbul'da gerçekleşmesinden büyük bir mutluluk duyuyorum. Çalışmalarıma inanan ve güvenen galeri kurucusu Işık Gençoğlu'na da büyük hayranlık duyuyorum, burada bulunmamın sebebi o.
Eserlerinizde kişisel anıların ve hayali manzaraların yanı sıra İstanbul’un farklı semtlerine duyduğunuz hayranlıkta belirgin şekilde hissediliyor. Cihangir, Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Yeniköy gibi semtlere ilgi duymanızın sebebi nedir?
İstanbul’u çok seviyorum. Bu olağanüstü güzellikteki şehri sık sık ziyaret ediyorum ve zamanımı mahallelerinde dolaşarak geçiriyorum. Neredeyse her gelişimde Cihangir'de kalıyorum ama turist kalabalığından kaçmak için Fatih veya Kadıköy'e uğramayı da ihmal etmiyorum. Şehrin benim için ayrı bir cazibesi var. Daha önce İstanbul'un pek çok simgesel yapısını resmettiğim için, bu sergide şehrin çağdaş yüzüne odaklanmanın zamanı geldiğini düşündüm.
Attilâ İlhan, Murathan Mungan, George Seferis ve Kiki Dimoula gibi önemli şairlere dört özel eser ithaf etmek nereden aklınıza geldi?
Aslında, şiirden esinlenen eserler içermeyen bir sergim hiç olmadı. Sergilerimde şiire mutlaka rastlarsınız. Bu seferki yenilik, sık sık okuduğum ve çok beğendiğim Türk şairlerinin dâhil edilmesi oldu. Bir zamanlar, bir şehri gerçekten anlamak için şairlerini okumamız gerektiğini okumuştum. Bu benim sıkı sıkıya bağlı olduğum bir ilkedir.
“Eserlerimde edebiyat ve sinemanın etkileri var”
Sergiye baktığımızda edebiyat, sinema ve kolektif bilinçaltından ilham aldığınızı söyleyebilir miyiz?
Evet, tabii. Sergilenen eserlerde edebiyat ve sinemanın etkisini az çok siz de hissetmişsinizdir. Bu unsurlar benim ilhamımı ateşliyor; başlangıç noktası olarak hizmet ediyorlar ama nihai hedef değiller. Basitçe söylemek gerekirse, bir kişi bir manzaranın tasvirini okuduğunda, hayal gücü o manzaraya dair bir imge oluşturmaya başlar. Her insan bu imgenin kendi versiyonunu yaratır ve ben bunu gerçek varış noktası olarak görüyorum.
Duyguların ve mimari dokuların soyut bir katmana evrildiği bir anlatım dili de görmemiz mümkün. Buna dair neler söylersiniz?
Bu doğru. Bu ne önceden planladığım ne de yeni bir resme başlarken kasıtlı olarak peşinden gittiğim bir şey. Basitçe oluyor… Bilinçaltımda ne kadar derine dalarsam, bu unsurlar o kadar çok ortaya çıkıyor.
Serginizdeki eserler arasında özellikle ilginç veya kişisel olarak sizin için önemli bir parça var mı?
Sergideki her parça kendi içinde küçük veya büyük bir hikâye barındırıyor. Her eser, deneyimimin derinliklerinden gelen hikâyeleri anlatan kişisel mitolojimin önemli bir parçası.
Sergideki eserler, izleyiciyi sanatçının dünyasına dâhil etmek adına isimlendirilmemiş. Böylece her eser, bakan kişinin kendi duygularını ve hikâyelerini yansıtacağı bir aynaya dönüşmüş…
Basılmış ve dağıtılmış olan sergi kataloğunda, eserlerin ilk izleyicisi olarak bizzat seçtiğim başlıklara yer verdim. Orada Türkiye, İtalya ve Yunanistan'daki yerlere göndermelerin yanı sıra sevilen kitap ya da film isimlerini de bulabilirsiniz.
“İzleyicilerin geri bildirimleri beni önemli ölçüde etkiliyor”
Eserlerinizi izleyen kişilerin yorumları sizin için ne kadar önemli? İzleyicilerin algıları sizin yaratıcı sürecinizi nasıl etkiliyor?
İzleyicilerin geri bildirimleri beni önemli ölçüde etkiliyor. Bunlar öncelikle, iletmek istediğim mesajın alınıp alınmadığını anlamama yardımcı olur. İzleyiciyle bağ kuramayan işler bana eksik çağrılar ya da okunmamış mesajlar gibi geliyor.
Günümüz insanı genelde kendi alışkanlıklarından ya da hayatındaki bir döngüden çıkamıyor. Serginin, izleyicileri keşfedilmemiş duygusal manzaralar arasında bir yolculuğa çıkardığını söyleyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda bu sergi rutinden çıkabilmek adına önemli olsa gerek?
Buna verecek bir cevabım olduğundan emin değilim. Örneğin ben, her gün tekrarladığım basit bir rutin eylemde ilham bulabiliyorum. Beklenmedik şeyler hiç ummadığınız bir yerde karşınıza çıkabilir. Benim için hayat burada, şu andadır.
Sanatınızı oluştururken ilham aldığınız kaynaklar neler? Bu ilhamları eserlerinize nasıl yansıtıyorsunuz? Gelişen teknoloji ve dijital sanatın geleneksel sanatla birleştiği bu dönemde, dijital medya sanatınızda bir yer tutuyor mu?
Daha önce de belirttiğim gibi, ilham herhangi bir yerden gelebilir; bir yürüyüş, bir rüya, bir film, bir kitap, hatta bir arkadaşla yapılan bir sohbetten bile... Bazen bunu kâğıda dökmem uzun zaman alıyor; bazen de hemen ya da ertesi gün gerçekleşiyor. Her şey ruh halime ve kurduğum duygusal bağa bağlı. Genellikle içgüdülerime güveniyorum ve güvenmediğimde de genellikle pişman oluyorum. Dijital sanata gelince, bu tamamen farklı bir şey. Ona saygı duyuyorum ama benimkinden tamamen farklı bir gezegende var oluyor o.
“Türkiye’deki sanatçıların entelektüel derinlikleri çok yüksek”
Türkiye'deki sanat kültürü, Batı ile Doğu'nun, geleneksel ile modernin bir araya geldiği bir harman olarak tanımlanabilir. Sanatın farklı alanlarında zengin bir geçmişe sahip bir ülke olan Türkiye’nin, çağdaş sanat sahnesindeki pozisyonunu nasıl buluyorsunuz?
Istanbul Concept Gallery ile olan bağlantım sayesinde birçok çağdaş Türk sanatçısıyla tanıştım ve sadece sanatlarının yüksek kalitesinden değil, aynı zamanda entelektüel derinlikleri, bilgi düzeyleri ve bakış açılarından da derinden etkilendim. Şahsen, geleneksel ile modernin harmanlanmasına inanmıyorum. Her birine ayrı ayrı saygı duyuyorum, ancak bu iki unsurun birleşimini biraz rahatsız edici buluyorum.
Türk ve Yunan sanat dünyaları, tarihsel ve kültürel açıdan birbirine yakın olsalar da, her biri kendine özgü özellikler ve gelenekler geliştirmiştir. Ancak, iki ülkenin sanatsal yaklaşımları, farklı tarihsel arka planlar, coğrafi konumlar ve kültürel etkiler nedeniyle farklılıklar gösteriyor. Siz bu farklılıklar ve benzerliklere dair neler söylersiniz?
Büyük benzerlikler gördüğüm gibi, aynı zamanda büyük farklılıklar da görüyorum. Her durumda, uzun bir tarihe ve dikkate değer sanatsal miraslara sahip kültürlerden bahsediyoruz.
Tiyatroda sahne ve kostüm tasarımcısı olarak da çalışıyorsunuz. Ünlü bir karakterin ya da tarihi bir figürün kostümünü tasarlarken hangi unsurları ön planda tutuyorsunuz? Kostüm tasarımında modayı nasıl takip ediyorsunuz ve modern trendlere uyum sağlamak mı yoksa özgün olmak mı sizin için daha önemli?
Tiyatro, paradoksal bir şekilde gerçeği söyleyen büyük bir illüzyondur. Bir prodüksiyon için dekor ya da kostüm tasarlarken bunu her zaman aklımda tutarım. Tiyatroda modanın yeri yoktur, tıpkı resimde estetiğin ya da kişisel zevkin yeri olmaması gibi. Bir kostümün, bir rolün, bir karakterin özünü yansıtması gerektiğine inanıyorum.
Söyleşimizi sona erdirmeden önce gelecekteki projelerinizden bahsetmek ister misiniz?
Bir sonraki büyük projem, Yunan Ulusal Operası tarafından sahnelenen ve Yunan Festivali kapsamında Herodes Atticus Odeonu’nda gerçekleşecek olan Turandot Operası. Bu, iki yıldır büyük sahne tasarımcısı Chloe Obolensky ile birlikte üzerinde çalıştığımız, büyük ve zorlu bir yapım. Aynı zamanda, gelecek eylül ayında açılması planlanan Mikonos Belediye Galerisi’ndeki bir sonraki sergime hazırlanıyorum. Resim yapmaya şimdiden başladım, çünkü sanat günlük programımın bir parçası.