UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor Sivas Divriği Ulu Camii. Peki, Ulu Camii'nin Türk mimarisindeki önemi, farkı sizce nedir? Onu mimari açıdan eşsiz kılan unsurlar neler?
Divriği Ulu Camii, Anadolu Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden bir tanesidir. Eşsiz bir örnektir. Tarihsel sürece baktığımızda Büyük Selçuklu dönemiyle başlayan medrese ve darüşşifa gibi yapıların Anadolu Selçuklu döneminde Anadolu'da taş malzeme kullanarak yapılması ve bunun da mükemmel bir şekilde işlenmesi söz konusu. Divriği Ulu Camii gibi yapıları zaman ve mekân ilişkisi üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Kendi zamanında ve bulunduğu mekânda muhteşem özelliklere, muhteşem mimari ve muhteşem işçiliğe sahip bir yapı. Günümüzden 800 yıl öncenin bir tasarımı mevcut. Türk İslam sanatının en güzel örneklerinden biri. Mimari açıdan bir şaheser. Üçüncü boyutun en iyi şekilde kullanıldığı bir mimari işçilik söz konusu. Yüksek kabartmalara ve rölyeflere sahip. Selçuklu’nun estetik yapısına ve manevi dünyasına yolculuk etmek isteyen her insanın görmesi gereken güzel bir eser.
“Divriği Ulu Camii’nin türbeleri yıldızlarla ilişkili olarak yön bulmak için kullanılmış”
Yaptığınız çalışma sonucunda Mısır piramitlerinde olduğu gibi Divriği Ulu Camii'nin mimari yapısının astronomi ile ilişkili olduğundan bahsediyorsunuz. Peki, hangi olgularla bunu gözlemleyebiliyoruz? Benzer yapılar daha öncesinde de inşa edilmiş miydi? Başka örneklerini de görebiliyor muyuz?
Bunun çok örnekleri var. Aslında dünyanın pek çok yerinde farklı mimaride ve farklı kültürlerde bulunan örneklerini görmek mümkün. Fakat Divriği Ulu Camii’nde böyle bir şeyin ortaya çıkması oldukça ilginç. Türbelerin belli bir sırayla hizalandığını gözlemliyoruz. Çoğu kişi bu sıralamayı görmüştür, bilir. Ama neden böyle olduğu sorusunu kimse sormamıştır. Bu sorunun ardına gittiğimde türbeler arasında bir ilişkinin olduğunu keşfettim. Bu keşfi biraz daha ilerlettiğimde bazı geometrik sonuçlara ulaştım. Eksik parçaları da vardı bu sonuçların. O da Divriği Ulu Camii’nin içerisindeki türbe yapısıydı. Onu da hesaba kattığımızda mükemmel bir geometri ortaya çıktı.
Tabii Mısır piramitlerinin -özellikle Keops, Kefren ve Mikerinos isimli büyük piramitlerin- Orion’un Kemeri adı verilen üç yıldızla ilişkilendirildiğini popüler bilim araştırmalarında okuyoruz. Hâlâ bu popülerlik devam ediyor. Benzer bir durum Divriği Ulu Camii için de neden olmasın diye araştırdığımda açısal olarak Orion’un Kemeri ile uyuştuğunu gördüm. Bu tesadüf olamaz. Çünkü üç türbenin açısı tam olarak tutuyor.
Biliyorsunuz, pusula aslında Doğu’da keşfedildi ve Haçlı Seferleri ile Avrupa’ya gitti. Avrupa’ya giden pusula -tabii Orta Çağ’ın o karanlık döneminde pek bir araştırma yapılmasa da- Rönesans ile beraber geliştirilip coğrafi keşiflerde kullanıldı. Bu da 1400’lü yıllara tekabül ediyor. Şimdi Anadolu'ya baktığımızda 1200’lü yıllarda pusulanın olmadığı dönemde yıldızlarla yön bulunuyordu. Kıblenin yönü vs. yıldızlarla hesaplanıyordu. Divriği Ulu Camii türbelerinin de aynı zamanda yıldızlarla ilişkili olarak yön bulmak için kullanıldığını düşünüyorum. Bununla ilgili yaptığım ölçüm ve çizimlerde de böyle bir örtüşme söz konusu. Mısır piramitleri tüm dünyanın gözünün önünde popüler bir yapı. Hatta popüler kültür tarafından hakkındaki bilgiler dejenere bile edilebiliyor. Onu aslında popüler kılan büyüklüğü ve uzayla olan ilişkisi. İnsanlar tarih boyunca gökyüzünü, yıldızları incelemişler; anlam vermeye çalışmışlar, yönlerini bulmuşlar. Dolayısıyla bu durum, Divriği Ulu Camii için de muhtemel. Dönemin astronomi ve diğer bilim alanlarındaki gelişmelerle ilgili aslında.
“Ecdadımız günümüzün şartlarında ve teknolojisiyle çözülemeyecek problemleri çözmüşler”
Mimarlık da zaten böyle bir alan. Pek çok bilim ve sanat alanlarıyla da iç içe. Divriği Ulu Camii özelinde bunu düşündüğümüzde astronomiyle birlikte başka hangi bilim ve sanat dallarının etkisini görebiliyoruz?
Orada bir etkinliği var mimarinin. Ama kültürün ve dönemin etkisiyle pek çok unsur da vardır mutlaka. Bilim her zaman sanatla beraber Türk İslam yapısının içerisindeydi. Matematik, geometri, fizik ve pek çok bilim dalı bir arada kompleks olarak mimaride kullanılmış hep. Mesela şöyle örnek vereyim: Şifahane tarafının içerisine baktığımızda orada akustiğin çok iyi kullanıldığını görüyoruz. Bu akustik aynı zamanda ses ve sesin iletimiyle ilgili bir fizik kanunun çok iyi kullanılmış olmasıyla alakalı. Öyle ki Osmanlı camilerinde okunan Kur’an-ı Kerim’in hoş sesi insanları büyülüyor. Ecdadımız bunu hesap ederek camileri inşa etmişler. Yani günümüzün şartlarında, günümüzün teknolojisiyle çözülemeyecek problemleri çözmüşler. Belli ki matematik ve konum açısından binanın ölçüsü ve mimarisi mükemmel bir oran-orantı ve uyum içerisinde.
Geometri zaten matematiğin bir dalı ve bütün oradaki çalışmaların tamamı geometrinin eseri. Geometriyi o kadar mükemmel kullanmışlar ki düz geometrik formlardan bitkisel formlara, girift formlara kadar bütün desenler geometrinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Mümkün olduğu kadar da en üst düzeyde kullanmışlar. Yani işçilikten kaçmamışlar açıkçası. Hatta geometriyi neredeyse üçüncü boyuta çıkartmışlar. Bugün mesela mühendislik programlarına baktığınız zaman iki boyutlu çizimleri üç boyutlu hâle getirip görebiliyorsunuz. Neredeyse onun gerçek hâlini Ulu Camii’de görebiliyorsunuz.
Coğrafya açıdan baktığımızda ise -ki bu araştırmanın önemli bir konusu- uzayı ve yıldızları kullanarak camiinin coğrafi konumunu bulduklarını varsayıyorum. Tarih boyunca sadece Türkler değil, dünyadaki diğer uygarlıklar da astronomiyle ilgilenmişler. Gerek yön bulmak için gerekse kültürel-inançsal anlamda uzayı incelemişler. Örneğin Türkler Kutup Yıldızı’nın değişmezliğini detaylıca ele almışlar kültürel olarak. Nitekim Türklerin Orta Asya’daki Şamanist geleneğine ve inancına baktığımızda bir hayat ağacı kavramıyla karşılaşıyoruz. Bu hayat ağacı, Kutup Yıldızı ile bağlantılı olarak yeryüzü ve gökyüzü arasında bir asansör görevi görüyor. Zaten Kutup Yıldızı’na “Demir Kazık” deniliyor ve eğer yeri değişirse kıyametin kopacağına inanılıyor. Orta Asya’daki o Şamanist inanç, Türk İslam kültürüne de mükemmel bir düşünceyle yerleşiyor. Yeryüzü ile gökyüzü arasında yine bir bağ kuruyor. O bağ, Allah’ın bize göndermiş olduğu Kur’an ayetleri oluyor. Ayetler bizi, bir asansör gibi, bir hayat ağacı gibi bu evrenden cennet âlemine iletiyor. O yüzden Selçuklu dönemi eserlerinde hayat ağacı kavramıyla sıklıkla karşılaşıyoruz. Ne kadar Şamanist bir gelenekten gelmiş olsa da yeni bir düşünceyle sanatta sürekli hayat ağacı desenini kullanıyorlar.
“Kültürel anlamda Selçuklu gelişmeye oldukça açık bir medeniyetti”
Buradan da kültürün toplumsal pek çok olguyu içinde nasıl barındırdığını görüyoruz. Yani sadece astronomiyle olan ilgiden ziyade kültürden de gelen bir bağ var. İbadethanelerin de inşa edilme biçiminde toplumun yapısını, düşünce dünyasını kültürüyle olan ilişkisi noktasında nasıl değerlendirebiliriz? Divriği Ulu Cami'de kültüre dair başka neler bulabiliriz?
Bu konuya şöyle bir açıklık getireyim. Bir topluluğu bir araya getiren bazı özellikler var. Bunlardan bir tanesi inanç, bir tanesi dil, bir tanesi de kültür birliği. Bunlar bir araya geldiği zaman o topluluk, bir toplum, bir millet hâline geliyor. M.Ö. 1200’lerde kurulan ve daha önce dağınık hâlde bulunan Yunan medeniyetine baktığımızda Yunanlılar bir toplumu oluşturabilmek için -dil birliği zaten oluşmuş durumda- kültür ve inanç birliği oluşturmak adına bir mitoloji ortaya koydu. Bu onların inanç sistemini oluşturuyordu. Yunanlılar buna inanarak bir toplum oluşturdular. Yunan ülkesinde nereye giderseniz gidin aynı mitoloji inancına sahip insanlarla karşılaşırsınız. Yunan eserleri de dışları tamamen süslü, içi çok sadedir. Buradaki amaç; insanları ibadethanelerin etrafında toplayacak, sosyalleşmeyi sağlayacak bir yapıyı oluşturmaktır. Dolayısıyla bu binaların dış cepheleri çok şaşaalı ve süslü inşa edilir.
Anadolu Selçuklu medeniyetinin buna ihtiyacı var mıydı? Yoktu. Zaten dil birliği, inanç birliği, kültür birliği vardı. Dönemin eserlerine baktığınızda Selçukluların vizyonunu da görüyoruz. Zira kültürel anlamda Selçuklu gelişmeye oldukça açık bir medeniyetti, İslam felsefesini her alanda görmek mümkündü. Mimari açıdan gerek genel planıyla gerekse dış cephe süslemeleriyle insanları sadece ibadethane içerisinde değil, ibadethanenin dışında da toplayan, orada da sosyalleşmeyi sağlayan bir yapıya sahipti. Bu noktada Anadolu Selçuklu mimarisinin düşünce sistemiyle Yunan mimarisininkini birbirine benzetiyorum. Osmanlı maneviyat açısından daha içe dönük bir yapıya sahipti. Zira daha kurumsal bir devletti. Bu sebeple Osmanlı eserlerinin içi dışına göre daha şaşaalıdır. Dışı çok sade ve mütevazıdır. Dolayısıyla bir Anadolu şehrine, kasabasına gittiğimizde oradaki eserlerin hangisinin Osmanlı, hangisinin Selçuklu eseri olduğunu ayırt etmek kolaydır.
Avrupa’daki yapıların bazıları çok korkutucudur. Özellikle Gotik Dönem’in yapıları insanları ezer. Yüksek kapılardan geçerken insanlar ezilirler, içerideki heykellerin heybeti insanları korkutur. Vitraylardan sızan ışık huzmeleri ruhani bir boyut katar mekâna, bu sebeple insanlar üzerinde bu yapılar psikolojik bir baskı uyandırır. Ama Selçuklu veya Osmanlı yapılarına girdiğinizde içiniz ferahlar. Çünkü fazlasıyla davetkârdır. İnsanlar sadece orada ibadet etmezler; şifahanede tedavi olurlar, medresede eğitim görürler. Ayrıca ibadethanenin önünde insanların toplandığı, birbiriyle sohbet ettiği bir alan da vardır. Dolayısıyla sosyal olarak yaşayan yapılardır Selçuklu ve Osmanlı eserleri. Çok sıcaktır öncelikle. Hiçbir insanı kendisinden uzaklaştırmaz bu yapılar.
Ayrıca Anadolu’nun tam ortasında belli bir zamana kadar belki de hiç kimsenin bilmediği, sadece demir madeninin çıktığı bir toprakta böyle bir eserin olması çok ilginçtir. Ticaret yollarının kesişim noktalarından biri olması bunda etkili olabilir. Divriği Ulu Camii’nin bir de şöyle bir güzel tarafı vardır. Mengücek Beyliği döneminde ibadethane tarafını Ahmet Şah, şifahane tarafını da onun eşi Melike Sultan yaptırmıştır.Yani yapılmasında bir hanımefendinin etkisi ve katkısı olmuştur. Sadece türbelerden iki tanesi Divriği Ulu Camii'nden eski. Diğer türbelerin mezarları daha eski de olabilir, camiden kırk-elli sene sonra da yapılmış olabilir. Bu türbeler aracılığıyla caminin coğrafi konumu belirlenebiliyor. Bununla ilişkili tabii başka türbeler de var ama en çok Divriği Ulu Camii’ye yakın olan türbelerden yola çıkarak ben bu sonuca ulaştım. Kesin bir yargıda bulunabilmek için astronomi ve harita uzmanlarının araştırması gerekiyor. Benim çalışmam onlar için bir kapı aralayacaktır. Zira önemli bir örtüşme söz konusu, tesadüf olma olasılığı çok düşük. Araştırılması lazım.
“İnsanların popüler hikâyelere ihtiyaçları var”
Bu teorinin başka örneklerini Anadolu’daki diğer yapılarda da keşfedebilir belki. Dediğiniz gibi toplumun inanç sistemleriyle de oldukça ilişkili bir durum bu. Mısır piramitlerinin de Firavun’un ölüm ve doğum zamanına göre belli yıldızlarla ilişkili olarak inşa edildiği iddia ediliyor. Bu elbette bir kültürel olguya da işaret ediyor, bir mitoloji üretiyor. Bizde de böyle bir dayanak var mı? Divriği Ulu Camii’ndeki türbelerin belli yıldızları gösteriyor olması toplum ve dönem açısından bir şey ifade ediyor mu?
Bu daha çok Ulu Camii’nin bahsettiğim gibi coğrafik kurumunun ve kıblenin yönüne göre yerinin ayarlanmasıyla alakalı olabilir. Tabii şöyle bir söylenti de var. Şifahane tarafında havuza düşen ışığın karşı tarafta saati gösterdiğini, saat dilimlerine işaret ettiği söylenir. Bu elbette gözlemlediğimiz veya kanıtladığımız bir şey değil. Aynı şey Siirt’in Tillo kasabasında İbrahim Hakkı Hazretleri’nin kendi hocası için yaptırdığı türbe için de söylenir. Ekinoks günlerinde güneş ışıkları doğrudan türbeye düşer, bu şekilde hesaplanarak yapılmış bir yapıdır.
Mesela Mısır piramidinin bazı geometrik hesaplamalarla güneşe olan uzaklığının eşit çıktığı söyleniyor. Ama Mısırlılar o noktaya gelene kadar pek çok denemeler yapmışlar. İlk yapmış oldukları piramitler “mastaba” denilen basamaklı yapılardı. Tam bir piramit hâline gelene kadar çok zaman geçti. O muhteşem üç piramidin -Keops, Kefrem ve Mikerinos- yapılması, o süreçte geliştirdikleri başarıyla ilgili. Dediğim gibi, eserleri zaman ve mekân açısından değerlendirmek gerekir. Örneğin Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosuna bakıyorsunuz, bugünkü sanatçılar isteseler aynı teknikleri kullanabilirler. Ama zaman ve mekân olarak incelediğinizde 1450’li veya 1480’li yıllarda o resmin ortaya çıkması büyük bir başarı. Biz o zamanda olsaydık bunu yapabilir miydik? İşte başarı orada ortaya çıkıyor. Mısır piramidi için de üç küsur tonluk devasa kayaları üst üste dizerek o yapıların inşa edilmesi insanlık tarihi için büyük bir başarı. Buna benzer çok örnekler var. Piramitlerden önce zigguratlar var biliyorsunuz Sümer medeniyetinde. Aynı şekilde Babil Kulesi de öyle… Babil Kulesi hep bir kule olarak hayal edilir ama aslında devasa bir ziggurattır, devasa bir piramittir. Yani bir mezar anıtından ziyade bu eserler, dağlık kesimden gelip düz ovalara yerleşen insanların inançları doğrultusunda inşa ettikleri tapınaklardır aslında.
Divriği Ulu Camii de kendi şahsına münhasır hem şifahane hem ibadethanenin bir araya geldiği ve üstü kapalı bir yapı. Avlusuz, iki katlı ve içerisinde türbesinin bulunduğu, tedavi alanlarının olduğu, sesle insanların rehabilite edildiği, havuzunun olduğu güzel bir mimari eser. Yapının her yerinde ince işçilikler, müthiş geometri söz konusu. O süslemeler olmasa da o binanın inşası söz konusu olabilirdi ama ince ayrıntısına kadar işlemişler desenleri. Tüm bu işlemeler de Anadolu Selçuklu’nun İslam felsefesiyle bütünleşik medeniyetinin güzel örnekleri olarak çıkıyor karşımıza. Mesela Şifahane Kapısı'nın bir Gotik yapıda olduğu, diğer kapılarının da Barok tarzında olduğu söylenir. 1200'lü yıllarda Barok diye bir şey yok ortada. 1600'lü yıllarda çıkıyor Barok mimari. Tabii bu sanatsal bir benzetim. Ben buna karşıyım. Yani Barok tarzı yerine Anadolu Selçuklu tarzı dememiz lazım. Fakat Gotik tarzı yerinde bir benzetme olabilir. Çünkü kendi dönemini yansıtıyor. Zira Avrupa Gotik Dönemi’ni yaşarken 1200’lü yıllarda, mimari açıdan benzer kapı örneklerini Divriği Ulu Camii’nde görebiliyoruz. Bunda Haçlı Seferleri’nden sonra Avrupa’ya dönmeyip Anadolu’da kalan mimarların da etkisi olduğu düşünülüyor. Kesin bir bilgi olmasa da böyle bir kültürel etkileşimin yaşanma olasılığı söz konusu.
Ayrıca Anadolu'da bu tarz bir mimariyi yapan bir esnaf grup da var. Anadolu’yu dolaşıyorlar ve birbirleriyle etkileşim hâlinde hareket ediyorlar. Çünkü mimaride benzer örnekler var. Örneğin Sivas’taki medreselere, diğer şehirlerdeki han, kervansaray ve dış cephe süslemelerine baktığımızda benzer özellikleri görebiliyoruz. Yine güneş ve ay temsillerine, bu temsillerle özdeşleşen kadın ve erkek yüzleriyle karşılaşabiliyorsunuz. Sanatsal bir benzerlik var o dönemde ve büyük ihtimalle bahsettiğim gibi birbiriyle etkileşim hâlinde olan bir mimar grubu bunda etkili olabilir diye düşünüyorum.
Son olarak bir şey söyleyeyim. Divriği Ulu Camii, herkesin hayranlıkla baktığı bir yapı. Yapmış olduğum bu çalışmam, ayrıca Divriği Ulu Camii’ni gündeme getirir diye düşünüyorum. Zira insanların da biraz böyle popüler hikâyeye ihtiyacı var sanıyorum.