16 March 2025

Yapay zekânın suni kadrajından: M Hotel

Geçtiğimiz günlerde tamamı yapay zekâ araçlarıyla çekilen “M Hotel” Türkiye’de vizyona girdi. Artık hayatımızın her alanında yapay zekâ üretimine dair bir şeyler görmeye alışır hâle geldiğimiz bu dönemde biz nasıl bir seyirciye dönüşüyoruz?

14 Mart 2025’te Türkiye’de tamamı yapay zekâ araçlarıyla üretilen bir film olan “M Hotel” sinemalarda gösterime girdi. Changik Jeong’un imzasını taşıyan film, yapay zekânın hikâye anlatıcılığı bakımından görsel ve anlatı dilinde sunduğu yeni olanakları bünyesinde barındırıyor. Ondan fazla yapay zekâ aracı kullanılmış filmde. Karakterlerin tipolojisi, diyalogları, jest ve mimikleri, mekân yaratımı, ışık ve ses tasarımı, soundtrack kullanımı, kadraj açıları, kurgu ve hikâye yapay zekânın dizaynından geçiyor. Filmi film yapan tüm bu unsurları suni bir alaşımdan izlemek hakikaten hem ilginç bir deneyim yaşatıyor hem de yabancılık hissi uyandırıyor. Bize ait olmayan bir dünyanın içine yanlışlıkla düşmüşüz gibi… Ben izlerken bu hissiyattan sıyrılamadım, diğer seyircilerin düşüncelerinden habersizim tabii.

Peki, yedi dakika süren bu garip dünyada, bize neler anlatılıyor? Bir şair veya bir sanatçı varsa ortada eğer; ne demek istiyor izlettiği hikâyede? Gelin şu yedi dakikada olanları birlikte düşünelim… Olay; evsiz, yaşlı bir adamın lüks bir şehrin arka sokaklarında dolaşırken tesadüf eseri bulduğu bir anahtarla başlıyor. Bu anahtarın sahibi ise M Hotel. Yaşlı adam da anahtarın ait olduğu bu otelin odasına girmeye karar veriyor ve açtığı kapının ardında serilen konforun mutluluğunu yaşıyor. Rahat bir yatak, sıcak suyla doldurulmayı bekleyen bir küvet… Hemen küvete giriyor ve fantastik anlar böyle başlıyor. Antik Çağ’dan fırlayan gladyatör, Orta Dünya’dan çıkagelmiş bir elf edasında süzülen prenses, Eskimo, Buda, sıradan bir memur, köpek ve küçük fotoğrafçı çocuk… Sırayla ziyaretçileri oluveriyor. Konukların bazısıyla kısa da olsa sohbet dahi ediyor… Sonunda bir hatıra fotoğrafı bile çekiliyorlar, yaşlı adam hâlâ küvetteyken. Ardından bu durumun absürtlüğünden kahramanı da rahatsız etmek yapay zekânın aklına gelecek ki durumu sorgulatmak adına adamı resepsiyona gönderiyor. Resepsiyonistin açıklamalarına göre; oda aslında kişinin geçmiş yaşamları arasında kurduğu bir geçit; öldüğünde bir çeşit reankarne sürecinden geçebilmesi ve yeni hayatına başlayabilmesi için kendisine verilen bir alan sadece. Odada karşılaştığı bu insan ve hayvanlar da dolayısıyla adamın eski yaşamlarına ait kimliklerin birer görüntüleri... Bu keşif, adamın odaya yeniden çağrılmasındaki gizemi de anlamasına yarıyor ve öldüğünü fark edip kendisine ayrılan bu alana dönmek üzere resepsiyondan ayrılıyor. Bir döngünün başlangıcına doğru hikâye sonlanıyor ve etraf kararıyor.

Evet, olay örgüsü böyle tamamlanıyor filmin. Dışarıdan bir gözle izlerken olan biteni, sesleri genellikle kahramanların zihinlerinden duyuyoruz. Diyalogları bile zihin akışları arasından takip ediyoruz; öyle ki iç sesin yankılı vurguları monologla diyalogu birbirine karıştırmamıza sebep oluyor. Tabii bu kafa karışıklığındaki en büyük etken; yapay zekânın insanların jest ve mimiklerine, tepkilerine, duygularına olan yabancılığı. Bu yabancılık bizi hikâyenin dışına itiyor. Bize ait olmayan donuk bir dünyada izleyici olarak dahi var olamıyor, ağırlanamıyoruz. Sanırım, yapay zekânın onun da içinde bulunduğu bu dünyaya dair öğrenmesi gereken daha çok şey var.

Tüm bunlara rağmen “M Hotel”; Busan Uluslararası Yapay Zekâ Film Festivali’nde (BIAIF) Jüri Özel Ödülü’nü, New York AMT Uluslararası Film Festivali’nde AI yarışma kategorisinde büyük ödülü ve Cannes World Film Festivali’nde ise En İyi Film Ödülü’nü kazandı; Venedik Uluslararası AI Film Ödülleri’nde ise finale kalan on film arasında yer aldı. Elbette yapay zekânın gelişimi adına önemli bir adım ve teşvik niteliğinde bu tür girişimler ve ödüllendirmeler. Ama sanatsal ve düşünsel alana dair üretimin mahiyetine yönelik diğer boyutları da göz önünde bulundurmak önemli sanki… Yapay zekâdan beklentilerimizi belki burada yeniden sorgulayabiliriz.

Bu bir yarış mı? Duyguların olmadığı bir yerde…

Hatırlarsanız, yakın zamanda özellikle de siyasi ya da popüler kültür içerisinde ünlü isimlerin görselleri ve sesleri kullanılarak yapay zekâ tarafından manipüle edilmiş yeni video içerikleri gündemdeydi. Aklımızda en son kalan Trump ile Zelenski’nin istenilen her türlü vaziyette videolarının oluşturulmasıydı. Binlerce, milyonlarca insanın izlediği, hatta belki de -çeşitli unsurları fark edemeyerek- gerçek sandığı videolardı bunlar. Gerçek olmayan, gerçekliğin de manipüle edilerek sunulduğu görüntülerin sadece bir örneğiydi tabii. Şantaj, yanlış bilgi, dolandırıcılık elbette yapay zekânın sorumluluğuna ait sorunlar değil. Verilen komutu sorgulamak, etik değerlere uygun hareket etmek; çoğu insanın bile gerçekleştiremediği bir reaksiyon olduğu için suçu yapay zekâya atmak sadece günah keçisi aramanın bir tezahürü olsa gerek.

“İşimizi elimizden alacak” endişesi de bu günah keçisine yüklenen korkulardan biri. Sanayi Devrimi’nde makinelere yapılan muamele Dijital Çağ’da yapay zekâya mal ediliyor sadece; olan bu. Asırlar önce nasıl ki insanın iş gücüne muhtaç olarak o makineleri kullandık; bugün de yapay zekâ üretiminde insanın yaratıcılığına, özgün fikir üretme kabiliyetine, düşünmesine, duygulanımına, tecrübesine ihtiyaç duyuyoruz. İşimizi ilerleyen süreçlerde elimizden alır mı, yoksa daha kolay bir hâle getirmek için sadece bir yardımcı araç olarak mı işlev görür, bunu ancak gelecek gösterecek. Ama işin niteliğini, anlamını belirleyen; çağlar, milatlar, medeniyetler öncesinin mirasını toplumsal belleğinde tutan yine insan olacak, işte bu kesin. Tekniğin bilimsel kabiliyeti; insanın sanatsal yaratımındaki sihirle birleştiğinde ancak önemli projeler, eserler, üretimler bir şeylere dokunabilir. Yoksa sonumuz Matrix gibi mi olur? Olur mu? Belki…

Bizim yerimize düşünmesini, yapmasını, icat etmesini, üretmesini, hatta sorumluluk almasını beklediğimiz yapay zekâ pek çok açıdan bu minvalde tartışmaları gündeme getiriyor zaten. Etik kaygıları olmayan (bu konuda aslında toplumun da bir yansıması olan), komutların niyetini ve manipüle edilmeye açık verileri ayırt edemeyen bir aygıtın dünyaya neler yapabileceği konuşuluyor bir yandan. Sanki çoluk çocuk demeden binlerce insanı katleden yine insan değilmiş gibi… Bir yandan savaş teknolojisinden kurumsal hayata, bilimsel alandan sanata; tıp, sağlık, hukuk, eğitim, finans, otomotiv sektörüne kadar geniş çerçevede yapay zekânın veri gücünden yararlanmanın yaratacağı konfor ve hızdan bahsediliyor. Akıllı araçların kontrolden çıkabileceği, yaratıcılığın standartize hâle gelebileceği ihtimalleri peşi sıra sıralanıyor bu bahislerin ardından.

Diğer yandan bu aygıtla üretilen her metanın karşılık değerinin kime ait olduğu tartışılıyor; telif meseleleri, intihal suçları, emek sorunsalları, vs… Temelde de duygudan yoksun bir aygıtın insan hayatındaki dokunuşundan beklentileri yer alıyor. “M Hotel” sadece bir örnek, bana kalırsa yapay zekâdan beklentilerimize yönelik sorguları sanatsal boyutta açabileceğimiz iyi bir örnek hatta. İnsana ait olmayan bir dünyanın kati varlığıyla yüzleştiriyor çünkü. Şaşkınlık, hüzün, mutluluk, kaygı, öfke, heyecan gibi kişiden kişiye değişen biricik ve özel duygular olmaksızın ortaya konulan bu üretimler; insana olan ihtiyacımızı yine kanıtlar nitelikte gözümüzün önüne seriliyor. İnsanın yaratıcı fonksiyonuna, düşünme edimine her daim muhtaç olacak bir alanın sınırlarına karar vermek gerekiyor; endişe ve kaygıları kendi değerlerimize dönüp bakarak ölçmemiz gerekiyor. Bu bir yarış mı? Sanmam… Kalbe, ruha, hayata dokunmak hâlâ insanın elinde…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...