13 March 2025

Wagner gibi yazmak: Mehmet Genç

Osmanlı iktisat tarihi üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan Mehmet Genç’in aramızdan ayrılmasının üzerinden dört yıl geçti. Osmanlı tarihinin üç temel problematiğine ve Mehmet Genç’in akademik kariyerine yakından bakmaya ne dersiniz?

“Benim çalışma ve yazma tarzım, elinizdeki örneklerin de göstereceği gibi, ilmin oldukça dar tuttuğum sıkı sınırlarının dışına çıkmamaya çalışmaktır. Benim milliyetçilik anlayışıma uygun olanı budur. Türklerin her alanda en iyiyi yapmalarını, başarmalarını istemek mümkünse, buna örnek vermeye çalışmak.” Mehmet Genç

2015 yılında Bilim ve Sanat Vakfı’nda (BİSAV) “Türkiye'de Tarih ve Tarihçilik” başlıklı bir seminere katıldım. Derslikte hocanın sorduğu ilk soru “Aranızda Gogol’u okuyan var mı?” oldu. Kimseden ses çıkmayınca “O hâlde ben size ne anlatacağım?” dedi. Herkesi dumura uğratan bu sözlerin sahibi, Mehmet Genç’ti.

Dersten sonra hocaya “Master tezi olarak Birinci Meclis’i çalışacağım” deyince “en demokratik meclis” diye karşılık verdi. Hocaya “Tez konusu önerir misiniz?” dediğimde kendine has felsefi tavrıyla “Adamın biri uçurumun kenarında aşağı bakıyor” diyerek çalışacağım konunun zorluğuna dikkat çekmişti.

Mehmet Genç, 4 Mayıs 1934’de Artvin-Arhavi’nin Kemerköprü Köyü’nde 4’ü kız, 3’ü erkek 7 çocuğun en küçüğü olarak dünyaya gelir. Doğduğu günlerde babası Ali Rıza Bey bir kan davası yüzünden yargılanmaktadır. Ortaokulu 1949’da Hopa’da bitirir. Haydarpaşa Lisesi’nden 1953’te, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1958’de mezun olur. Kısa bir süre Ankara Valiliği’nde maiyet memurluğu ve Şereflikoçhisar kazasında kaymakam vekilliği yapar. Ardından 1960’ta girdiği İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nde iktisat tarihi asistanı olarak Ömer Lütfi Barkan ile çalışır. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlar. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü’nde emekli oluncaya dek pek çok öğrenci yetiştiren üstat, Osmanlı İktisat Tarihi üzerine lisans ve lisansüstü düzeyde dersler verir. 1999 yılında emekli olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde ve İstanbul Şehir Üniversitesi İnsani Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü’nde lisans ve lisansüstü dersler verir. 1973’ten itibaren Osmanlı İktisat Tarihi alanında millî ve milletlerarası birçok seminer ve toplantıda tebliğler sunan Mehmet Genç’e, altmış dört yaşındayken Baykan Sezer’in teşebbüsüyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü tarafından şeref doktorası verilir. Ayrıca Zeynep ve Elif Süreyya adında iki kızı vardır.

Osmanlı arşivi okyanustur

Mehmet Genç’in başından bazı tatsız olaylar da geçmişti. İktisat tarihinin özlediği teorik bir çalışmayı değil, ayrıntılarla uğraşmayı gerektirmesi; Mehmet Genç’te ciddi bir buhrana yol açmış, hatta bir iki ay Ayhan Songar’ın kliniğinde yatmak zorunda kalmıştı. Osmanlı kolay lokma değildir.[1] Araştırmaya Osmanlı arşivine girmekle başlayanlar vardır. Arşivi okuyarak ilim yapmanın imkânı yok. İnsan daha evvel ne yapacaksa ilmini öğrenmiş olmalı. Arşiv bir okyanustur. Okyanusun hangi kaynağını nasıl kullanacağınızı bilmek lazımdır.[2]

Mehmet Genç’in gözünden Osmanlı arşivini kısaca tanıyalım: “Osmanlı arşivi, Osmanlı bürokrasisinin yüzyıllar süren faaliyetinden doğan çok önemli bir yan ürünüdür. Osmanlı hayatının en yüksek ve genel düzeyinden, en küçük güncel ve bireysel ayrıntılarına kadar çok büyük bölümü bu arşivde belgelenmiştir. Arşiv demek, devlet demektir. Devlet varsa ve ne kadar varsa, arşiv de aynı oranda vardır. Bu, resmî belgeler bakımından olduğu kadar, özel olanları için de geçerlidir. Osmanlı Devleti tarihin sayılı büyük ve uzun ömürlü devletlerinden biri olduğu için ondan kalan arşiv de dünyanın sayılı, zengin arşivlerinden biridir.”

Arşivde karşılaşacağımız ilk seri, “mühimme defterleri”dir. Osmanlı Devleti'nin en yüksek karar organı olan Divan-ı Hümayun'un verdiği hükümleri ve emirleri ihtiva ederler. Divan-ı Hümayun (bugünkü kavramlarla ifade edersek) yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin tümünü bünyesinde toplayan bir organ olduğu için bu hüküm ve emirler de devlet ve toplum hayatının hemen hemen bütün yönlerini kucaklar. 16. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar, yaklaşık 350 yıl boyunca bazı kısa kesintiler dışında standart bir seri hâlinde 266 ciltten oluşan bu defterlerden devlet kuruluşlarının işleyişinde, birbiri ile bağlantılarında ve özellikle toplumla ilişkilerinde Osmanlı Divanı’nın ne tür problemlerle karşılaştığını, bunlara nasıl çözümler getirip ne gibi kararlara varmış olduğunu öğreniyoruz. Başlangıçta devlet ve toplum hayatı ile ilgili çok çeşitli konuları ihtiva eden “nıühimme defterleri”; zamanla faaliyet, ilişki ve ihtilafların hacmindeki büyüme sonucu bir nevi uzmanlaşma ile daha ziyade devleti doğrudan ilgilendiren konulara inhisar ettirilmiş ve fertlerin birbirleriyle veya devlet görevlileriyle olan ihtilaflarına ait karar ve hükümler “şikâyet defterleri” adı ile ayrı bir seriye devredilmiştir. 1650 yılından 1737'ye kadar 213 ciltten oluşan şikâyet defterleri de -bu tür ihtilaf ve sorunların hacmi çok büyüdüğü için- 1740'lardan itibaren her eyalet için ayrı birer seri hâlinde gruplandırılarak “ahkâm defterleri” adını almıştır. Devletin veya onun adına hareket eden görevlilerin nispeten daha az söz konusu olduğu, daha ziyade fertler arası ilişki ve ihtilaflar ise kadı mahkemelerine ait “şer’iyye sicilleri”nde yer alır.

Osmanlı sistemini dengeli ve ihatalı şekilde kavramak zordur

Osmanlı kadılarının karar ve hükümlerini ihtiva eden bu siciller, 20.000 cilde yakın hacmi ile arşivimizin dikkate değer önemli bir serisini teşkil eder. Bütün bu seriler mühimme, şikâyet, ahkam ve nihayet şer'iyye sicilleri bize, Osmanlı dünyasını tanıtan çok önemli kaynaklardır. Ancak bunların hepsinde az veya çok hâkim görünen ortak özellik; doğrudan veya dolaylı, fiilî veya potansiyel olarak ihtilaflarla alakalı bulunmalarıdır. Potansiyel veya fiilî ihtilaflar, normal olarak sistemin aksayan yanlarını vurgulamaya, onları öne çıkarmaya eğilimlidir. Onun için yalnız bu tür serilere dayanarak Osmanlı sistemini dengeli ve ihatalı şekilde kavramamız çok zordur.

Bugünün bilimsel gereksinimleri bakımından geçerli olan bu gerçeği, Osmanlı bürokrasisi de kendi fonksiyonlarını hakkı ile yerine getirebilmek üzere ihtiyaç duyduğu enformasyon açısından hissettiği için ihtilaflar alanı dışında, değişik düzeydeki sırf objektif durumları tespit eden belgeler de vücuda getirmiştir. Bunların başında “tapu tahrir defterleri” gelir. Geniş imparatorluğun en uzak köylerine kadar mevcut bütün aileleri, yetişkin erkek nüfusu, sosyal statüsü ve sahip bulunduğu arazi miktarı ile tespit ettikten sonra yerleşme birimi olan köy veya mahalleye ait vergi meblağlarını toplu olarak kaydeden bu defterler 15. yüzyıldan itibaren meydana getirilmeye başlanmıştır. 

Objektif durumu tespit eden belgeler arasında, devlet gelirleri ile ilgili verileri ihtiva eden “mukataa defterleri” diğer bir önemli seriler grubudur. Grup olarak niteliyorum; çünkü bir değil, birçok türe ait binlerce ciltten oluşan milyonlarca sayfalık muazzam bir koleksiyonu oluştururlar. Ülkedeki iktisadi faaliyetlerin bölgelere göre ziraat, sanayi, esnaflık, ticaret, ithalat, ihracat gibi çeşitli faaliyet dallarından hazineye intikal eden vergi akışına ait bazen yüzlerce yıla yayılan uzun vadeli standart kayıtları ile bütün bu sektör ve faaliyetlerdeki değişmeleri izlememize imkân veren “mukataa defterleri”, iktisat ve maliye tarihi, hatta sosyal tarih bakımından paha biçilmez birer bilgi hazinesidirler.

İslam medeniyet dünyasının yegâne sistematik arşivi

Mehmet Genç burada önemli bir tespitte bulunur: “Osmanlı dünyasında ticaret ve sanayinin gayrimüslimlerin elinde bulunduğu, Türklerin askerlik ve çiftçilik dışında önemli bir faaliyet göstermediği hakkında, yakın zamanlara kadar yaygın bulunan kanaatlerin gerçeklere pek uymadığı ortaya çıkmaktadır. Bu gümrük defterleri sayesinde öğreniyoruz ki Türkler askerlik ve çiftçilikte olduğu gibi ticaret ve sanayide de 19. yüzyıla kadar hâkim bir rol oynamakta idiler.”

Osmanlı’dan bize kalan muazzam belge okyanusunun kıyısında yaptığımız bu küçük gezintinin sonunda Osmanlılar hakkında bir genel değerlendirme yapmak istersek, onların sadece askerî güçle hâkim oldukları hakkındaki yaygın kanaatin gerçeğe pek uymadığını, askerî güçle birlikte, bu gücü besleyen, destekleyen zengin ve karmaşık bir hukuki ve sosyal düzeni belirli bir iktisadi zemine dayandırmış olduklarını ve bunların askerî güç derecesinde, hatta daha önemli bir fonksiyon ifa ettiğini ifade edebiliriz. Bütün bunların beyni mesabesinde mükemmel bir bürokrasiye sahip olduklarını da eklemeliyiz. Çünkü bütün bu belgeler o bürokrasinin eseridir.

Osmanlı arşivi; atalarımızın nasıl yaşadığını, neleri nasıl ve ne kadar ürettiğini, neler düşündüklerini, ne tür problemlerle karşılaştıklarını ve bunları çözmek üzere hangi kurumları geliştirmiş olduklarını bize bütün zenginliği ve ayrıntıları ile anlatan verilerle dolu bir büyük hazinedir. Bütün bu verilerin yalnız Türkiye'nin değil, Osmanlı sınırları içinde yüzyıllarca kalmış olan Balkan milletleri ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin tarihi için de söz konusu olduğu düşünülürse, arşivimizin uluslararası değerinin büyüklüğü daha iyi anlaşılır.

Son olarak Osmanlı arşivinin bir özelliğini de eklememiz gerekir. Bu da onun bütünüyle İslam medeniyet dünyasının yegâne sistematik arşivi olmasıdır. İslam’ın doğuşundan bu yana geçen 1400 yıla yakın tarihi içinde çeşitli düzeylerde pek çok siyasi örgütlenme ve devletler gelip geçmiştir. Ancak bunların hiçbiri Osmanlı arşivi ile karşılaştırılabilecek zenginlikte sistematik ve entegre bir arşiv bırakmamıştır.

Bu bakımdan İslam medeniyeti hakkında edebî-fikrî eserlerden sağladığımız çok kere şekli ve nazari bilgilerin ötesinde, bir İslam toplumunun nasıl bir sosyal ve iktisadi düzeni gerçekleştirdiğini, ne gibi problemlerle karşılaştığını, bu problemleri çözmek üzere ne tür zihni ve maddi kaynakları seferber ettiğini, hangi kurumları geliştirdiğini, İslam’ın ideal tasavvurlarını ne ölçüde gerçekleştirebilmiş olduğunu ve zaman içinde nasıl bir değişme süreci sergilediğini araştırmak, analiz etmek ve anlamak için başvurulabilecek yegâne kaynağı oluşturması “Osmanlı arşivinin değerini evrenselleştiren belki en önemli özelliğidir.”[3]

Akademik unvan edinmeyi bir kenara iter…

Mehmet Genç, akademik çalışmalarına 1960’ların başında, Türkiye’de iktisat tarihinin kurucusu Ömer Lütfi Barkan’ın yanında başladı. Akademiye intisap ettiğinde Genç’in zihnini meşgul eden temel mesele: Batı’da 17. yüzyıldan itibaren yaşanan medeniyet dönüşümünün, iktisadi tezahürleri ile bu tezahürlerin Osmanlı düzenine akislerinin ne olduğuydu. Böyle bir meselenin doktora tezi dâhilinde cevaplandırılabilir çerçevesi, “Sanayi Devrimi’nin Osmanlı Sanayii Üzerindeki Etkileri” başlığı altında 18. yüzyılın başından 19. yüzyılın üçüncü çeyreğini içine alacak şekilde formüle edilmiştir. Bu formülasyon içerisinde cevaplandırılması gereken sorular, Sanayi Devrimi’nin Osmanlı sanayisi üzerindeki etkilerinin alt sektörlere göre nasıl farklılaştığı, üretim kapasitesi ve kompozisyonunu ne şekilde ve hangi yönde değiştirdiği, devletin bu süreçte nasıl bir tutum benimsediği ve nihayet sözü edilen etkileşimler sonucunda Osmanlı sanayi sektöründe ne gibi değişimler yaşandığıydı.

Mehmet Genç, tezine 1962 yılında başladı. Osmanlı arşivine girmeden yabancı dildeki seyahatnameleri okuyarak ve Osmanlı vakanüvistlerinin kroniklerini incelemiş fakat elde ettiği verileri tatmin edici bulmamıştır. Yaklaşık beş sene süren arayışı sonunda nihayet Osmanlı arşivine girmeye karar vermiştir. Ancak doktora tezi yazma süresi bitmiştir. O ana kadar bulduklarıyla tezini hazırlayıp, sunabilme ve çalışmasına bundan sonra devam etme imkânına rağmen -ki Barkan da böyle yapmasını istiyordu- bu yolu tercih etmemiştir. O vakte kadar hazırladığı metne “Bu benim tezimdir” demeyi içine sindirememişti. Böylece Genç, akademik unvan edinmeyi bir kenara iter ve zihnini meşgul eden meseleyi çözmeyi tercih ederek Osmanlı arşivine girer.[4]

Mehmet Genç’in aslında ilk yazısı 1966’da kaleme aldığı “Nasyonal Sosyalizm” başlıklı yayımlanmamış yazısıdır. Vefatından sonra “Dergâh” dergisinde yayımlanmıştır. Ayrıca Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) İslam Ansiklopedisi’ne 8 madde veya madde bölümü yazmıştır.

Mehmet Genç, Osmanlı maliye kayıtlarında yıllık vergi meblağlarının 18. yüzyılın başından itibaren değişmez hâle gelişi problemini, ilk çalışması “Osmanlı Maliyesinde Malikane Sistemi” çözecektir. Bu çalışma ve onun devamı niteliğindeki “18. Yüzyıla Ait Osmanlı Mali Verilerinin İktisadi Faaliyetin Göstergesi Olarak Kullanılabilirliği Üzerine Bir Çalışma” isimli araştırması Türk iktisat tarihi alanında birkaç açıdan dönüm noktası olmuştur. Genç, Osmanlı’nın kendine özgü bir iktisadi sistemine sahip olduğunun altını çizerek, bu sistem içerisinde iktisadi kararları yönlendiren bir referans çerçevesinin temel ilkelerini ortaya koyar.

Bu ilkeler, Osmanlı iktisadi dünya görüşünü karakterize eden temel ilkeler olduğu kadar, devletin ekonomik hayattaki icraatlarının meşruiyet kıstaslarıdır. Sözü edilen çalışmalarda iaşecilik (provizyonizm), gelenekçilik (tradisyonalizm) ve vergicilik (fiskalizm) ile ifade edilen Osmanlı iktisadi dünya görüşünün ilkeleri, Osmanlı zihninin iktisadi fenomenleri idrak edişinin kategorileri gibidir.[5]

18. yüzyılının niteliğini sorgulayan ilk tarihçi

Mehmet Genç, 40 yıllık arşiv mesaisiyle vardığı noktada, araştırmacıları üzerine eğilmeye davet ettiği Osmanlı tarihinin üç temel problematiğinden bahseder. Bu problematiklerden ilki; nasıl olur da Osmanlı, 14. yüzyıldan 17. yüzyılın sonuna kadar nüfus, üretim hacmi, sermaye stoku, teknoloji ve enerji kapasitesi bakımından kendisinden en az 4-5 kat daha büyük olan Avrupa’ya karşı, Avrupa kıtası içerisinde ilerleme ve genişlemeyi sürdürebilmiştir?

İkinci problematik, 17. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı’nın Avrupa kıtasındaki ilerlemesi ve genişlemesi durmuş ve tersine bir trend başlamıştır. 1700’den 1921’e kadar 200 yılı aşan bir süre, Osmanlı için Avrupa’dan dönüşün tarihidir. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş, dünya coğrafyasında geniş müstemlekeler kurmuş ve daha önceki dönemle kıyaslanamayacak askerî güce kavuşmuş bir Avrupa karşısında Osmanlı Devleti, nasıl olup da Avrupa’daki genişleme hızına yakın bir tempo ile kıtadan geri çekilmiştir?

Osmanlı tarihinin üçüncü problematiği, Osmanlı sisteminin sanayi devrimini gerçekleştirememe nedenleri ve sanayi devrimini gerçekleştirememesine rağmen Osmanlı’nın bu kadar uzun süre Batı’ya karşı nasıl direndiğidir.[6] Edhem Eldem ise önemli bir tespitte bulunarak Mehmet Genç’in Osmanlı’nın “çöküş ya da bitiş” diye adlandırılan 18. yüzyılının niteliğini sorgulayan ilk tarihçi olduğunu belirtmektedir.

Bu kadar uzun süre, üstelik ters istikametteki katastrofik denebilecek değişimlere direnebilen bir düzenin tesadüfen ve kendiliğinden oluşmadığı açıktır. Osmanlılar sanki kendilerinden önce gelip geçmiş devletleri yıkılmaya götüren muhtemel tehlike unsurlarını dikkatle ayıklayarak yavaş yavaş, bir heykeltıraş sabrı ve titizliğiyle âdeta ölümsüz bir düzeni inşa etmek istemiş gibidirler ve kendileri bunun farkındaydılar. Bu sebepten dolayı kendilerine “Devlet-i Aliyye-i Ebed Müdded” adını vermekte, İslami tevazularına rağmen tereddüt etmemişlerdir.[7]

Mehmet Genç’in bakış açısından bir yazar ancak Wagner gibi yazdığı zaman yazmalıdır. Genç, zor yazmasıyla tanınır. Ancak bu, sadece yazılan bilimsel metinler için söz konusu olup önceden bahsedildiği gibi onun yazma konusunda taşıdığı mükemmeliyetçi bakış açısının sonucudur.[8]

1985 yılında kendisine Balıkesir’den bir mektup gönderen ve Erol Güngör ile dostluğu, niçin az yazdığı, yayımlanmış kitabının olup olmadığı ve milliyetçilik anlayışı hakkında sorular yönelten Hikmet adında bir okuyucusuna yazdığı ama göndermediği kısa cevapta, az yazmasını ilim ve milliyetçilik anlayışına bağlar. 30 Nisan 1985 tarihini taşıyan mektupta bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: “Benim çalışma ve yazma tarzım, elinizdeki örneklerin de göstereceği gibi, ilmin oldukça dar tuttuğum sıkı sınırlarının dışına çıkmamaya çalışmaktır. Benim milliyetçilik anlayışıma uygun olanı budur. Türklerin her alanda en iyiyi yapmalarını, başarmalarını istemek mümkünse, buna örnek vermeye çalışmak.”[9]

Son olarak Mehmet Genç 18 Mart 2021 Perşembe günü, bir buçuk yıldır akciğer kanseri tedavisi gördüğü Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. Ertesi gün Cuma namazını müteakip Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından aynı caminin haziresinde defnedildi.

Notlar:

[1] Beşir Ayvazoğlu, “Hac Yolunda Bir Karınca” Mehmet Genç İçin Bir Biyografi Denemesi, İslam Araştırmaları Dergisi, 46 (2021): s. 149.

[2] Sinan Çuluk, Tarihimize Işık Tutanlar: Mehmet Genç, Arşiv Dünyası, sayı: 8, s. 50.

[3] Mehmet Genç, İktisat Tarihi Bakımından Osmanlı Arşivinde Kısa Bir Gezinti, Baykan Sezer'e Armağan, Sosyoloji Yıllığı – Kitap 11, s. 287-294.

[4] Erol Özvar, Mehmet Genç: Belgeden Modele Uzanan Bir Portre, Doğu Batı, s. 144-145.

[5] Erol Özvar, agm., s.146-150.

[6] Erol Özvar, agm., s.154.

[7] Abdullah Mesud Küçükkalay, Kaotik Bilgiden Senkronik Bilgiye Bir İktisat Tarihi Teorisyeni: Mehmet Genç, Dîvân, cilt 12 sayı 22 (2007/1), s. 108.

[8] Abdullah Mesud Küçükkalay, agm., s. 128

[9]  (Beşir Ayvazoğlu, Mehmet Genç Niçin Az Yazdı?, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu XI, 15-16-17 Ekim 2021, Bildiriler III, s. 302)

 
 
 
 

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...