01 October 2024

Varlık=Zaman: Ölüme yönelik olma hâli

Netflix’de ikinci sezonuyla izleyicilerle buluşan "Pera Palas’ta Gece Yarısı" dizisi zaman ve zamanda yolculuk kavramlarını derinlemesine düşünmeye itiyor seyredenleri. Peki, hakikatte zaman ne? Zamanda yolculuk fikrinin cazibesi nereden geliyor?

Zaman kavramı, tarih boyunca felsefenin ana ilgi alanında yer alsa da insanlığın algılamakta güçlük çektiği hakikatlerin başında gelir. Zamanın klasik bir tanımını yapacak olursak, her bir varlığın birbirlerinin yerini alarak peşi sıra birbirlerine bağlandıkları sonsuz süre diyebiliriz. İçinde çevrelendiğimiz “gerçekliğimizin” uzamsal üç boyutunun yanında belirleyici olan dört taşıyıcı kolondan biridir zaman.

Anne rahmine düştüğümüz ilk andan itibaren bizi içine alan ve onsuz hareket edemediğimiz olgudur da aynı zamanda. Anne rahmindeki ilk fark ediliş, sayılan günler ve en nihayetinde her yıl üflenen mumlar… Her bir anımızda, düşüncelerimizde, sorgulamalarımızda merkeze oturan hakikattir zaman. Kutsal metinler kimi zaman yaradılışı bir süreç dâhilinde onunla izah ederler, kimi zaman da “Asr’a andolsun” diyerek onun önemine dikkat çekerler. İslam hadis külliyatının şaheserleri olan Buhari ve Müslim’deki “Sakın sizden biriniz ‘Vay dehre…’ diyerek sövmesin. Çünkü dehr ancak Allah’tır” hadisi de İslam inancında zamana verilen ehemmiyeti gözler önüne serer.

“Zaman yolculuğunun” ana prensipleri

Eşyayı algılamamızın ve onun hakkında düşünmemizin tek yolu bunu zamanda yapmaktır. Aksi takdirde algı bütünlüğünü korumak imkânsızlaşır. Aristo belki de zamanın hareketten doğduğunu bu sebeple iddia etmiştir, kim bilir… Yani madde yoksa zamanın bir anlamı yoktur Aristo’ya göre.

İnsanoğlunun zamanla meselesi hiç bitmez. Ölüm denilen sarsıcı ayrılık süreci insanın zamana karşı öfkeli olmasını da beraberinde getirir. Kaybettiklerimizi özleriz ve bir daha onlarla olabilmek için elimizde ne var ne yoksa vermeye hazırızdır. Bilim kurgu da insanın bu özelliğinden yararlanarak zaman yolculuğu teması üzerinden bir anlatı geliştirmiştir zaman içinde. Geçmişe dönmek, yaşanmasını istemediğimiz hadiselere müdahale etmek “zaman yolculuğunun” ana prensiplerindendir âdeta… Fakat ne hikmetse “kadere” müdâhil olunamayacağını anlar kahramanlarımız hikâyelerin sonunda. Ne yaparsak yapalım ya hadiselerin yaşanmasına engel olamayız ya da o hadisenin yaşanmasına engel oluruz ve çorap söküğü gibi daha olumsuz anların bir bir yaşandığına şahitlik ederiz.

“Türkler bilim-kurgu yapamaz” klişesine son!

Albert Einstein’ın genel ve özel bağlantılılık kuramlarında kanıtladığı gibi zaman, uzay ve hareket birbirlerine sıkıca bağımlıdır; bunların herhangi birini yerinden oynattığımızda içinde bulunduğumuz “gerçeklik” de ayağımızın altında kayıp gider. Netflix’de ikinci sezonu yayımlanan Pera Palas’ta Gece Yarısı isimli dizi de tam bu “hakikat” üzerinden zamanın akışına müdahale edilemeyeceğini, zamana müdahale eden kahramanlar üzerinden gözler önüne seriyor. Dizinin ilgi çekici yanlarından biri de son dönemin öne çıkan karakter oyuncularından Selahattin Paşalı’nın fevkalade oyunculuğu. Öyle ki bu oyunculukla güçlü olmayan ve zaman zaman da aksayan senaryonun açıklarını kapatıyor. Charles King'in diziyle aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan dizi bir anlamda “Türkler bilim-kurgu yapamaz” klişesine indirilmiş iyi bir tokat diyebiliriz. Elbette senaryonun tıkandığı ve kimi zaman bir el arabasıyla sürülüyormuşsunuz hissiyatı veren kısımları var. Fakat bir bütün olarak projeyi ele aldığınızda 11.22.63 ve Outlander tadı alıyorsunuz.

Zamanın hakikatini nerede ve ne zaman kavrayacağız?

Diziyi seyrederken Aristoteles’in lineer zaman akışını kabul etmeyen, başı ve sonu inkâr eden yaklaşımlarıyla semavi dinlerdeki zaman algısı arasında gelgitler yaşıyorsunuz. Sahiden her şeyin bir başlangıcı olsa o başlangıca hükmedilecek bir öncül noktaya daha ihtiyaç olmayacak mı? Bu döngü sonsuza kadar devam etmeyecek mi? Aynı hikâye başlangıçta olduğu gibi sonda da geçerli değil mi? Diziyi izlerken zamanda yolculuk fikrini özümsemeye çalışıyorum dediğimiz yerde Augustinus’in zaman tanımına derin bir bakış atmak gerekiyor. Zaman sonsuz olmayacağına ve yaratılmış -yani hâlik- olduğuna göre zaman gölgenin ta kendisi değil de nedir? Öyleyse zaman sadece bir hayalden mi ibarettir? Algılarımıza göre değişiyorsa “hakikatini” nerede ve ne zaman kavrayacağız? Geçmişte yaşananlar geçmişte kaldıysa, bugünün gerçeklerini de etkilemiyorlarsa ve geleceğinde olmadığını biliyorsak önemli olan “an”da kalmak değil midir? Esasında dizi tam da bu mesajın izleyiciye geçmesini istiyor. Augustinus’in zaman tanımına nazire yaparcasına zamana her müdahalenin başka sorunları beraberinde getirdiğini ve anın içinde kalıp ona değer vermenin kıymetini bizlere anlatıyor. Tıpkı Pesoa’nın dediği gibi; “Ben her zaman şimdiki zamanda yaşarım. Geleceği bilemem. Geçmişe artık sahip değilim…”

Dizinin her iki sezonunu da izleyip bitirdiğim akşam Heidegger’in “varlık eşittir zaman” yaklaşımına takıldı zihnim: to be ile to exist… O sebeple zaman dediğimiz kavram esasında varlığımız ile var olabilen, hatta belki de varlığın ta kendisi… Olmanın anlamı ölmek ile kaim değil midir? Ölmeseydik olduğumuz farkına varamazdık ki… O hâlde, sahici bir insan olmanın ne anlama geldiğini bilmek istiyorsak, yaşamlarımızı durmaksızın ölümümüzün ufkunda inşa etmemiz gerekir; yani ölüme yönelik olma hâlimizdir belki de hakikatin kendisi…

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...