
Umut dolu bir dua: Dileğin buysa gerçekleşecek
Müziğin ifade gücü elbette tartışmasızdır. Kulağa, yüreğe, zihne ayrı hitap eder. Duyguda ortaklık yakalarız dinlerken. Sting’in Inshallah şarkısı da bu ortaklığa vurgu yapıyor, mülteci sorununu dile getiren notalar bizi göçmen bir ruhun içine götürüyor.
Hayatımıza birçok ses eşlik eder. Gerek kendimize ait bir ritimde ilerleriz gerekse karmaşık bir ahengin parçası oluruz. Müzik bu seyirde acılarımıza, sevincimize, sakinliğimize, coşkumuza, bize dair her duygumuza dâhil olur; bir ifade biçimimiz hâline gelir. Hislerimize tercüman olsun diye çoğunlukla müziği seçeriz. Bazen bir şarkıda buluruz kendimizi… İsyanımızı, arzumuzu, hüznümüzü, dileğimizi, sevgimizi dakikalarla sınırlı birkaç melodi karşılar. Dinleyenlerin yüreğindeki bir yere dokunur, oraya seslenir o tınılar; düşünceler, fikirler dökülür; dolar, taşar, başka bir âlemde/insanda işitilir. İşitmenin çok ötesinden bir duyuyu titreştirir aslında. Bu yüzden kuvvetlidir etkisi; ninnilerin, ağıtların, türkülerin, şarkıların, dans ezgilerinin, enstrüman dokunuşlarının anlamları vardır.
Çağlar boyunca türler gelişir, değişir ama ifade etme gücü hep baskın kalır müziğin. İçinde bulunduğumuz dünyanın izlerini taşır; bireysel olduğu kadar toplumsal sorunlarımız, dertlerimiz de duyulur. Hep bir ağızdan söylediğimiz, mırıldandığımız, belki de haykırdığımız şarkılar; ortaklaştıran, birlikte olduğumuzu hissettiren bir anda toplar bizi. Belki nakaratta, belki temel ritimde, belki tek bir dizede, belki ıslıkla taklit ettiğimiz bir bölümünde… İnsanları o müzikal formun süresi boyunca bir araya getiren izlek; kimi zaman tüm bunlardan habersizce yaratılır, kimi zamansa bizzat o duyguları harekete geçirmek için. İlla protest müzik idealine sahip olması gerekmez, müziğin kendisi bu gücü zaten elinde bulundurur. Dile getirdikleri müziği daha da güçlü hâle getirirken otoriter bir rahatsızlık uyandırabilir zaman zaman. Eşitsizlikleri, savaşı, adaletsizlikleri melodik bir düzende ifade etmesi; müsebbip olanların kontrollerinin sarsılmasından, rıza mekanizmasının kırılmasından endişe duymalarına sebep olabilir. Yasaklamalar, susturmalar da bu endişeden kaynaklanır ya zaten.
Arı iğnesiyle yazılan notalar…
Gordon Matthew Thomas Sumner, bildiğimiz adıyla Sting de çoğunlukla böyle müziklerin popüler kültürdeki karşılığını üretir: aynı sistemde, aynı çarkları döndürerek fakat farklı şeyler söyleyip etki uyandırarak… Özellikle 1970’li yılların sonunda içinde bulunduğu The Police grubunda yaptığı şarkılarla dikkat çeker. Grubun duruşu, aldığı tavır; şarkıların sözlerine yansır. Dolayısıyla kamuoyunun sesini belirleme misyonunu üstlenmiş BBC’den yasak ve sansür yer o şarkılar. Grup başarıyla ilerlerken Sting, bir yandan solo albümleriyle yükselişe geçmeye başlar. 1983’te The Police’den ayrılması ile birlikte belki yasaklanacak şarkılar yapmaz artık ama yine sözlerine, melodilerine alışagelmedik şeyler sığdırır. Örneğin 1985’te çıkardığı ilk solo albümü “Dream of the Blue Turtles”ta yer alan Russian şarkısı, Soğuk Savaş’a yönelik bir eleştiriyi içerisinde barındırır, Doğu ve Batı arasındaki gerilimi azaltmak için ortak bir amaca yönlendirir dinleyenleri. Bu amaç; çocukların ölümüne sebep olan savaşları durdurmak, sevgiye sarılmaktır… Ayrıca albümde rock, caz ve soul esintileri dolaşırken özellikle bu şarkıda senfonik bir vurgu dikkatleri çeker, Sovyet orkestralarından aşina olunan melodiler Amerika’nın popüler notalarında birleşmiş gibidir. Barışa yönelik çağrı; sadece mısralarda değil, müzikal yapıda da kendini gösterir.
Sting, farklı kültürlerin birlikteliğini notalarında sağlarken coğrafyalar; ideolojik ve fiziki ayrımlarını birkaç dakikalığına kaybeder. Sting’in caz ve rock geçmişi, klasik müzikle yetişmişliği şarkılarında dolu dolu hissedilir. Fakat küresel bilinirliği olan bu türler, arada kullanılan yeni tınılarla bir alan açar o şarkılarda. Birbirini “öteki” sıfatıyla bilmeye alışkın kültürler, açılan alanda birbiriyle diyalog içinde olurlar. Sıfatlar ortadan kalkar mı peki? Elbette olduğu yerde kalır ama bir sorguyu beraberinde getirir. Cevap arayış çabası, şarkılarda yerini bulur.
Englishman in New York şarkısı; bir yabancının, yani “ötekinin” hikâyesidir mesela. 1987’de çıkardığı “Nothing Like the Sun” albümünün parçalarından biri olan bu şarkı, New York’a taşınan bir İngiliz’i anlatır. New York’ta sırıtır bu adam; davranışları, yiyip içtikleri, yürüyüşü, aksanı farklıdır. Legal bir yabancıdır, onu “alien” görüp garipseyenlere gülümser. Kendi gibi görünmeyi seçen bir adamdır çünkü, aldırmaz. Yabancının dilinden dökülen sözlerin ardından duyduğumuz caz kıpırtıları ise Amerika’daki pek çok “yabancı” olarak nitelendirilenlerin sesine işaret eder. Nitekim cazın kendine özgü yapısı, doğduğu toplumsal habitusun ürünüdür. Saklı olduğu ezgi, sözlerle desteklenir; başkalık hissi burada sanatsal bir doygunlukla anlatılır. Ama her yabancı onun gibi ayrıcalıklı değildir, İngiliz kimliği Amerika için çok da sorun teşkil etmez, bu yüzden legaldir. Legalliği sorgulanan, Doğu’dan ya da Güney’den gelenlerdir genellikle.
Oryantal geçişler, gazeller, temenniler…
2001’de gerçekleşen 11 Eylül Saldırıları, kültürel ayrımların başka bir veçhesini kuvvetlendirir Amerika’da ve dünyada. Doğu’nun yabancılığı, ötekiliği artık Batı dünyası için kendini tanımlama aracı olmaktan çıkıp nefrete işaret etmeye başlar. Müslüman kimliği, El-Kaide ile örtüştürülmeye çalışılır; önyargılar ayrımcılığa, ardından da daha sert bir şekilde ırkçılığa evrilir. Siyasi gerginlikler, sosyal hayatın tam merkezine oturur. Hâlbuki bu olayların öncesinde sadece bir inceleme nesnesidir, Doğu. Oryantalist ilgi popülerleşir; desenler, kokular, melodiler… Fakat Sting’in 11 Eylül Saldırılarından iki sene önce 1999’da çıkardığı “Brand New Day” albümündeki Desert Rose şarkısı, müzikal ve ideolojik açıdan bu tanımlamaların hem ötesinde görünür hem de bizzat üreticisi hâlindedir. Oryantalist romantik bakış elbette mevcuttur, bu bakımdan üreticidir. Aynı zamanda Cezayirli müzisyen Chep Mami’nin nağmeli sesiyle şarkıya Doğu’ya özgü gazelli bir boyut katması, müziği bambaşka bir yere götürür. Dolayısıyla müziğin kültürleri kuşatabilme kapasitesi, tüm bu tanımlamaların ötesini düşündürür. Sting, kullandığı ritm ve ara nağmelerle bunu Desert Rose şarkısında müzikal bir estetik inşa ederek başarır.
Bu şarkı için “Yeniden farklı müzik kültürleri arasında köprü kurdum” derken Sting, şarkının özünün “sevgiye, Tanrı’ya duyulan özleme dair” olduğunu ekler bir röportajında. Şarkının sözleri bir Arap şiirine aittir, söylediğine göre bestelerken İslam’a özgü duyguları anlamaya çalışır. Bu anlama çabası, şarkının çıkışından iki sene sonra patlak veren nefret dilinin de çözümüdür aslında.
Inshallah: Güzel bir kelimeye sarılmak, Allah’ın takdirini dilemek…
Yıllar içinde Doğu’da, özellikle de Orta Doğu’da yaşananlara (Körfez Savaşı, Arap Baharı, Filistin’deki katliamlar) bir çözüm arayışıyla kimse yaklaşmadığı için sorunlar git gide büyüyor. Ayrımcılığın popüler dili olan nefret söylemi yerine, farkındalığın sorumluluğundan kaçıp görmezden gelmek yerine; seçilecek daha barışçıl yöntemler var olmalı bireysel olarak hayatımızda. Yabancılık, ötekilik kavramlarını biz ve bizim olarak nitelendirdiklerimizin dışında, idealizmin karşısında kuruyoruz. Bugünün dünyasında bu karşıtlık en çok “mülteciler” üzerinden inşa ediliyor. Savaştan kaçan aileler, barış içinde özgürce yaşayabilecekleri bir yer arıyorlar, “sığınma haklarını” kullanarak. Fakat gerek Avrupa’da, Amerika’da gerekse komşu ülkelerde bir “sorun” ile özdeşleştiriliyor, tehdit olarak algılanıyorlar. Barınma, çalışma, güvenlik imkânları oldukça sınırlı bırakılıyor; birlikte yaşamanın kıyısında bekletiliyorlar. Daha insancıl bir hayat sürmenin peşinde bir bota ölümüne sarılıyorlar. Tüm gerçekliği görmezden gelmek, anlamaya çalışmamak -her ne kadar hakikatte bu tam anlamıyla mümkün olmasa da- en kolayı. “Mülteci” kimliği, bir yabancı olarak sorunsallaşmaya devam ediyor. Çok kültürlülük, bir arada yaşamak, koşulsuz konukseverlik hep tartışılıyor fakat tanımlardaki keskinlik, toplum içinde de siyasal perspektifte de varlığını koruyor maalesef.
Karşılaşma anları, birbirimize olan bakış açımızı değiştirdiğimizde elbette daha anlamlı hâle geliyor. Sting bu karşılaşma anını müzikle yaşıyor, ilk kez Berlin’de Suriyeli mültecilerle diyalog kurma fırsatını bulduğunda o insanları anlamaya, dinlemeye dair bir çaba içerisine giriyor ve bu çaba ancak müzikte ifade buluyor. 2016 yılında “57th & 9th” adında bir albüm çıkaran Sting, Inshallah şarkısıyla bu meseleye değiniyor. Mültecilerin yaşamış oldukları problemleri dinlerken aynı şeyleri deneyimlediğini hayal etmeye çalışıyor ve şarkıyı bu hayal üzerinden inşa ediyor. Bir botta çocuğuyla geleceğini arayan kendisiymişçesine şu sözler çıkıyor şarkıdan: “Soğukta esen rüzgâr / Kaçarken mahzun botlara karşı / Endişeli gözler, karanlıkla boğuşuyor / Denizin kabarmasıyla birlikte.”
Mülteci botunun gideceği yer meçhuldür aslında. Karaya ulaşıp ulaşamamak, sığınma talebinin kabul edilip edilmemesi bir muammadır. Yersiz yurtsuzluk hissi, sığındığı ülke için büyük bir problemdir, toplum içinse tehdit. Şarkıdan dökülen ilk dizeler, bu yüzden soruyla bitiyor: “Omuzlarımda uyuyan çocuk / Çevremizi saran lanetli denizde / Endişeli anne, korku girdabında / Onu kim suçlayabilir? Beni mi suçluyorsun?” Yabancı olmanın yükü de hissedilir bu dizelerde, onu nasıl suçlayabiliriz? Zaten bottaki yolculuk; yaşam ile ölüm, geçmiş ile gelecek arasında gerçekleşir ki bu yeterince zordur. Ölümden yine ölümü göze alarak kaçmak, ulaşılan yerde kimliğin “göçmen” olmaklıkla sınırlı kalması yolculuk hâlinin ağır bedelleridir. Şarkıda bu, kelimelerle şöyle dökülür: “Üzüntülerin denizi, korkuların denizi / Ülkemizde safi gözyaşları / Geleceğimizde geçmiş yok.”
Tüm bu dizeler, tek bir söze bağlanır; nakaratta tek cümle duyulur: “İnşallah: Dileğin buysa gerçekleşecek.” Bir duadır bu, temenninin ötesinde Allah’a duyulan teslimiyettir. Sting şarkısıyla ilgili verdiği bir röportajında tam da buna değinir, “İnşallah, güzel bir kelimedir. Bir nevi teslimiyet anlamına gelir. ‘Bu Tanrı’nın iradesidir, öyle olacaktır.’ Bir çeşit umudu, cesareti anlatır bu kelime” der. Böylelikle şarkıda aktarılmaya çalışılan tüm acılar, üzüntüler, isyanlar, umutlar bu duada birleşir. Çünkü her şey Allah’ın iradesindedir.
Empatiyi müzikle beslemek
Inshallah’ın güfte bağlamı, Sting’in kendine özgü müzikal kompozisyonuyla da bir bütünlük sağlıyor. Rock ve caza özgü tınıları bu şarkıda da duyuyoruz. Özellikle Lübnanlı ünlü trompet ustası İbrahim Maalauf’un icrası, şarkıya ayrı bir boyut kazandırıyor. Sadece sözleriyle değil, müzikal yapısıyla da dinleyicilerini etkiliyor. Doğu’ya ait ritimler, melodinin anlamından çok uzağa düşmeden ustaca veriliyor. Yine farklı müzik kültürleri birkaç dakikalığına birlikte var oluyor, empati temennisi için müzikte bir alan yaratıyor Sting. Sözler, ezgiler, sesler ve amaçlar uyum içinde buluşuyor.
Zaten toplumsal meselelere The Police döneminden beri duyarlılığını ortaya koyan ve Amnesty Inrernational’ın (Uluslararası Af Örgütü) destekçilerinden olan Sting; yazdığı sözlerle, besteleriyle, kullandığı enstrümanlarla bir ifade alanı yarattı hep, yaratmaya da devam ediyor. Inshallah da böyle bir şarkı. Hatta dile getirdiği soruna çözüm önerisi sunan bir şarkı. Bu çözüm politik değildir elbette Sting’e göre. Yazarken de bestelerken de icra ederken de çözüme atıf yapar. “Eğer bir çözüm varsa bunun empatiye dayanması gerektiğini düşünüyorum” der ve müziği bu düşüncesini destekler mahiyettedir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.