Tuvale karşı: Çığlık
Her sanat eseri insan ruhunun derinliklerine doğru uzanan bir sonsuz yoldur. Bu yazımızda size, sanat tarihinde Mona Lisa’dan sonra en çok bilinen, Edvard Munch imzalı "Çığlık" adlı eserden bahsedeceğiz.
Esere ilk olarak Norveççe “Çığlıkˮ anlamına gelen “Skrikˮ ismi verilse de ilk kez Almanyaʼda “Der Schrei der Natur” (Doğanın Çığlığı) ismiyle sergilenmiş olması eserin tanımını daha anlamlı hâle getirir. Bu yüzden Edvard Munch, bu eserde yüzünü elleriyle kapatan bir karakter çizmek yerine, kulaklarını tıkayan bir karakteri tuvaline taşıdı. Çığlık, artık dışarıdaydı... Munchʼu bu kadar etkileyen o akşamı ve dünyanın Mona Lisaʼdan sonra en çok bilinen ikinci eserin nasıl ortaya çıktığını merak ediyorsanız, hazırlanın. Bir gezintiye çıkıyoruz. İlk durağımız...
Başka bir hayatın rüyası
Edvardʼın yaşamı ilk dönemlerinden son günlerine değin zorlu süreçlerden geçti. Annesini, Edvard henüz dört yaşındayken, tüberküloz sebebiyle kaybetti. Annesinin ölümünün ardından, üç küçük kardeşi, kendisinden bir yaş büyük ablası Johanne Sophie, teyzesi ve genç eşinin yasını yüreğinde taşıyan babalarıyla yaşamaya devam etti.
Kış aylarında, Edvardʼın sağlığına iyi gelmediği için babası ve teyzesi genellikle onu okula göndermezdi. Edvard bu süreyi -ihtimal odur ki- ressam olan akrabası Jacob Munchʼtan aldığı ilhamla, evde çizim yapmakla geçirirdi. Bir yandan okul arkadaşları ve teyzesinden özel dersler alan Edvardʼa, aynı zamanda babası tarih ve edebiyat eğitimi verirdi. Edvardʼın belki de en çok eğlendiği zamanlar, yine babası Christian Munchʼun anlattığı yıllar sonra oğluna ilham verecek olan hayalet hikâyeleri ve Edgar Allan Poe öyküleriydi.
Edvardʼın artık tebessümle hatırlayacağı bu yılları, babasının yıllar boyu içinde hapsettiği yas ve kaygı duygusunun nevroza dönüşmesinden sonra, artık yaşadığı başka bir hayata dair düşlerinden ibaretti. Christian çocuklarına, annelerinin onları cennetten izlediğini ve yaptıkları yaramazlıklar yüzünden acı çektiğini söylemeye başladı. Eskiden sevecen bir babayken, artık çocuklarına travmalar yaşatacak sözleriyle suçlayıcı ve yargılayıcı bir karaktere bürünmüştü. Bu durum zaten içine kapanık olan Edvardʼın sağlık sorunları, çocukken dinlediği hayalet öykülerle birleşince kaygılarının ve kabuslarının alt metnini hazırladı. Derken uzaklardan gelen iki ziyaretçi Munchʼların kapısını çaldı.
Ziyaretçiler
Munch ailesinin yakından tanıdığı iki ziyaretçisi vardı... Biri insan aklının zaaflarından çıkıp o günlerde daha çocuk olan Edvardʼın kız kardeşlerinden Lauraʼyı akıl hastanesine hapsetti. Diğeri ise yine tüberkülozun kanlı ellerini kullanarak en sevdiği ve hep 15 yaşındaki hâliyle hatırlayacağı ablası Sophieʼyi hayattan koparmak için gelecekti. Sophie öldüğünde takvim yaprakları 1877 yılından düşüyordu... Sophieʼnin gittiği gün, yaşam ağacının kökleri Edvardʼın ruhundan sökülmüştü ve arkasında derin bir çukur bırakmıştı.
1879 yılında Edvard, on beş yaşında teknik bir koleje kaydoldu. Perspektif ve ölçekli çizimi yine burada öğrendi. Geçirdiği hastalıklar, eğitim hayatında zorluk yaşatıyordu ve bir yıl sonra ressam olmaya karar verip okulu bıraktı. Belki de Sophieʼnin ardından kalan o derin çukuru sanatın doldurabileceğini düşünüyordu. Bu karara en büyük tepki babası Christianʼdan geldi. Ona göre resim, şeytani bir ticaretin ürünüydü.
Tutku
Babasının itirazına rağmen Edvard, resim eğitimi almak için kurucularından biri uzaktan akrabası Jacob Munch olan, Kristiania Kraliyet Sanat ve Tasarım Okuluʼna kaydoldu. Günlüğüne nedenini şu satırlarla anlatmıştı: "Sanatımda hayatı ve anlamını kendime açıklamaya çalışıyorum.ˮ
Edvardʼa çocukluğundan beri ilham veren “izlenimcilik” olsa da “natüralizm” gibi farklı tarzları da denedi. Hatta erken dönem resimleri Edouard Manet eserleriyle özdeş gibidir. Edvardʼın kendi sanatını bulma yolculuğunda, resim sanatına karşı olan babasından sürekli azar işitiyordu. Çevreden gelen olumsuz baskılar da üstüne eklenince Edvardʼa zaten çok az bir bütçe ayıran Christian, sanat malzemesi alması için verdiği desteğini tamamen çekti. Hatta babasının, Edvardʼın eserlerinden birini parçaladığı da rivayet edilir. Daha sonra Edvardʼın "Yok edilecek bir tutku aynı zamanda yaratıcı bir tutkudurˮ düşüncesini savunan Hans Jæger’ın düşüncelerinden etkilenmesi bu yüzden bir tesadüf değildir.
İzlenimcilik üzerine birçok kez deneme yapan Edvard, bu tarzın kendini yeterince ifade edemediği sonucuna vardı. Ona göre sanat arayışı görünenin ardında olmalıydı. Bu konuyu Hans Jæger’e açtığında, Jæger ona günlük tutmasını önerdi. Edvard kendi yansımasını bu kez tuval üzerinde değil, sayfalar arasında görecekti. Bu yeni bakış açısıyla gördüğü ilk kişi, özlem dolu anılarının arasından çıkıp tuvalinin ön yüzüne yerleşti:
“Hasta Çocuk” (1886)
“Hasta Çocuk” Sophieʼnin ölümünü anlatır. Edvard, Sophieʼye duyduğu özlemi ve yaşadığı yası artık paletine dökmüştü. Edvardʼın sanat tarihinde Munch olarak anılmasını sağlayacak ve izlenimcilikten kopuşunu simgeler. Eser sanat camiasından ve Edvardʼın ailesinden kötü tepkilere sebep oldu. Bu süreçte yanında sadece arkadaşı Christian Krohg vardı.
Munch, “Hasta Çocuk”tan sonra çeşitli teknikler denemeye devam ederken fotoğrafçılık da yavaş yavaş popüler olmaya başlamıştı. O dönemde yeni bir sanat formu olabileceği düşünülürken Munch bunun üzerine, "Cennette veya cehennemde fotoğraflar çekilene kadar fırça ve paletle asla rekabet etmeyeceğini" söyledi.
Hâlen bir arayış içerisinde ve tekniği konusunda şüphe duyan Munch, 1889 yılında Exposition Universelle şenlikleri devam ederken Paris'e geldi. Burada geçirdiği zaman içerisinde Paul Gauguin, Vincent van Gogh ve Henri de Toulouse-Lautrecʼin sergilerinden çok etkilendi. Özellikle Gauguin'in "gerçekçiliğe karşı tepkisi" ve daha önce James McNeill Whistlerʼın söylediği "Sanat; doğanın bir taklidi değil, insan eseriydi" inancından ilham aldı.
Hayalet hikâyelerini şimdi kim anlatacak baba?
Yine 1889 yılının Aralık ayında bu kez babası Christianʼın ölüm haberini alan Munch tekrar eve döndü. Christian miras olarak sadece yoksulluk bırakmıştı. Bir yandan babasını kaybetmiş olmanın üzüntüsüyle boğuşan Munch, o günden sonra evin sorumluluğunu devraldı. Melankoli yavaş yavaş zihnini kuşatıyordu. İki yıl boyunca maddi ve psikolojik süreçlerle büyük mücadele verdi.
1891ʼde “Melankoli” isimli eseri Oslo Sonbahar Sergisiʼnde yer aldı. 1892ʼde gittiği Berlinʼde dört yıl geçirdi. Berlinʼde geçirdiği yıllar içerisinde kitap illüstrasyonu gibi düşük gelirli işler yapsa da buradan büyük keyif aldığı günlerden sıkça bahsetti. Fakat Berlin yolculuğuna çıkmadan önce yıllar geçse de aklının sınırlarını zorlayan o günü asla unutmayacaktı.
“Çığlık” (1893)
Munch, günlüğünde "Nice 22 Ocak 1892" başlığının altına şunları yazmıştı: “Güneş battığında iki arkadaşımla yolda yürüyordum; aniden gökyüzü kan kadar kızardı. Durdum ve tarifsiz derecede yorgun hissederek çite yaslandım. Mavimsi kara fiyortun üzerine ateş ve kan dilleri uzanıyordu. Arkadaşlarım yürümeye devam ederken, ben korkudan titreyerek geride kaldım. Sonra doğanın muazzam, sonsuz çığlığını duydum."
Kimi otoriteler bu olaya bir panik atak geçiren Munchʼun yaşadığı bir halüsinasyon olarak görse de ruhunun derinliklerinde kendine ait bir sanat arayışında olan biri için deneyimlenen her şey sadece gerçeklerden ibaret değildir. Engin Geçtan, “Hayatˮ isimli kitabında şöyle bahseder: “İnsanın iç dünyasındaki kargaşa, her zaman, dış dünyanın kargaşasından daha ürkütücüdür.ˮ Munch yaratmak istediği eserin suretine bürünmüştü. Tıpkı Michel Foucaultʼun “Akıl Hastalığı ve Psikolojiˮ isimli eserinde bahsettiği gibi: “Hasta hastalığını, bedeninin sınırlarında barındırır.ˮ
“Çığlık” isimli eserin merkezinde bulunan figür tıpkı onu ürküten gökyüzünün biçimi gibi dalgalanır. Bu öyle bir dışavurumdur ki bu Munchʼun hayatı boyunca yaşadığı bütün hisleri tek kompozisyonunun içine sığdırmayı başarmıştı.
Munch bu eseri iki pastel, iki yağlı boya versiyonu olmak üzere defalarca resmetti. Fakat resmetmekten vazgeçmediği bir eser daha vardı... “Hasta Çocuk”. Munch, Sophieʼyi 40 yıl boyunca defalarca resmederek sanatın ölümsüzlüğüne emanet etti. Bugün bu iki eser sanat tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Geçmişte Sophie ve Edvardʼın olduğu gibi...
Kaynakça
Michel Foucault. Akıl Hastalığı ve Psikoloji. Ayrıntı Yayınları, 2017.
Engin Geçtan. Hayat. Metis Yayınları, 2019.
Sue Prideaux. Edvard Munch. Yale Universty Press, 2005.
Edvard Munch. Skrik / Der Schrei der Natur / The Scream, 1893.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.