
Türk tiyatrosunun tarihsel gelişimi ve günümüzdeki durumu
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un yaptığı açıklamaya göre; Devlet Tiyatroları 75 yıllık tarihinde ilk kez 2 milyondan fazla seyirciye ulaştı. Bu rekor sayı, tiyatronun toplumla kurduğu bağın kuvvetini gösteriyor. Tiyatro toplumumuz için ne ifade ediyor, gelin tarihsel süreçte inceleyelim.
Kültürün önemli unsurlarından biridir seyirlik oyunlar, tiyatrolar. Toplumun edebiyatını, müziğini, anlatım ve gösterim biçimlerini birleştiren kadim eğlence pratiklerindendir. Dolayısıyla yaratımından çıktığı toplumun sanatıyla, kültürel yapısıyla şekillenir; kendi dinamiklerini oluşturur. Türk tiyatrosu da kendi toplumunun geçirdiği evrelerle meydana gelir asırlar içinde. Kökeni, soyun gereği üzere Orta Asya’nın dinî ritüellerine dayansa da Türklerin Anadolu’ya göç etmesiyle birlikte gelişeceği toprakları bulur. Medeniyetler arası etkileşim, yerleşik hayat düzeni ve yüzyıllar boyunca süren imparatorluk deneyimi; diğer alanlarda olduğu üzere tiyatroda da önemli dönüşümler, gelişimler yaşatır. Şehirlerde, kırsal alanlarda ortak eğlence kültürü oluşur böylelikle ve çeşitli formlar ön plana çıkmaya başlar. Orta oyunu, gölge oyunu, meddahlık sanatı geleneksel Türk tiyatrosunun önemli formları hâline gelir.
Bu formlar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzyıllara dayanan kültürel mirasıyla zamanla gelişim gösterir; halkın gündelik eğlence pratikleri içerisinde önemli rol oynarlar. Kahvehanelerde, düğünlerde, panayırlarda, Ramazan gecelerinde, bayramlarda ya da ev sohbetlerinde, kısacası insanların toplandığı her alanda icra edilen; toplumun nabzını işleyen sanatsal yapıya sahiplerdir. Karagöz Hacivat’ıyla, kavuklu pişekârıyla ya da meddahın hâleti ruhiyesine büründüğü tiplemeyle döneminin siyasi, ekonomik, sosyal hayatını izlemek mümkündür. Doğaçlama ve mizahi unsurlarla şekillenen bu seyirlik oyunlar, bahsettiğimiz yönleriyle birlikte aslında interaktif ilerler, izleyicisiyle birlikte üretilir.
Tabii literatürde kavramsal olarak “tiyatro” kelimesi üzerinden bu anlatıyı kuruyoruz ama kavramın ifade ettiği sanatsal hikâye biraz antik biraz modern çağa ait, çoğunlukla da Batı’ya. Antik Yunan tragedya ve dramalarından süzülen sanatsal akış, İngiliz Rönesansı sürecinde Shakespeare’le doruğa ulaşırken modern çağın Avrupa sahnelerinde yeniden yaratılır. Batılılaşma, dolayısıyla modernleşme evresine giren ve Avrupa ile ilişkilerini bu minvalde yeniden kuran Osmanlı’nın siyasi ve askerî alanlarda yaşadığı dönüşümlere paralel olarak kültürel dünyası, eğlence pratikleri ve sanatı da değişmeye başlar. Tuluat tiyatrosu geleneksel yapısıyla devam eder ama artık sözlü kültür, yazılı formlara kendini teslim etmeye hazırlanır; yeni türlerle haşır neşir olunur, sahneler Batı’nın dizaynında kurulur. Peki bu dönüşümün nüveleri nasıl atılır, sahne tozuna karıştırılır?
Naum Tiyatrosu’yla açılan perdeler
Birbiriyle çatışarak ya da bürokratik ilişki kurarak temasa geçmiş kültürlerin birbirinden etkilenmemeleri mümkün değil. Bunun dayanağı yüzyıllar öncesine işaret etse de etkileşim düzeyinin değişmesi neredeyse 18. asrın kültürel atmosferiyle başlıyor. Sefaretlerle beraber gerçekleşen yeniden tanışma; yepyeni bir merakı, ardından da düzeni ortaya koyuyor. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Paris yolculuğu, kültürel alanın tasvirleriyle dolu notlarla sonlanır örneğin; ilk opera betimlemeleri de orada yapılır. O yıllarda henüz Osmanlı aydınınca anlaşılamasa da yüzyılın sonuna doğru saraya kadar varan bir alaka peyda olur. III. Selim dönemiyle beden kazanan modernleşme hareketinin kültürel boyutu, 19. yüzyılla beraber padişahın özel ilgi alanına kadar sızar; böylelikle önce yönetim kadrosuna, ardından aydın kesime, sonra da halka yayılır.
Bunun en ikonik örneği; 1840 yılında ilk modern tiyatro binası olarak Beyoğlu’nda inşa edilen Naum Tiyatrosu’dur. Saraydan fazlaca destek ve yardım gören, bir nevi “İmparatorluk Tiyatrosu” olarak nitelendirilen bu binada her yıl sezon boyunca opera, dramatik, bale, gözbağcılık gibi gösteriler yapılır. Ta ki 1870 yılında korkunç bir yangında yok olana kadar pek çok yabancı kumpanyaları ağırlar bu yapı. Tabii bu bir başlangıçtır; Concordia, Fransız Tiyatrosu, Şark Tiyatrosu, Gedikpaşa Tiyatrosu, Şehzadebaşı, Direklerarası ardı ardına gelir ve başkentin her yanında bir sürü tiyatro açılır. Sadece başkentte de değil; İzmir’de de aynı dönemlerde tiyatrolar kurulmaya başlar; Euteperne, Monaco, Palais de Cristal… Sonra Bursa, Edirne, Kırklareli, Adana, Trabzon gibi muhtelif şehirlere sıçrar…
Elçiliklerin ve azınlık topluluklarının da katkılarıyla Osmanlı toplumu modern Batı tiyatrosuyla böylelikle tanışmış olur. Elbette bu tanışıklık sadece klasikleşmiş oyunların temsilinden ibaret kalmaz; zira edebiyat da aynı dönüşümün etkisindedir ve modern anlamda ilk Türkçe tiyatro metinleri ortaya çıkar. Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1859) adlı oyunu, Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre’si (1873), Zavallı Çocuk’u, Gülnihal’i, Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi, Ahz-ı Şâr, Hükm-i Dil adlı oyunları, Ermeni Osman Hamdi’nin İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz’ı, Recaizade Mahmut Ekrem’in Afife Anjelik’i yazılır önce, ardından da sergilenir…
Bu dönemde geleneksel formlar ile Batı tarzı tiyatro bir arada var olmaya ve birbirini dönüştürmeye başlar. Oyuncuların yetiştiği geleneksel yapının yerini, artık yeni kurulan tiyatroların oluşturduğu topluluklar alır. Dönemin önemli tiyatro yönetmenleri kendi kumpanyalarıyla gerek profesyonel modern oyuncular gerekse geleneksel orta oyuncular yetiştirmeye başlarlar. Güllü Agop’un kurduğu Asya Kumpanyası ve Osmanlı Tiyatrosu bunların başında gelir örneğin. Aynı zamanda sarayın bando kurumu olan Mızıkayı Hümayun da bir çeşit okul gibi işler oyuncu yetiştirmede. Kolağası Halil Bey, Garip İhsan Bey, Halim Bey, Ahmed Fehim ve Ahmed Necip Batılı anlamda ilk tiyatrocular olarak ortaya çıkarken tuluat tiyatrosunun önemli isimlerinden Küçük İsmail, Naşit, Abdi, Abdürrezzak ve Kel Hasan da benzer topluluklarda yer alarak ve yeni topluluklar kurarak önemli orta oyuncular yetiştirirler. İkinci Meşrutiyet dönemiyle birlikteyse tüm bu kumpanyalar hızla artmaya başlar: Mürebbi Hissiyat Cemiyeti, Millî Osmanlı Dram Kumpanyası, Tenvir-i Hissiyat Kumpanyası, Darüttemsil-i Osmanî Kumpanyası, Sahne-i Milliye-i Osmaniye Topluluğu….
Ve nihayet 1914’te ilk konservatuar Darülbedayi kurulur. Muhsin Ertuğrul, Ali Naci, Peyami Safa, Halit Fahri, Behzat Hâki, Celal Sahir, Emin Beliğ, Ahmet Muvahhit, Fikret Sadi, Raşit Rıza bu dönemde yetişirler. İlerleyen zamanlarda konservatuarı yeniden biçimlendiren de bu ilk yetişen isimler olur. Yapılan akademik araştırmalar; yeni yazılan ve oynanan oyunlar bu dönemden itibaren Cumhuriyet dönemi tiyatrosuna da uzanacak çalışmaların temelini şekillendirir. Tüm bu kuruluşlar, topluluklarla beraber dramalar, komediler, operetler, kantolar, orta oyunları oldukça canlı bir biçimde birlikte icra edilir; etkileşim içinde birbirinden beslenir.
Cumhuriyet’in tiyatrosu
Tiyatro gerek Osmanlı’nın son yüzyılında gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönemlerinde devlet tarafından her zaman desteklenir. Hem modernleşmenin kültürel yüzü hem de devlet ideolojisinin vatandaşla buluştuğu sahnedir. Bu sebeple yeni kurulan ulus devletin kültürel inşasında tiyatroya büyük bir önem atfedilir; konservatuar yeniden şekillendirilir, yurt dışından hocalar getirtilir, Avrupa’daki eğitiminden dönen Türk sanatkârlar bu yeniden yapılanmanın kadrolarına yerleştirilir. Darülelhan, Darülbedayi gibi imparatorluk döneminden miras kalan kuruluşlar cumhuriyet sürecinde baştan şekillenir. Ulusal müziğin ve ulusal tiyatronun oluşması için çalışmalar yapılır; operalar bestelenir, oyunlar yazılır.
1924’te Musiki Muallim Mektebi’nin açılmasıyla birlikte cumhuriyet dönemi konservatuvarı kurumsallaşmaya başlar. Ankara’da kurulan, bu okul 1934’te “Millî Musiki ve Temsil Akademisi”ne dönüştürülür, birkaç yıl içinde ise müzik bölümünün başına Alman müzik bilimci Paul Hindemith, tiyatro bölümünün başına da Carl Ebert getirtilir. Carl Ebert, Muhsin Ertuğrul ile birlikte gerek konservatuvarı gerekse Türk tiyatrosu çalışmalarını düzenlerler. Zira 1949’da Devlet Tiyatroları’nın kuruluşunda da beraber yer alırlar.
İşin akademik ve kurumsal kısmı böyle ilerlerken toplumun eğlence pratiklerinde tiyatro daha etkin şekilde ilerler. Tepebaşı Tiyatrosu, Fransız Tiyatrosu, Millî Sahne, Ferah Sahnesi gibi özel tiyatrolar faaliyetlerine devam ederken devlet tarafından da teşvik edilirler. İ. Galip, Behzat Butak, Ahmet Muvahhit, Vasfi Rıza, Neyyire Neyir, Hazım Körmükçü, Muammer Karaca, Afife Jale, Cahide Sonku döneminin sevilen oyuncularıyken; Ekrem ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin Lüküs Hayat (1933), Deli Dolu (1934), Saz Caz (1935), Hava Civa (1937) operetleriyle Alabanda (1941), Aldırma (1942) adlı revüleri; Muhlis Sabahattin’in Ayşe, Çaresaz, Gülfatma operetleri seyircisi tarafından en beğenilen popüler eserler olur.
Bir yandan özel tiyatrolar diğer yandan belediye ve devlet tiyatroları gerek yabancı gerek yerli gerek klasik gerekse çağdaş eserleri izleyicisiyle buluşturur. Özellikle 1950’lilerin ortalarından ve 1960’lardan itibaren Türk tiyatrosu pek çok açıdan zenginleşmeye başlar, özgün modern eserler ortaya koyar. Lale Oraloğlu, Çolpan İlhan, Altan Karındaş, Cahit Irgat, Münir Özkul, Mücap Ofluoğlu, Haldun Dormen, Şükran Güngör, Kamuran Yüce, Sadri Alışık, Genco Erkal, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan, Yıldız ve Müşvik Kenter kardeşler dönemlerini de aşarak efsaneleşen tiyatrocular olarak sahneye imzalarını atarlar. Bu sahnelerde neler oynanmaz ki…. Jacques Deval’in Şahane Züğürtler’i, Muammer Karaca’nın Cibali Karakolu oyunu, Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır’ı, Erol Günaydın’ın Yaygara 70’i, Necati Cumalı’nın Nalınlar’ı, Melih Cevdet’in Mikadonun Çöpleri adlı oyunu… Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı oyunu, Nazım Hikmet’in Ferhat ve Şirin'i… ve daha niceleri, binlercesi…
Bu usta isimler, tiyatrocular, yazarlar, sanatkârlar yıllar boyunca tiyatroya hizmet ederler; kâh özel tiyatro sahnelerinde kâh Devlet Tiyatroları sahnelerinde. Anadolu’nun kıyı bucağı dolaşılır, turneler düzenlenir. Her şehir kendi oyuncusunu yaratır, usta çırak ilişkisiyle yayılır her tarafa sanat. İzleyicisi ise bugüne kadar hiç tükenmez, değerli üstatların büyük bir çoğunluğunu kaybetsek de onların izinden gelen sanatkârlarla bugün hâlâ Türk tiyatrosunun en canlı hâlini yaşarız. Bugüne taşınan miras sayesinde…
Bugüne ait rekor ilgi: Tiyatro yeniden efsaneleşiyor
Bugün Türk tiyatrosunun, geleneksel ve modern unsurları başarıyla harmanlayarak uluslararası platformlarda da kendini kanıtlamış bir sanat dalı hâline geldiğini söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un yaptığı açıklamalar, bu gelişimin somut göstergelerini sunuyor. Bu açıklamaya göre; Devlet Tiyatroları, 75 yıllık tarihinde ilk kez 2 milyondan fazla seyirciye ulaşmış. 2024 sezonunda %66'lık bir artışla 2.149.361 seyirci ağırlanmış. Bu sezonda 224 farklı oyun sahnelenmiş, bu da Türk tiyatrosunun zengin ve çeşitli bir repertuara sahip olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda 737 turne ve 59 sahne ile tiyatro sanatı Türkiye'nin dört bir yanına ulaştırılmış. "Kamyon Tiyatro" projesi ile 55 il ve 80 ilçede 41.848 kişiye tiyatro deneyimi yaşatılmış. Ayrıca 9 tiyatro festivalinde 424 temsil sunulmuş ve 126.163 seyirciyle buluşulmuş. Türkiye Kültür Yolu Festivalleri kapsamında ise 60 oyun ve 175 temsil ile 63.518 izleyiciye ulaşılmış. 2024, Devlet Tiyatroları'nın bir sezonda en fazla ödül aldığı yıl olmuş, 59 farklı ödülle başarılar taçlandırılmış… Ve nihayet yakın zamanda Devlet Tiyatroları, Avrupa Tiyatro Konvansiyonu ve Avrupa Festivaller Birliği üyeliklerini yeniden kazanmış.
Tüm bu istatistikler ve kazanımlar, aslında Türk tiyatrosunun toplumla kurduğu bağa işaret ediyor. Ulaşılabilirlik imkânlarının ve biçimlerinin çeşitlendirilmesi de bunda önemli bir etken tabii ki. Tiyatroya ve sanata verilen değer, gözle görülen şekilde artıyor; izleyici ve sahne arasındaki iletişim kuvvetleniyor. Yüzyıllar boyunca ilmek ilmek işlenen emek, bugüne miras olarak işte bu rekor sayılarla taşınmış oluyor. Sadece ülkemizde de değil; uluslararası sanat dünyasında da tiyatromuzun tanınırlığı artıyor bugün. Geleceğin oyunlarını daha kalabalık izleyeceğimiz, hatta küresel turnelerde ismimizi göreceğimiz günleri umutla ve heyecanla bekliyoruz…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.