20 August 2024

Son Akşam Yemeği hep böyle absürt müydü?

Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları’nın sansasyonel açılış seremonisi ve seremoninin bir parçası olan Son Akşam Yemeği parodisi oldukça konuşuldu. Peki, Son Akşam Yemeği tablosu daha önce benzer parodilerin öznesi olmuş muydu? Birbirinden farklı kesimleri “rahatsız” eden örneklere yakından bakalım.

Biliyorsunuz, son haftalarda dünya genelinde en çok konuşulan, en çok tartışılan konulardan biri Paris 2024 Yaz Olimpiyat Oyunları’nın sansasyonel açılış seremonisi ve tabii seremoninin bir parçası olan Son Akşam Yemeği parodisi. Bu sizin Leonardo Da Vinci’nin meşhur tablosundan aşina olduğunuz türden bir yemek sahnesinin parodisi değil, yani öyle ama değil. Zira yemeğin olacağı yerde Şirinler mavisine boyanmış yarı çıplak bir Dionysos temsili uzanmış yatarken İsa’nın yerinde başında ışık huzmelerinden bir taç taşıyan bir “drag queen”, havarilerinin yerindeyse yine LGBTI+ bireyler ve oraya nasıl düştüğü bilinmeyen küçük bir çocuk (sanırım bir “drag çocuk”, ki bu tanımın kulağa ne kadar korkunç geldiğinin ve neleri çağrıştırdığının maalesef farkındayım) var!

Parodinin toplumların özellikle muhafazakâr kesimlerinde, sanatçıların cinsel kimlikleriyle ilintili olsun ya da olmasın tepkiye yol açtığı kesin. Bunun birincil sebebi elbette Hristiyan değerleriyle alay edildiği izleniminin oluşması ve yalnız Vatikan değil, Fransa’dakiler de dâhil olmak üzere Avrupa’daki pek çok dinî kurum ve kuruluş, gösteriyi inançlarına yapılan bir saygısızlık olarak kabul edip kınadı. Sorumlu sanat yönetmeni bunu bir parodi olarak planlamadıklarını ve kastî hareket etmediklerini ileri sürdüğü, sanat tarihiyle uğraşan bazı akademisyenler de lehine açıklamalarda bulunduğu hâlde pek kimse inanmamış olacak ki Paris 2024 sözcüsü, incinen herkesten özür dilemek zorunda kaldı. Ne demiş atalarımız: “Görünen köy kılavuz istemez.”

Da Vinci'den sonra kurulan yeni sofralar

Peki, Son Akşam Yemeği hep böyle absürt müydü? Bu soruya yanıt aramak için önce gelin, İsa’nın havarileriyle yediği son yemeğin daha evvelki sanatsal çalışmalara nasıl yansıdığına bir göz atalım. Yukarıda Leonardo Da Vinci’nin meşhur tablosundan söz ettim evet, fakat işin aslı Da Vinci bu temayı bu figürasyonla ele alan ne ilk ne de son kişiydi. Erken dönemden itibaren Hristiyanlar, başlangıçta yeraltı mezarlarında olmak üzere bu temayı kullanıyorlardı. Hatta Gürcistan ve Rusya gibi doğu ülkelerinde de görülüyor olmasına bakılırsa bu, gayet de popüler bir temaydı. Sonra geç Orta Çağ’da sırayla Duccio, Giotto ve Fra Angelico gibi tanınır İtalyan ressamlar da aynı temayı yorumlamışlar, belki de dolaylı olarak Da Vinci’ye yol hazırlamışlardı.

Da Vinci’nin İtalyanca Il Cenacolo yahut L’Ultima Cena adlarıyla tanınan tablosu, Rönesans döneminin hakikaten eşsiz eserlerinden biridir ve yaratıcısının olağanüstü yeteneği sayesinde kendinden öncekileri âdeta unutturarak başlı başına bir sembol hâline gelmiştir. Bu kadar göz önünde bulunan bir eserin hışma uğramaması elbette düşünülemez. Keza Paris’te sahnelenen parodiden henüz iki sene önce de Londra’da bir grup aktivist, iklim değişikliğine dikkat çekmek için kendini eserin bir kopyasına yapıştırmıştı. Hayır, mübalağa etmiyorum; harbiden, sahiden, essahtan, yapıştırıcıyla yapıştırmıştı. Gerçi biz 21. yüzyılın gurebası olarak böyle manzaralara alıştık artık.

Tabii bir de şu var, kime göre neye göre hışım? Bana sorarsanız farklı sanatçıların kendi özgün tarzlarını ortaya koymalarına aracılık eden bu esere yaklaşım, her zaman saldırgan değildi ancak çok sefer öyle algılanmıştı. Bu anlamda Salvador Dalí iyi bir örnektir; onun neredeyse saydam görünen aşırı simetrik ve de fütüristik El Sacramento de la Última Cena tablosu, yapıldığı nükleer savaş döneminin izlerini taşır. İnanmazsınız, eser Protestan bir ilahiyatçı tarafından “süprüntü” ilan edilirken Katolik bir ilahiyatçı tarafından savunulmuş. Merak ediyorum, acaba bu çok da “protest” olmadığı anlaşılan Protestan ilahiyatçı, Paris 2024’ü görecek kadar yaşasa ne düşünür, ne söylerdi?

Modern ve eleştirel sanatın karikatürize "aktivist" yorumları

20. yüzyılın marjinal 60’lar kuşağının bir ferdi, 70’ler feminist sanat hareketinin öncü isimlerinden biri olan Mary Beth Edelson da Some Living American Women Artists adlı çalışmasıyla Da Vinci’ye kendi yorumunu getirmiş. Ne yalan söyleyeyim, ben kendi dönemi için belki çığır açıcı yaratıcılıkta olan bu “modern sanat” yorumunu hiç sanatsal bulmuyorum. Da Vinci’nin yemek sahnesinin siyah-beyaz bir çıktısının üzerinde, on üç önemli kadın sanatçının fotoğraflarından kesilen kafalarının rastgele İsa ve havarilerininkilerin yerlerine yapıştırılmasıyla üretilen çalışma, bunlardan hariç altmış dokuz kadın sanatçının portre fotoğrafından oluşundan bir kolajla çerçevelenmiş. İsa ve havarilerinin kadın olarak betimlenmesi muhafazakârları ne kadar kızdırmışsa, inançlarında dahi erkeklerin gölgesinde kalmaktan usanmış olan feminist grupları da bir o kadar büyülemiş gibi.

Fakat asıl bomba, lezbiyen fotoğrafçı Elisabeth Ohlson Wallin’in 1998’de Edelson’un izinden giderek ve onun üstüne de fazlasıyla ekleyerek makinesinden çıkardığı Nattvarden. Bir fotoğraf düşünün, çekilmesinden on dört sene sonra ilk defa sergileneceği yabancı bir ülkede (psikopatlarıyla nam salmış Sırbistan’da) infiale yol açsın ve bu öyle bir infial olsun ki iki bin polis, sırf protestoculara müdahale etmek için hazırda beklesin. Bu olaylı fotoğrafta havariler, üzerlerinde allı pullu kıyafetleriyle (hakkını yemeyelim, içlerinden biri lateks fantezi kostümüyle), ayaklarında platform topuklularıyla, abartılı makyajları ve yapılı saçlarıyla boy gösteren travestiler olarak betimlenmiş. Beyaz kıyafetinin içinde nispeten sade görünen İsa bile vücut proporsiyonuyla ve siyah sivri burunlu topuklularıyla oldukça feminen, itiraf ediyorum benden katbekat daha feminen, ki canlandıranın trans bir erkek model olması da ihtimaller arasında, zaten ayırt etmek gün geçtikçe zorlaşıyor.

Şunu bilin, nereden sıkarsanız oradan patlak verir ve tarih boyunca da öyle olmuştur. Toplumun ötekileştirdiği kimselerin görünür olma çabalarının altında yatan sebepleri ve fırsatını buldukları anda niçin mizah sınırlarını aşarak işin cılkını çıkardıklarını, ülkemizin yakın geçmişini şöyle bir gözden geçirdiğinizde daha iyi anlayabilirsiniz. Bu yüzden feministlerin ardından cinsel yönelimleri yüzünden tü kaka denen gruplar da Son Akşam Yemeği’ni kişiselleştirerek sivrilmeye, seslerini duyurmaya, kısacası kanlı canlı birer insan olarak var olduklarını anlatmaya çalışmışlar, hâlâ çalışıyorlar. Bakın bu gerçek bir dramdır, anlayabilene.

Ha şunu da belirteyim, “pop art” akımının önde gelen temsilcilerinden biri olan ve eşcinsel kimliğiyle tanınan Andy Warhol’u cılkını çıkaranlar listesinin dışında tutuyorum. Çünkü adamcağızın yaptığı tek şey Da Vinci’nin siyah-beyaz kopyalarını renklendirmek! Masum…

 
 
 
 
 
 

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...