03 July 2025

Sinemanın gülen yüzü, toplumun aynası: Kemal Sunal

Türk sinemasının eşsiz yüzü Kemal Sunal, sadece güldüren filmleriyle değil, aynı zamanda canlandırdığı karakterlerle toplumsal meselelere ayna tutan bir sinema dehasıydı. Onun filmleri, nesiller boyu aktarılan kültürel bir miras olarak kalmaya devam ediyor.

İstanbul'un Vefa semtinden yola çıkıp tüm Türkiye'nin kalbinde taht kuran, gülüşüyle bir toplumun hüznünü ve neşesini yansıtan bir aydın: Ali Kemal Sunal. O, yalnızca filmlerinde canlandırdığı “saf” görünümlü bilge karakterlerle değil, aynı zamanda sanatını ve toplumu anlamlandırma çabasıyla da sinema tarihimizin en müstesna figürlerinden biriydi. Zira 1970’lerde başladığı sanat kariyeri 1990’lara değin toplumun sosyal, siyasal, ekonomik panoramasını yansıtan eserlerle dolu…Canlandırdığı karakterler yüzümüzü her daim güldürse de mizahın ince ince işlediği sosyolojik analizle ve eleştiriyle bizi kendimizle yüzleştiriyordu.

Oynadığı her filmde ülkenin ahvalini okuyabiliyorduk bu yüzden. Bazen acınacak hâlimize gülüyor, bazen herhangi birimizin dile getirmeye çekindiği sorunsalları ironik şekilde sunması sebebiyle katarsis yaşıyorduk. Aynı anda pek çok duyguyu canlandırmak ve bu duygular eşliğinde izleyende sevgi yaratmak elbette herkesin harcı değildi. Kalbiyle, yeteneğiyle, dehasıyla Kemal Sunal bunu başardı. Toplumun tabakalarını yıkan, sınırlarını aşan bir sevgiyi üreterek zamanın çok ötesine kavuştu. Peki bunu nasıl başardı? Gelin, bu büyük ustanın ardında bıraktığı karakterlerle, filmlerle kalbimize nasıl girdiğini birlikte inceleyelim.

Vefa’dan Devekuşu Kabare’ye: Tiyatro serüveni

11 Kasım 1944 günü İstanbul’un Fatih ilçesinde yer alan Küçükpazar semtinde doğdu Ali Kemal Sunal. Malatyalı bir ailenin en büyük çocuğuydu. Fatih’in tarihî sokaklarında adımlayarak büyüyen Sunal, ilkokulu Mimar Sinan İlkokulu’nda okudu. Buradan mezun olmasının ardından yakınlarında yer alan Vefa Lisesi’ne kayıt yaptırdı. Fakat lise talebeliği, beklediğinden daha uzun sürdü. 11 yıl devam eden öğrenciliğini Kemal Sunal, 1985’te Ses dergisine verdiği röportajda şöyle açıklıyordu: “1966 mı, 67 mi, şimdi kesin bilemiyorum. Bir ara Vefa Lisesi’nin en eski adamıydım. Çünkü her sınıfı iki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan geçebildim. Ama bu benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabii… Vefa’yı işte böyle zar zor şartlar altında bitirebildim.” Bu anlatı, tabii Hababam Sınıfı’nın sahnelerini gözümüzün önüne getirmiyor değildi.

Haylazlığı ve neşeli karakteri ile herkesin gönlünü çalması bir yana o yıllarda Kemal Sunal, yeteneğiyle de dikkat çekiyordu. Sanatsal potansiyelini ilk keşfeden ve bu yönünü geliştirmesini sağlayan kişi felsefe öğretmeni Belkıs Balkır oldu. Sunal, hocasının teşvikiyle tiyatroyla ilgilenmeye başladı ve sahneye adımını ilk kez Ahmet Vefik Paşa’nın üç perdelik “Zoraki Tabip” adlı oyunuyla attı. Tiyatro aşkı, sahne tozuna bulandığı bu ilk deneyimle gönlüne kazınmış olacak ki bu sevdanın ardına gitmeye karar verdi ve Akşam gazetesinin düzenlediği ilk liseler arası tiyatro yarışmasına Cevat Fehmi Başkurt’un üç perdelik “Harput’ta Bir Amerikalı” adlı oyunuyla katıldı. Daha yolun başında olmasına rağmen bu yarışmadan eli boş dönmedi; “En Büyük Karakter Ödülü” onundu. Böyle bir başarıyla dönen Sunal, öğretmeni Belkıs Hanım’ı da duygulandırmıştı. Belkıs Hanım, öğrencisini elinden tuttuğu gibi dönemin duayen oyuncusu Müşfik Kenter’e teslim ederek profesyonel olarak bu alana yönelmesini sağladı. Böylelikle Kemal Sunal için Kenter Tiyatrosu’nda yeni bir dönem başlamış oldu.

Müşfik Kenter’in tedrisatından geçerken Sunal’ın buradaki ilk rolü, Orhan Asena’nın yazdığı “Fadik Kız” oyunundaydı. Deli İbrahim’i canlandırdığı o kısacık zaman diliminde güldürü ustası olmanın temelini atmıştı belki de. Nitekim kendisi de yıllar sonra o oyunun sahnelendiği günü şöyle anlatmıştı: “Nasıl oldu bilmem, ben kendimi sahici bir sahnede buldum. Ses Tiyatrosu’ndaki ilk rolüm çok kısaydı. Üç dakika sahnede ya kalıyor ya kalmıyordum. Öyle pek bir şey söylediğimi de hatırlamıyorum. Sahnenin bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyordum. Ne yaptığımı da pek hatırlamıyorum ama seyirci kahkahadan kırılıyor. Bu da benim hoşuma gitmişti. Bildiğiniz gibi o gün bugündür insanları güldürmeyi seviyorum.” Hakikaten de o günden sonra gerek tiyatro salonunda gerekse beyaz perdede her daim insanları güldürmeyi sürdürdü.

Tiyatro oyunlarının ardı arkası kesilmedi. Bu yüzden başladığı İstanbul Gazetecilik Yüksekokulu’na (bugünkü ismiyle Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi) devam edemedi. Kenter Tiyatrosu’ndan ayrılıp Ulvi Uraz Tiyatrosu’na geçti. Burada bulunduğu dört yıl boyunca Orhan Kemal’in “İspinozlar” ve “Bekçi Murtaza” gibi önemli oyunlarında rol aldı. Ulvi Uraz Tiyatrosu’ndaki serüveni tamamlayıp Feray Tiyatrosu’nda da bir yıl çalışmasının ardından nihayet ışığının parlamasını sağlayacak Devekuşu Kabare Tiyatrosu’na geçiş yaptı. Burada rol aldığı Haldun Taner’in “Dün-Bugün” adlı kabare oyunundaki performansı, kabarenin diğer usta oyuncuları Zeki Alasya ve Münir Özkul’un hayranlığını cezp etti. Hatta Münir Özkul’un aynı oyunu izleyen sinema yönetmeni Ertem Eğilmez’e “Bak Ertem, dikkat et bu çocuğa, iş var bunda” dediği söyleniyordu. Zaten Ertem Eğilmez’in çoktan dikkatini çekmişti Kemal Sunal. Dolayısıyla o gün beklenen teklif geldi. “Tatlı Dillim” adlı film için Kemal Sunal beyaz perdeye çağrılıyordu.

Türk sinemasında bir ikon yaratmak

Senaryosunu Sadık Şendil’in yazdığı, yönetmen koltuğunda Ertem Eğilmez’in oturduğu “Tatlı Dillim” adlı film 1 Kasım 1972’de gösterime girdi. Başrollerini Tarık Akan ve Filiz Akın’ın paylaştığı romantik komedi tarzındaki filmin oyuncu kadrosunda Halit Akçatepe, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Hulusi Kentmen, Münir Özkul, Cemil Can Bıçakçı ve ilk sinema deneyimi ile Kemal Sunal bulunuyordu. Burada her ne kadar yan rol oynasa da Sunal, izleyici tarafından çok beğenilmiş ve sevilmişti. Hatta bu beğeniye kendisi de sinema salonunda şahit olmuş; oyunculuk kariyerine film sektöründe ilerletme kararı almasında bu olumlu reaksiyonlar etkili olmuştu. Yine yıllar sonra verdiği röportajda ilk beyaz perde reaksiyonuna dair gözlemlerini şöyle anlatmıştı: “İlk gün en arkaya gittim, oturdum. Perdede 8 kere ancak gözüküyorum. Her görünüşümde salonda kıyamet koptu. Suratımı görür görmez büyük alkış ve gülmeler. Lafları duymuyorlardı. Suratım enteresan geldi seyirciye. Sıcak ve kendinden biri buldu sanıyorum. O zaman şöyle arkama yaslanıp ‘Bu iş tamamdır’ dedim.”

Evet, bu iş tamamdı. Halk Kemal Sunal’a bayılmıştı ve onu sinemada tekrar görmek istiyordu. “Tatlı Dillim”den hemen bir yıl sonra 1973’te Ertem Eğilmez’in yönettiği “Canım Kardeşim”, “Oh Olsun”, “Yalancı Yârim” filmleri ve Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Güllü Geliyor Güllü” filminde hız kesmeden yer aldı. 1974’te ise roller artık git gide büyüyordu; Ertem Eğilmez’in yönetmenliğini yaptığı “Salak Milyoner”, “Köyden İndim Şehre”, “Mavi Boncuk” filmleri ve Zeki Ökden’in yönettiği “Hasret” filmi Sunal’ın kariyerinde sağlam adımlar attığı, oynadığı rolleri devleştirdiği yapımlardı. 1975’te Zeki Ökden’in yönettiği “Şaşkın Damat” ve “Hanzo” filmlerinde başrol oynasa da yıldızı, aynı sene başlayacak olan Ertem Eğilmez’in yönetmenliğindeki “Hababam Sınıfı” film serisiyle parlayacaktı.

1950’lerde kitapçılarda, 60’larda tiyatro sahnelerinde, 70’lerde ise beyaz perdede canlanan bir hikâyeydi “Hababam Sınıfı”. Rıfat Ilgaz’ın 1957’de yazmış olduğu bu ölümsüz eser; Özel Çamlıca Lisesi’nin haylaz öğrencileriyle onları disipline etmeye çalışan Mahmut Hoca’nın komik ama bir o kadar da düşündürücü çatışmasını anlatır. Hem edebiyat hem de tiyatro dünyasında çok sevilen bu hikâye, sonunda 1975’te Nahit Ataman’ın yapımcılığında Umur Burgay’ın kalemi ile Ertem Eğilmez’in kadrajı sayesinde beyaz perdeye yansıtılır. İnek Şaban’ı Kemal Sunal, Güdük Necmi’yi Halit Akçatepe, Damat Ferit’i Tarık Akan, Domdom Ali’yi Feridun Şavlı, Tulum Hayri’yi Cem Gürdap, Hayta İsmail’i Ahmet Arıman oynarken; Hafize Ana’yı Adile Naşit, Kel Mahmut’u Münir Özkul, Badi Ekrem’i ise Şener Şen canlandırmıştı. Film öyle sevildi ki elbette devamı da geldi: “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” (1975), “Hababam Sınıfı Uyanıyor” (1976), “Hababam Sınıfı Güle Güle” (1981). Bu seride oynadığı “İnek Şaban” karakteri ile Türk sinemasında bir ikon yarattı; rolünü hem orijinal metninden hem de diğer filmlerden çok daha öteye taşıdı. Bu karakteri o kadar çok sevmişti ki insanlar, Kemal Sunal’ı gördükleri her filmde Şaban’ı hissetmek istiyorlardı. Filmlerdeki karakterler de bu isteğe göre şekilleniyordu doğal olarak.

Kariyeri önü alınamaz bir şekilde yükselişe geçerken Kemal Sunal, yüreğine eşlik eden sevdiceği Gül Hanım’la hayatını birleştirme kararı aldı ve 1976’da dünya evine girdi. O yıl aynı zamanda dönem filmleri olan; senaryosu Yavuz Turgul’a ait, Kartal Tibet’in yönettiği “Tosun Paşa”; Sadık Şendil’in senaryosundan ve Ertem Eğilmez’in kadrajından çıkan “Süt Kardeşler” adlı yapımlarda büyük isimlerle yine başarılı performanslar sergilemişti. Durulmadı… Şaban karakteri şekil ve konjonktür değiştiriyor ama halktan biri olarak kalmaya ve içinde bulunduğu topluma ayna tutarak güldürmeye devam ediyordu. “Meraklı Köfteci”, “Sahte Kabadayı”, “Kapıcılar Kralı”…

1977’ye gelindiğinde “Sakar Şahir”, “Çöpçüler Kralı” ve “İbo ile Güllüşah” filmlerinde yine başroldü. “Kapıcılar Kralı” filminde sergilediği Seyit karakteriyle 14. Antalya Altın Portakal Festivali ve Sinema Yazarları derneği tarafından “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazanmış; “Komedyene değil, bu ödül hep jönlere verilmiş. İlk defa ben yıktım o sistemi” sözleriyle bir ilki başarmanın şaşkınlığını yaşamıştı. Bu başarıyla birlikte 1978’de Fatma Girik’le ortak olarak Can Film adında bir yapım şirketi kurarak işi biraz daha büyütme kararı aldı ve aynı yıl bu çatı altında “Köşeyi Dönen Adam”, “İyi Aile Çocuğu”, “İnek Şaban”, “Avanak Apti” ve “Kibar Feyzo” filmlerinde başrol olarak yer aldı. Özellikle “Kibar Feyzo” dönemin geçim sıkıntısı, töre, ağalık sistemi gibi önemli sorunlarını dile getirmesi sebebiyle dikkat çekmişti.

Zaten 1970'ler, Türkiye için siyasi istikrarsızlıkların, sağ-sol çatışmalarının, ekonomik krizlerin ve kentleşmenin sancılarının yoğun yaşandığı bir dönemdi. Toplum, “12 Mart 1971 Muhtırası” ile başlayan ve siyasi gerilimin tırmandığı bir atmosferde yaşıyordu. Bu karmaşık ve bunalımlı ortamda Kemal Sunal filmleri, halk için bir nefes alma alanı, bir tür katarsis işlevi görmüştü. Canlandırdığı Şaban karakteri, bir bakıma düzenin adaletsizliklerine, kurnazlıklarına ve sahteliklerine karşı halkın isyanının ve aklının sembolü hâline gelmişti. 70’lerin son yılında yer aldığı “Umudumuz Şaban”, “Korkusuz Korkak”, “Şark Bülbülü”, “Dokunmayın Şabanıma”, “Bekçiler Kralı” filmlerinde de bu sembol iyice pekişmişti.

Değişen Türkiye ve dramla kesişen güldürü

1980’li yıllara gelindiğinde ise toplumun yaşadığı kırılmalarla birlikte Kemal Sunal’ın oynadığı rollerdeki mahiyet de ona göre şekil alıyordu. Keza “12 Eylül 1980 Darbesi” ile başlayan bu on yıl, Türkiye'de toplumun apolitikleştirildiği, ekonomik olarak ise liberalleşme politikalarının benimsendiği bir dönemi işaret ediyordu. Bu yeni sosyo-ekonomik yapı, Sunal'ın sinemasında da yankı buldu. Kendi yüksek lisans tezinde de belirttiği gibi, bu dönemde çektiği bazı filmlerde dramatik yön, güldürünün önüne geçmeye başladı.

1980’de “Zübük”, “Gol Kralı”, “Gerzek Şaban”, “Devlet Kuşu”; 1981’de “Üç Kâğıtçı”, “Kanlı Nigar” ve “Davaro”; 1982’de “Yedi Bela Hüsnü” ve “Doktor Civanım”, 1983’te ise “Tokatçı”, “Kılıbık”, “En Büyük Şaban” ve “Çarıklı Milyoner”; 1984’te “Şabaniye”, “Ortadirek Şaban”, “Atla Gel Şaban” filmlerinde yine başroldeydi. Şaban sembolü kisve değiştiriyordu ama ismi hep aynı kalıyordu.

Darbenin keskin diktatörlüğünün yerini yavaş yavaş liberal politikalar almaya başlayınca filmlerin de karakterlerin de konu odakları, değişen ülke şartları ve yaşam tarzı oluyordu. Göç, toplumsal normlar ve tabakalaşma, kurumsal yozlaşma, sınıf çatışması perdenin içinden yansıyordu. 1985’te “Şaban Papucu Yarım”, “Şendul Şaban”, “Gurbetçi Şaban”; 1986’da “Yoksul”, “Davacı”, “Tarzan Rıfkı”, “Garip”, “Deli Deli Küpeli”; 1987’de “Yakışıklı”, “Kiracı”, “Japon İşi”; 1988’de “Uyanık Gazeteci”, “Düttürü Dünya”, “Sevimli Hırsız”, “İnatçı”, “Polizei”, “Öğretmen” ve “Bıçkın” filmlerindeki her rol, başka sorunların hicvini taşıyordu. Bu üretim elbette hem halk tarafından hem de sanat dünyası tarafından takdirle ve alkışla karşılanıyordu. Keza küçük insanların büyük hayallerini konu alan “Düttürü Dünya” filmindeki rolü, ona 2. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandırdı.

Bu filmler elbette güldürü öğeleri içeriyordu ama muhakkak içinde mizahın hicvi dokunmuş oluyordu. Örneğin Zübük (1980) siyasi yozlaşmaya yapılmış en keskin eleştirilerden biriydi. Polizei (1988) ise Almanya'daki Türk işçilerinin yaşadığı kimlik ve aidiyet sorunlarını ele alarak toplumsal bir yaraya parmak basıyordu. Bu filmler, Sunal'ın yalnızca güldüren değil, aynı zamanda düşündüren ve toplumsal sorunlara duyarlı bir sanatçı olduğunu göstermekteydi. 1989’da ise “Zehir Hafiye”, “Talih Kuşu”, “Gülen Adam” filmleriyle öne çıkarak bu dönemi kapatmıştı.

1990'lı yıllar: Televizyon ve eve giren Kemal Sunal

1990'lar, Türkiye'de özel televizyon kanallarının yaygınlaşmasıyla medyanın yapısının tamamen değiştiği yıllardı. Bu dönemde sinema salonları bir kriz yaşarken, televizyon halkın en önemli eğlence aracı hâline gelmişti. Kemal Sunal, bu değişime de başarıyla uyum sağlamış ve “Saygılar Bizden”, “Şaban Askerde”, “Bay Kamber”, “Şaban ile Şirin” gibi televizyon dizileriyle izleyiciyle buluşmaya devam etmiştir. Eski filmlerinin televizyonlarda sürekli yayımlanması ve yüksek reytingler alması, onun yarattığı karakterlerin ve komedinin zaman ve mekân aşan gücünü kanıtlamıştı.

Yine de film yapmaktan vazgeçmedi; 1990’da “Koltuk Belası”, “Abuk Sabuk Bir Film” ve Boynu Bükük Küheylan” filmlerinde; 1991’de “Varyemez” filminde oynadı. Film ve dizi projeleri haricinde ise bir diğer tutkusu akademiye de devam ediyordu. 1995’te Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon Bölümü’nde eğitimini tamamlamasının ardından yüksek lisansa başlama kararı almıştı. Bu karar doğrultusunda çalışmaya başladı ve 1998’de “Televizyon ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü” başlığıyla kendi çalışmaları üzerine yazdığı tezle yüksek lisans mezuniyetini verdi. Bu tez; aynı zamanda yaptığı işin niteliğine ne kadar kıymet verdiğinin, ardındaki toplum bilimci hassasiyetin göstergesiydi.

Üretimleri, eserleri ona başarı, takdir ve birçok ödül kazandırmıştı ve kazandırmaya devam ediyordu. 1997’de 35. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Yaşam Boyu Onur Ödülü” almıştı, ki bu onur yaşamını da aşacaktı. Ödülü almasının üzerinden çok geçmedi; “Propaganda” adlı son filminde rol oynarken 3 Temmuz 2000 tarihinde çekimlere katılmak için çıktığı uçak seyahatinde hayata gözlerini maalesef ki yumdu.

Gülüşüyle tarih yazan adam

Kemal Sunal, 81 sinema filmi ve sayısız dizi ve tiyatro oyunuyla sadece bir komedi ustası değil, aynı zamanda bir halk bilgesiydi. O, filmlerinde canlandırdığı karakterler aracılığıyla bir toplumun kolektif vicdanını, adalet arayışını ve hayallerini perdeye yansıttı. Sanatını, “halk için” yapma ilkesiyle şekillendirdi ve bu uğurda popülerliğin getirdiği şöhreti, entelektüel bir sorumlulukla dengelemeyi bildi.

Yazdığı yüksek lisans tezi, onun bu bilinçli duruşunun bir manifestosudur. Tezin son bölümünde yer alan "Bundan sonra da özlediğim tiyatroyu ve sinemayı birlikte yapmayı planlıyorum" ifadesi, ömrünün son anına kadar sanata olan tutkusunu ve üretme arzusunu özetlemektedir. Kemal Sunal, gülüşünün ardına sakladığı derin bilgelikle, Türkiye'nin toplumsal hafızasında ölümsüz bir yer edinmiştir. Onun kahkahası, bugün bile ülkenin dört bir yanında yankılanmaya devam etmektedir; çünkü o kahkaha, bu toprağın ve bu halkın ta kendisidir.

Kaynakça

Derya Bengi. 100. Yılında Cumhuriyet'in Popüler Kültür Haritası (1950-1980). YKY, 2021.

Kemal Sunal. "TV ve Sinemada Kemal Sunal Güldürüsü". Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo ve Sinema Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 1998.

TRT Belgesel. "Hayatım Roman: Kemal Sunal Belgeseli". TRT, 2003.

Yahya Aktu. "Kemal Sunal's Psychobiography based on Levinson's Theory". International Journal of Social Science Research 7 (2): 254-274.

Yener Süsoy. Ses. 8 Mayıs 1985.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...