Şarkılarla direnenlerin sesi: Sinead O’Connor
Dinlediğimiz şarkıların hüznünü ruhumuzda taşırız. Bazı şarkıların hüznünde direnişin ayak sesleri, haykırışları saklıdır. Sinead O’Connor’dan duyulan şarkılar da farklı kültürlerin toplumsal mücadelesini simgeliyor. Peki, O’Connor’un mücadelesi neydi? Söylediği şarkıların savaşı ne içindi?
Çocukluğumun son demlerini yaşıyordum. Televizyondaki renkli, farklı içerikler, sesler; hayatımıza henüz girmeye başlamıştı. Bende her şey tekdüze tabii. O dönem annem ve iki ablamla yaşıyordum. Bir gün, içlerinden biri televizyonda bir şarkı dinliyordu. Bir klip oynuyordu ekranda. Son derece melankolik olduğuna adım gibi emindim. Bilmediğim bir dille söyleniyordu ve ablamların da o dili bilmediğine bahse girebilirdim. Çünkü ekranın ortasında bilmediğimiz bir dilden şarkı söyleyen, oldukça hüzünlü bir kadın duruyordu. Kadın diyeceğim ama ablamların saçları vardı ve uzundu. Buradaki kadın dazlakçaydı. Siyah boğazlı kazak giymiş dazlakça bir kadın hüzünlü bir şekilde hiç de eğlenceli olmayan bir şarkı söylüyordu. İşte Sinead O’Connor ile ilk karşılaşmam böyleydi. İsmiyle değil, cismiyle tanışmam da diyebiliriz.
Hakikat adına yapılan protesto
İsmet Özel, “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” diyordu bir şiirinde. Böyle mi olmak zorundaydık, hiçbir fikrim yok. Sonraları araştırdım Sinead’i. Yani sonra öğrendim hikâyesini. Ben ilk kez onu anneciğimin şefkatli dizine dayanarak dinlemiştim. Oysa o, zorba bir annenin elinde büyümüştü, sonra öğrendim. Çocukluğun heybemizde değil, direkt olarak omuzlarımızda taşıdığımız birer tahtırevan olduğuna kaniyim artık. Filmlerin meşhur köle sahnelerinde, omuzlarından bir an olsun indiremedikleri o taht taşıma vazifesi yani. Bu dazlakça kadın da meğer o kölelerden biriymiş, sonra okuyup anladım.
Aradan yıllar geçti. Zaman bazı insanlara bazı yeni misyonlar yüklüyor, zaten taşımada mahir diyedir herhâlde. Bir gün Sinead sahnede papanın bir fotoğrafını yırtıyor. Ama bu kareler bende çok net değil. Aralarında hep kesintiler var. O ne zaman sıra dışı bir şey yapsa canlanıyor eskiye dair görüntüler. Evet, Katolik bir dünyanın en can alıcı aktörünün fotoğrafını yırtarak alenen savaş açıyor “gerçek düşmanla savaş” adına. “Hakikat adına” diyordu, çünkü kilisenin aleni olmuş istismar dedikoduları ayyuka çıkmıştı. Çocukluk hikâyesinde de istismar vardı O’Connor’ın ve belki bunu en iyi özümseyerek anlatma yolu da buydu kendisi için. O da papanın fotoğrafını yırtarak protesto etme yolunu seçmişti. Protesto etmek, ne kadar hafif bir terminoloji. Oysa insanı protest hâle getiren hikâyeleri dinlediğimiz ve öğrendiğimiz anda protesto dili ne kadar da hafif kalabiliyor yanında. Sonuçta sadece İrlanda’da 70 bin çocuk, Katolik kilisede istismara uğradığı ortaya çıkıyor ardından. Ama hakikat böyleyken bile bunu çığıran protestocu, yediği darbelerle yetinmek durumunda. Sinead, televizyonlarda yasaklanıyor hem de yıllarca. Çünkü insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.
Sağır dünyaya konser alanlarında açılan savaş
Ama o pek sağır kalmadı, belki üstüne yakıştırılan protest kimliği sayesinde. Mesela İsrail’in karşısında herkesi Filistin ile empati kurmaya hatta sempati tesis etmeye davet etti. Filistin’e yardım konserlerinde ilk onun ismi yazılıydı. Elbette İsrail ile güreşmek ciddi bir sabır ve cesaret gerektirir. Zira medyadaki kolları malumken kimse İsrail’e gözünün üzerinde kaşın var diyemez. Orta Doğu derler ama tüm dünyanın şımarık çocuğudur o. Sinead de karşısına dikilmiş bir aktördü. Bugün hâlâ Filistin’de bir ikondur Sinead. 1990’da da Şili’de yankı buldu şarkıları. Şili Millî Stadyumu’nda devasa bir konser verdi. Pinochet’nin hemen akabinde cunta artıklarına karşı konser vermek; evet, bu da cesaret isterdi. Inti-İllimani grubu ile konseri, tüm stadyumda vaveyla koparttı.
Oysa yeni dünya düzeniyle barış hâlinde olabilirdi O’Connor. Etliye sütlüye karışmayabilirdi. İsrail’e ağam paşam diyebilirdi, diktatörlerin postallarını yalayabilirdi, medya tiranlarının şakşakçısı da olabilirdi. Ama o bunlara yeltenmedi. Dünyanın görüp görebileceği en protest, en devrimci, hakikatin en çığırtkan dinini seçerek sansasyonel bir olaya daha imza attı Sinead. Evet, Müslüman oldu. Çünkü Müslüman kendinden olmayanların dünyasına da kulak kesilirdi. Komşusu aç yatarken kendisi tok uyuyamazdı. Onun derdi, kendi derdi gibi algılanırdı bu dinde. Diğerkâmlık neymiş, herkese gösterilirdi. Eş cinsellerin yanında yer aldı Sinead, ki onların ikinci sınıf vatandaş olarak muamele görmesine karşıydı. İslam’da ikinci sınıf vatandaş yoktu. Onların da hakları koruma altında çünkü. İslam diktatöre değil diktatörlüğe karşıydı. Kurumsal bir bakış, son derece profesyonel. Velev ki herkes hatasından dönebilirdi. Bu aradaki büyük çatlağı görmüş olmalıydı ki Sinead, yaşamının son zamanlarını Müslüman olarak geçirdi.
Er kişi niyetine…
Benim çocukken televizyonda gördüğüm o kadın, Sinead O’Connor’dı. Erkeğe benziyordu fakat sesi oldukça güzel bir kadın sesiydi. Bana “stereotype” ne demek öğretmiş yıllar içinde. O kadın derken aslında hiçbir yargı barındırmasam da okurların ve dinleyicilerin filtrelerine dokunduğumun da farkındayım. Bundan dolayı Sinead O’Connor bir insandı. Yani onu tanımlarken cinsiyeti üzerinden tanımlamanın ne kadar sakil kalacağını çok daha derin hissediyorum. Deyim yerindeyse erkeklerin çomaklarını sokamayacağı kovanlara parmağını sokmuş, erkeklerin söylemekten imtina edeceği hakikatleri ne pahasına olursa olsun söyleyegelmiş bir insandan bahsediyorum. “Er kişi niyetine” demekte zerre beis görmüyorum. Yüce Yaradan’ın onu yaşamının son demlerinde İslam ile müşerref kıldığını görünce diyorum ki bu kadar onurlu bir mücadele sonunda eli boş dönmemiş.
Bundan sonraki süreçte yeni Sinead’ler ortaya çıkar mı bilinmez. Kendi yolunu en başından beri çizmeye başlayan O’Connor gibi popüler bir karakter olmayı elinin tersiyle bir çırpıda itebilecek, mazlum halkların yanında durup onlara el uzatmayı kendine vazife bilecek, hem de güçlü amcaların yönettiği bir sanat dünyasında -ki bugün üstüne sosyal medyayı da ekleyebiliriz- onların gözüne baka baka hakikati haykırabilecek, elindeki baltayla dünün İbrahim’i olabilecek kaç tane gözü pek çıkacak merak ediyorum. Sinead yıllarca taşıdığı yüzüğü, Mevla’nın ikramıyla ait olduğu yere götüren bir Frodo oldu. Sıra diğer er kişilerde…
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.