Sanatın aristokrasisi: Sir’ler Dame’lar birbirini ağırlar
Ünlü yönetmen Christopher Nolan ve eşi Emma Thomas, yakın zamanda Kral 3. Charles tarafından Buckingham Sarayı’nda ağırlandılar, sinemaya katkılarından dolayı “Sir” ve “Dame” unvanlarıyla onurlandırıldılar. Peki, yüzyılların ardında kalamayan bu aristokratik unvanlar ne işe yarıyor?
Toplumsal tabakalaşma; insanın siyasi, ekonomik, sosyal ya da kültürel gücü, hegemonik olarak kullandığı andan itibaren hep vardı. Antik Çağ’da, İmparatorluk Çağı’ında, Sanayi Devrimi sonrasında, hatta içinde bulunduğumuz Dijital Çağ’da, Bilgi Çağı’nda, adına ne deniliyorsa… Sınıflar, sınıfların sınırları ve tanımlamaları bugün çok daha belirsiz tabii. Kim aristokrat, kim burjuva, kim proletarya anlamak güç. Birbirine eklemlenen ama aynı zamanda içindeki ayrımları da besleyen bir yapı mevcut sanki bugün. Sıfatlar, tanımlar ortadan kalkmadan şekil değiştirmiş, birbirine geçmiş, silikleşmiş gibi… Ben çağımız sosyologları gibi bu ayrımları hâlâ Marx’tan, Weber’den okumaya kalkmayacağım. Aldığım akademik formasyon bana sosyolog unvanını kullanma yetkisini verse dahi Nolan’ın şövalye olmadığı kadar benim de sosyolog olmadığım aşikâr. O yüzden Nolan’ın şövalyeliğinden ziyade, bu sınıfsal (ya da statüsel) unvanların iktidar ilişkileriyle bağından (sosyolog unvanını taşımadan) bahsedeceğim. Tabii analizden ziyade soru işareti bırakarak…
Burjuvanın yükselişi
Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde ünlü yönetmen Christopher Nolan ve eşi Emma Thomas, Kral 3. Charles tarafından Buckingham Sarayı’na davet edildiler. Memento (2000), Batman Begins (2005), The Prestige (2006), The Dark Knight (2008), Inception (2010), The Dark Knight Rises (2012), Interstellar (2014) ve Oppenheimer (2023) gibi dünya ölçeğinde hasılat rekorları kıran filmlerin yönetmeni olarak tanıyoruz Nolan’ı. Her ne kadar Hollywood diyarı Los Angeles’ta yaşasa da Londra doğumlu bir İngiliz aslında. Çoğu filminin yapımcılığını üstlenen eşi Emma Thomas da öyle… Başarıları son filmleri olan Oppenheimer’in 2024 Oscar Töreni’nde yedi dalda ödül alması ile zirveye ulaşmıştı. Ama Kral 3. Charles’in daveti ile bu başarıları, Amerikalıların Oscar’ından çok daha farklı boyutta takdirle onaylandı tabii. Saray tarafından Nolan’a “sir” (yani şövalye), eşi Emma’ya da “dame” unvanı bahşedildi. Artık siyasi otoritenin ve aristokrasinin onadığı, onurlandırdığı sanatçılardı; peki böylelikle sınıf mı atlatıldı, yapılan iş mi değiştirildi, değişen ne oldu?
İnsanları genellikle yaptıkları işlerle, toplumsal rollerinin öne çıkardığı sıfatlarla tanıyor; tanımlıyoruz. Hayatına, benliğine, kimliğine dair pek bir şey bilmeden… Nolan’ı bugüne kadar bir yönetmen olarak tanıdık; yaptığı meslekle, uğraştığı sanat dalıyla hayatımıza girdi çünkü. Filmlerini izledik, biraz daha sinefil takılanlarımız filmlerindeki teknik farklılıkları analiz etti en fazla. Senarist ve yapımcılığını bile ikinci planda düşündük, belki de bilmedik (popülerleşen rol olarak tabii, iyi bir sinema takipçisi için değil sözlerim). Ataerkil sistemde kadının varoluşu da -maalesef ve malum ki- “bir eş” olarak tanımlandığı için Emma Thomas’ı da “destekçisi” olarak yanında gördük; hâlbuki yapımcı, bir film için oldukça önemli bir unsur; parayı getiren, hasılatı da süpüren kişi…. Yani dolu dizgin kapitalist bir alandan bahsediyoruz; Hollywood’dan. Burjuvatik bir sermaye üretiminin olduğu, o sermayenin de belli kişiler arasında dolaştığı yer… Patronları var, beyaz ve mavi yakadan oluşan işçileri var. Üretilen sermayeden pay alınan pasta dilimlerinin, çalışma saatlerinin, emeklerin adaletsiz olduğu koskoca bir kapital dünya... Ben olsam (ben sosyolog olsam, biraz da anakronik düşünmeye müsait olsam) patronları “burjuva” kisvesiyle düşünürdüm. Tabii Charles’in önemsediği şey muhtemelen başka.
Meşrutiyetin kutsayan kılıcı: Meşruiyet icadı
Bir İngiliz yönetmenin Oppenheimer gibi sansasyonel bir fizikçinin hayatını konu alarak yaptığı film; onu “şövalye” edecek kadar kıymetliydi demek ki Charles için. Keza aristokrasinin son halkası da olsa, “şövalye” ve “dame” unvanlarıyla bu alana dâhil olmak; siyasi, sosyal ve ekonomik pek çok tartışmalı mevzuyu da sorgulatmalı bence… Nitekim asırlar önce burjuvanın hayaliydi, aristokrasinin sosyal sermayesini de elde etmek.
Çağımızın İngiliz Kraliyeti, sadece Nolan’lara vermedi bu unvanı. Richard Attenborough, Ian McKellen, David Gilmour, Elizabeth Taylor, Maggie Smith ve Judi Dench gibi isimler de Kraliçe 2. Elizabeth’in “şövalye” ilan ettiği sanatçılardı. İktidar erklerinin; sanatı veya bilimsel çalışmaları onamaları, desteklemeleri ve ödüllendirmeleri çoğu zaman siyasi dinamikleri ağır basan etmenlerle gerçekleşiyor. Politik zemini bence kuvvetli. Çıkarların desteklenmesinden tutun, idealize toplumun inşasından ideolojik propagandaya kadar devlet erkinin (asırlardır, coğrafya fark etmeksizin), sanatın ve bilimin sembolik popülaritesinden güç devşirdiği muhakkak. Marşlar, tahta çıkma seremonileri, törenler, modern çağda da filmler… Eric Hobsbawm’un “icat edilmiş gelenek” tanımındaki sembolik varlıklar yani... Bu uğurda verilen nişanlar, madalyalar, altınlar, unvanlar da politik zemine hizmet eden; devlet geleneğinin bir parçası.
Sinema, film teknolojisinin ilerlediği ve halkla iç içe geçtiği andan itibaren politikanın, siyasi erkin ideolojik aygıt olarak kullandığı bir kitle iletişim aracı. Gösterilen her hikâye, her karakter, her simge izleyenler nezdinde sembolik bir güce sahip. Devletler de bu gücü ve bu gücü elinde tutanları erklerine tabi tutmak ve kontrol etmek isterler. Bunun en bilindik örneği, Sergei Eizenshtein’dır. Grev (1924), Potemkin Zırhlısı (1925), Ekim (1927), Aleksandr Nevsky (1938) gibi filmleri ile Sovyetler Birliği’nin takdirini kazanmış; hatta doğrudan Sovyetler rejiminin siparişleri üzerine film yapmıştı Eizenshtein. Buna mukabil de kendisine Sovyetler Birliği Devlet Ödülü takdim edilmişti. Tabii Nolan’ın durumu; Eizenshtein gibi değil. Nolan böyle bir misyon üstlenmedi elbette. Bir devlet ideolojisini militan bir şekilde filmlerinde ele almadı yahut (bildiğimiz kadarıyla) sipariş film yapmadı fakat politik dinamikler yadsınamaz şekilde benzer; ödüller, unvanlar, nişanlar…
Buckingham Sarayı, sadece unvanlarıyla (kral, kraliçe, prens, prenses, dük, düşes, baron ve daha niceleri) var olsa da soyluluk alametleri ile saygı uyandırıyor ve erk inşasındaki sözü kıymet ifade ediyor hâlâ İngiltere için. Belli ki Hollywood için de etsin istiyor. Kraliyetin erk üzerindeki meşruiyeti, unvanlar aracılığıyla devam ediyor; sanat ve bilim dünyasında “makbul” bulduğu isimlere “şövalye” unvanı bahşedip onların popülaritesinden güç devşirerek… Bağımsız sinemanın azınlıkta kaldığı bu sektörde daha uzun bir süre sir’ler dame’lar birbirini ağırlayacak gibi duruyor.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.