
Perdenin arkasındaki güçler: Hollywood’un gölgesi
Hollywood'un kültürel etkisi, Altındal'ın “dünyayı yöneten akıl” teziyle nasıl kesişiyor? Altındal'ın gizli cemiyetler ve ezoterik örgütler hakkındaki iddiaları ile Hollywood'un propaganda modeli filtreleri arasındaki çarpıcı paralellikleri keşfedin.
Küreselleşmenin getirdiği karmaşık dünyada, olayların ardındaki gerçek nedenleri anlama arzusu, insanlık tarihi boyunca var olagelmiş bir dürtüdür. Bu arayış, bazen resmî anlatıların dışına çıkarak, gizli güçlerin perdenin arkasından dünyayı yönettiği fikrine kapı aralamıştır. İşte tam bu noktada Türk ilahiyatçı, gazeteci ve araştırmacı Aytunç Altındal’ın (1945-2013) “dünyayı yöneten akıl” tezi devreye giriyor. Altındal, küresel olayların basit tesadüflerden ibaret olmadığını, aksine derinlere kök salmış gizli cemiyetler ve ezoterik örgütler tarafından titizlikle planlandığını öne sürmüştür. Peki, bu iddiaların ardında ne var ve Hollywood gibi dev bir kültürel makine bu denklemin neresinde duruyor?
Altındal’ın “dünyayı yöneten akıl” kavramı, dünyadaki siyasi gelişmelerin, toplumsal yapıların ve hatta savaşların yüzeydeki güçler tarafından değil, gizlice hareket eden varlıklar tarafından yönlendirildiğini iddia eden merkezî bir fikir olarak karşımıza çıkıyor. Altındal’a göre, Avrupa Birliği’nin dahi temelde “masonik bir yapılanma” olduğunu ve kurallarının “Gnostik ve seküler Hristiyanlar” tarafından belirlendiğini ileri sürmüştür. Hatta AB bayrağındaki 12 yıldız gibi sembollerin bile bu gizli örgütlerden türeyen gizli anlamlar taşıdığını belirtmiştir. Ona göre “Gül ve Haç Kardeşliği”, Tapınak Şövalyeleri ve Farmasonlar, son yüzyıldır Avrupa siyasetinde “perde arkasındaki” en güçlü aktörlerdir.
Altındal, Vatikan’ın küçük coğrafi boyutuna rağmen sahip olduğu küresel etkinin, tarihsel bağlarına ve Tapınak Şövalyeleri ile Malta Şövalyeleri gibi örgütler aracılığıyla günümüzdeki varlığını sürdürmesine bağlamıştır. Bu, dinî ve yarı-dinî kurumlar aracılığıyla gizli gücün sürekliliğini vurgulayan çarpıcı bir iddiadır. Ancak Altındal’ın iddiaları bununla sınırlı kalmamıştır. “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında, Adolf Hitler’in iktidara yükselişinin bir tesadüf olmadığını, “Thule Cemiyeti” olarak bilinen “esrarengiz bir okült örgüt” tarafından kolaylaştırıldığını savunmuştur. Daha da ileri giderek, bu gizli örgütün kurucusu Baron Rudolf von Sebottendorff’un, İstanbul’da Thule Cemiyeti’ni kuran bir çifte ajan, Bektaşi ve Mason olduğunu iddia etmiştir. Bu anlatı, büyük bir tarihî olayı, derinlemesine gizli, ulus ötesi ve ezoterik bir komploya bağlama eğilimini göstermektedir.
Altındal’ın “dünyayı yöneten akıl” tezi, tarihsel ve çağdaş gizli cemiyetlerin (Gnostik, Masonik, Tapınak Şövalyeleri, Thule Cemiyeti) küresel kontrolün nihai mimarları olarak geniş, birbirine bağlı ve çok katmanlı bir anlatı inşa etmektedir. Bu yaklaşım, “süper komploların” tipik bir özelliği olup, görünüşte farklı ve karmaşık küresel olaylar için kapsamlı, doğrulanmamış bir açıklama sunmaktadır. Bu, karmaşık veya açıklanamayan bir dünyada düzen, anlam ve eylemlilik arayışındaki temel bir insan arzusuna hitap etmektedir. Altındal, bu tür bir anlatı ile algılanan küresel entrikaların arkasındaki açık bir “kim” ve “nasıl” sunmaktadır.
“Süper komplo”
Altındal’ın “dünyayı yöneten akıl” kavramını tek bir örgütle sınırlamaması, aksine yüzyıllar ve kıtalar boyunca farklı, tarihsel olarak ayrı gizli cemiyetleri bir araya getirmesi, basit bir komplonun ötesine geçerek bir “süper komplo” oluşturmaktadır. Bu karmaşıklık, deneysel doğrulamadan yoksun olsa da anlama, doğruluk ve kontrol gibi derin psikolojik ihtiyaçları karşılayabilecek güçlü, her şeyi kapsayan bir anlatı sunmaktadır. Beynin doğal olarak kalıp ve bağlantı arama eğilimi -parçalı veya anomali “kanıtlara” dayansa bile- böylesine ayrıntılı, birbirine bağlı bir sistemi çekici bulacaktır.
Altındal, modern demokratik sistemleri de eleştirerek, “Demokrasi koca bir yalandır, ucuz bir şekilde halkın kazıklanmasıdır” demiş ve “dünyada hiçbir yerde, hiçbir şekilde halk ülke yönetmez” iddiasında bulunmuştur. Bu pozisyon, geleneksel siyasi yapıların meşruiyetini kökten sarsmaktadır. Avrupa’nın “reform” taleplerini bir “siyasi hile” olarak görmüş ve “insan hakları” söylemini “büyük bir aldatmaca” olarak reddetmiştir. Özellikle Bosna Savaşı’nı, Batı’nın eylemlerinin beyan ettiği değerleriyle çeliştiği bir örnek olarak göstererek Batı’nın çifte standartlarını vurgulamıştır. Altındal’ın bu tür eleştirileri, komplo teorilerinde sıkça görülen “anti-elit” ve “karşıt” duruşla örtüşmektedir. Resmî anlatıları ve yerleşik sistemleri aldatıcı olarak çerçeveleyerek ve alternatif “gerçekleri” teşvik ederek, kamuoyundaki güvensizliği kullanmakta ve basitleştirilmiş bir “biz ve onlar” dünya görüşü sunmaktadır.
Altındal'ın eserleri, küresel olayların gizli güçler tarafından yönetildiği tezini desteklemek için sıklıkla “yeni” ve “bilinmeyen” tarihî olayları ve gerçekleri ortaya çıkardığını iddia etmektedir. Bu iddialar, yıllardır kamuoyundan kasıtlı olarak gizlendiği ileri sürülen “belgelere” dayandırılmaktadır. Ancak akademik ve doğruluk kontrolü bağlamında, daha tartışmalı iddialarının çoğunda “güvenilir kaynakların” tutarlı bir şekilde eksik olduğuna dikkat çekilmiştir. Altındal’ın metodolojik olarak “gizli belgeler” ve “gizli bilgiler”e dayanması, komplo teorisi düşüncesinin klasik bir özelliğidir. Bu yaklaşımda ana akım, doğrulanabilir kanıtların yokluğu, komplonun kendini gizlemedeki başarısının kanıtı olarak yeniden yorumlanmaktadır. Bu durum, iddialarının deneysel yollarla doğrulanmasını veya çürütülmesini doğası gereği zorlaştırmakta, kendi kendini doğrulayan bir yapıya ve çürütülemez bir “gerçek” algısına katkıda bulunmaktadır.
Hollywood propaganda modeli
Peki, bu “dünyayı yöneten akıl” tezi Hollywood ile nasıl bir araya geliyor? Hollywood, küresel kültürel etkinin güçlü bir merkezi olarak, Matthew Alford’un Herman ve Chomsky’nin haber medyası için geliştirdiği orijinal teorisine dayanan Hollywood Propaganda Modeli ile analiz edilmektedir. Bu model, ana akım Hollywood'un ideolojik çıktısını açıklamak için beş filtre sunar:
- Yoğunlaşmış mülkiyet: Disney, Sony Pictures Entertainment, Paramount gibi sadece altı büyük stüdyo, dünya film işinin büyük çoğunluğunu kontrol etmektedir. Bu yoğunlaşma, filmlerin öncelikle “Amerika ve Amerikalılar hakkında ve onlar için” olmasına yol açmakta, yabancı perspektifleri marjinalleştirmektedir.
- Pazarlamanın önemi: Filmler, ürün yerleştirme ve pazarlama anlaşmaları aracılığıyla büyük finansal baskı altındadır. Bu durum, filmleri “ciddi karmaşıklıklardan ve rahatsız edici tartışmalardan” kaçınmaya teşvik etmekte, bunun yerine “hafifçe eğlendiren” ve bir satış mesajının yayılması amacına uygun içerikleri tercih etmelerine yol açmaktadır.
- Kurumsal kaynaklara bağımlılık: Hollywood, Pentagon ve CIA ile kapsamlı iş birlikleri sürdürmektedir. Film yapımcıları, maliyetten tasarruf etmek ve otantik görünümlü filmler yaratmak için Pentagon'dan tavsiye, ekipman ve askerî alanlara erişim sağlamaktadır. Karşılığında senaryolar, askeriye hakkında olumlu bir imaj oluşturmak ve halkla ilişkiler amacıyla “yeniden düzenlenmektedir.” Pentagon'un senaryoları inceleyen bir Okuma Komitesi bulunmakta ve hatta “Top Gun” örneğinde olduğu gibi filmleri ortak finanse edebilmektedir. Araştırmalar, Pentagon ve CIA'in 2.500’den fazla film ve televizyon şovu üzerinde doğrudan editoryal kontrol uyguladığını göstermektedir.
Güçlülerin “flak” oluşturma yeteneği: “Flak”, medya açıklamalarına veya programlarına yönelik olumsuz tepkileri ifade eder. Etkili “flak” üretme yeteneği genellikle güçle ilişkilidir; hükûmet ve şirket çevreleri, bu tür baskıları oluşturmak için kuruluşlara sponsorluk yapmaktadır. “Hollywood Kara Listesi” (1947-1950'ler), siyasi inançları nedeniyle film yapımcılarının işten çıkarıldığı tarihî bir örnektir.
Baskın bir “biz” ve “öteki” ideolojisi: Hollywood anlatıları, küresel çatışmaları sıklıkla iyi ve kötü arasında kutuplaşmış bir temsile indirgemektedir. Tarihsel olarak komünistler uygun “öteki” veya düşman olarak hizmet etmiş; Soğuk Savaş’tan sonra bu, Doğu’ya, özellikle İslam’a ve “radikal” biçimlerine kaymış, böylece irrasyonel korku kültürünü beslemiştir.
Kurgu ile gerçeklik arasındaki çizgi
Hollywood'un siyasetle ilişkisi, ilk dönemlerinden beri ulusal, eyalet ve yerel siyasetle kesişerek süregelmiştir. Sansür tehditleri, endüstriyel otosansür mekanizmalarına (örneğin, Prodüksiyon Kodu İdaresi) yol açmıştır. Dünya savaşları sırasında Hollywood savaş çabalarına aktif olarak katılmış, propaganda filmleri sipariş etmiş ve Başkan Roosevelt tarafından “savaş için vazgeçilmez bir endüstri” ilan edilmiştir. Soğuk Savaş döneminde “Hollywood Kara Listesi” ortaya çıkmış ve “Komplocu” ve “Kızıl Tehdit” gibi filmler anti-komünist ideolojiyi yansıtmıştır. Vietnam Savaşı sırasında yaşanan zorluklara rağmen, 1980’lerde “Top Gun” gibi filmlerle uzlaşma sağlanmış ve bu film ABD Hava Kuvvetleri için önemli bir halkla ilişkiler aracı olarak hizmet etmiştir. 11 Eylül sonrası dönemde ise teröristler ve uyuşturucu kartelleri gibi yeni düşmanlara odaklanılmış ve iş birliği yoğunlaşmıştır.
Hollywood’un bu belgelenmiş etki mekanizmaları, Altındal'ın “dünyayı yöneten akıl” tezindeki “kim” (gizli cemiyetler) akademik standartlara göre kanıtlanmamış olsa bile, işaret ettiği “nasıl” (medya manipülasyonu, ideolojik kontrol) medya gücünün akademik analizinde güçlü, doğrulanabilir paralelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Sinema da dâhil olmak üzere medya, küresel kontrol hakkındaki belirli fikirleri meşrulaştırma ve normalleştirme konusunda çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu ya komploları açıkça tasvir ederek ya da karmaşık jeopolitik sorunları basitleştirilmiş bir dünya görüşüne indirgeyerek sürekli olarak gerçekleşir. Hollywood’un komploları tutarlı bir şekilde tasvir etmesi, özellikle güçlü, gizli aktörleri veya devlet düzeyindeki entrikaları içerenler, Altındal’ın “dünyayı yöneten akıl” gibi fikirlerine inandırıcılık katabilecek bir kültürel yankı odası yaratmaktadır.
Kurgusal olsa da bu tasvirler izleyiciler için kurgu ile gerçeklik arasındaki çizgiyi bulanıklaştırabilir, karmaşık, gizli komploları olası veya hatta sıradan gösterebilir. “Komplo Teorisi” veya “JFK” gibi filmler, olayları manipüle eden gizli güçler fikrini doğrudan ele almaktadır. Sinematik komplo tropiklerinde dış düşmanlardan (komünistler) iç devlet komplolarına doğru tarihsel kayma, resmî kurumlara yönelik artan kamuoyu güvensizliğini yansıtmakta ve potansiyel olarak pekiştirmektedir.
Hollywood’un birincil amacı eğlence ve kar olsa bile, “hiçbir şeyin tesadüfen olmadığı” ve yalnız kahramanların büyük, gizli komploları ortaya çıkardığı anlatılara sürekli maruz kalmak, izleyicileri komplocu bir zihniyete koşullandırabilir. Bu durum, Altındal’ın önerdiği gibi gerçek dünya komplo teorilerinin, bu tür kurgusal tropiklere zaten dalmış bir halk için daha az tuhaf veya daha olası görünmesine neden olmaktadır.
Sonuç olarak, Altındal’ın “dünyayı yöneten akıl” gibi tekil, komplocu bir varlık tezinin ampirik desteği bulunmamaktadır. Ancak Hollywood gibi güçlü kurumların küresel anlatılar üzerindeki sistemik, çok yönlü etkisi, doğrulanabilir ve önemli bir olgudur. Bu etki hem açık iş birlikleri hem de endüstrinin yapısal ve ticari zorunlulukları aracılığıyla gerçekleşmekte, belirli ideolojilerin yayılmasına ve küresel bilincin şekillenmesine katkıda bulunmaktadır. Bu bulgular, karmaşık küresel güç dinamiklerini anlamak için eleştirel medya okuryazarlığının ve kanıta dayalı analizin önemini vurgulamaktadır. Belki de dünyayı yöneten tek bir “akıl” olmasa da güçlü kültürel makinelerin toplum üzerindeki incelikli ve yaygın etkisi, Altındal'ın işaret ettiği “nasıl” sorusuna farklı bir perspektiften cevap vermektedir. Perdenin arkasında her zaman gizli cemiyetler olmasa bile anlatıları şekillendiren, algıları yöneten ve küresel bilinci etkileyen mekanizmalar her zaman iş başındadır. Bu mekanizmaları anlamak, çağımızın en önemli entelektüel görevlerinden biridir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.