Osmanlı’da Peygamber aşkının zuhuru: Mevlid
Günümüzde Hz. Muhammed’in doğduğu ay olan Rebiülevvel’de mevlid okunması âdeti Türkiye başta olmak üzere İslam coğrafyasının tamamında yaygın. Peki, bu geleneğin nasıl ortaya çıktığını hiç merak ettiniz mi?
Kulaklarımızın bir yerlerinde kalmıştır bu sözler: “Ol Rebi-ûl evvel âyın nîcesi / On ikinci gece isneyn gecesi / Ol gece kim doğdu ol Hayr-ûl-Beşer / Annesi anda neler gördü neler…” Belki de hiçbir coğrafyada, bu mübarek gece bu kadar sanatlı anlatılmamıştır. Mevlid denilince ilk akla gelen hep Süleyman Çelebi’nin bu manzum ve edebî eseri olur.
Oysa Hz. Peygamber’in (sav) doğum yılını kutlamanın Fâtımîlere kadar uzanan bir yolculuğu var. Hatta yalnız Efendimiz (sav) ile de sınırlı kalmamış, Hz. Ali (ra), Hz. Fatıma (ra), Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) ile birlikte dönemin halifesinin de mevlidleri bu coğrafyada tesid edilir olmuştu. Bu tip mevlidler, dinî bir hassasiyetten ziyade siyasi meşruiyeti de haizdi. İşin bu siyasi tarafı, ehl-i sünnet olan Müslümanların kutlamalara katılmamasıyla neticelenmişti.
Kurtuluş vesilesi…
Fâtımîlerin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra Eyyûbîler döneminde, pek çok mahallî bayram kalktığından mevlid de evlerde kutlanır olmuştu. En büyük kırılma ise Selahaddin-i Eyyûbî’nin kayınbiraderi Erbil Atabegi Begteginli Muzaferüddin Kökböri zamanında oldu ve mevlid büyük bir törenle icra edildi.
Mevlid kutlamaları, her devletin yaşadığı iklim ve kültüre göre çeşitlilik arz etse de en çok ulema ve tasavvuf ehlinin iltifatına mazhar oldu. Çoğunlukla zikir ve hediyeler eşliğinde açılan meclislere Endülüs ve Selçuklu devirlerinde de rastlanmakla birlikte, bu geleneğin zirvesini Osmanlılar teşkil etti.
Osmanlılar, Anadolu’dan miras aldıkları manzum edebiyat ve Peygamber aşkı dolayısıyla mevlidi daha beylik döneminde vücuda getirmiş ve dilden dile günümüze kadar ulaşmasına da vesile olmuştu. Osmanlı zamanında kaleme alınan mevlidler pek çok ancak en eskisi ve en bilineni Süleyman Çelebi’ye ait. Onun 1409’da kaleme aldığı Vesîletü’n-necât adlı mesnevîsinin ilk Türkçe mevlid olduğu kabul edilir. Türkçe kaleme alınan mevlidlerin yaklaşık 200 adet olduğu ve kısm-ı âzâmının aruzun “fâilatün fâilatün fâilun” kalıbıyla yazıldığı görülür.
Yazılmış mevlidlerin çoğunda Hz. Peygamber’in doğumu üzerinde durulmuş, miraç bahsi ele alınmış ve çeşitli mucizeleri tasvir edildikten sonra vefatı konu edilmiştir. Bu türde yazılan eserlerin hepsi, ehl-i sünnet itikadı doğrultusunda kaleme alınmış, ayet ve hadislere referans verilerek telmihlerde bulunulmuştur.
Umumiyetle tevhid, münâcât ve naat ile başlayan eserler; kâinatın yaratılış sebebi olarak nur-i Muhammedî’den bahseder ve dua bölümü ile nihayete erer. Her faslın sonunda Hz. Peygamber’e hususi bir salât getirilir. Süleyman Çelebi’deki salâtın bulunduğu mükerrer beyitler şöyledir:
“Haşre dek ger denilirse bu kelâm
Niçe haşrola bu olmaya tamâm
Ger dilersiz bulasız oddan necât
Aşk ile derd ile eydin es-salât”
Tartışmadan sanata
Süleyman Çelebi’nin Bursa’da 1351 senesinde dünyaya geldiği tahmin ediliyor. Kendisi muhtemelen Orhan Gazi’nin silah arkadaşı olan Füsusü’l-hikem şârihi Şeyh Mahmud’un torunu ve ilimle uğraştığından “Çelebi” unvanını almış. Yıldırım Bayezid döneminde Divan-ı Hümayun imamlığı yapıp Bursa Ulu Camii’nin inşasından sonra Emîr Buharî’nin tavsiyesiyle buraya imam tayin edilmiş. Tasavvuf terbiyesiyle yetişip Halvetî veya Mevlevî olduğu düşünülüyor. Kabri Bursa’da Yoğurtlu Baba zaviyesi önündeki sırtta olup, başka bir eserinin olup olmadığı bilinmiyor.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i yazma sebebi rivayete göre bir tartışma üzerine olmuştur. Ulu Cami’de imamlık yaptığı yıllarda bir vâiz, Bakara suresinin 285. ayetini tefsir ederken peygamberler arasında bir fark olmadığını söylemiş, cemaatten bazıları buna karşı çıkmıştı. Büyüyen münakaşa üzerine konuya vâkıf olan Süleyman Çelebi, “Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol / Ümmetinden olmak için idi ol” beytini okumuş ve büyük teveccüh kazanmıştı. Bu hadise üzerine Hz. Peygamber’in hayatından bölümleri içine alacak şekilde beyitlerini çoğaltmış ve Vesîletü’n-necat’ı vücuda getirmiştir.
Yani bizim Mevlid diye bildiğimiz eserin asıl adı Vesîletü’n-necat’tır ve 768 beyitten oluşur. 16 babı ihtiva eden eser, edebiyatçıların sehl-i mümteni dedikleri çok zor ifade edilen meseleleri basit birkaç satırda anlatma özelliğini taşır. Bu muazzam çalışma, tasavvufî remizlerin başarıyla kullanımı, edebî sanatların ustaca işlenmesi, ayet ve hadislerin bahirler içerisinde yerli yerine oturtulmasıyla meydana gelmiştir.
Bugün elimizde eserin pek çok nüshası vardır. Bunun sebebi, halk arasında beğenilmesinden dolayı istinsah, yani elle çoğaltılmış olmasındandır. Fakat Süleyman Çelebi’ye ait olmayan birtakım beyitlerin ilavesi, metnin orijinaline ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Bu sebepten Latin harfleriyle yapılan neşirlerin çoğu sağlıklı değildir. Böyle zor metinleri, Hüseyin Vassaf Bey’in kaleme aldığı Gülzar-ı Aşk gibi şerhler üzerinden takip etmek en sağlıklı yol olarak gözükür.
İlk tören Kanunî devrinde
Sadece halk arasında değil, devlet katında da teveccüh bulan mevlid; Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir tören hâlini almış ve III. Murad devrinde resmî protokollerde okunmaya başlamıştır. Dönemin mühim kaynaklarından olan Mustafa Selanikî Tarih’inde Sultan Süleyman’ın vefatı dolayısıyla otağında mevlid okunduğunu, III. Murad Han’ın Resûl-i Ekrem’in doğumu münasebetiyle bütün minarelerde kandil yaktırttığını ve camilerde mevlid okunmasını emir buyurduklarını da zikretmektedir. Mevlid törenleri saray, konak ve evlerde yapıldığı gibi padişahın bizzat katıldığı mevlid alayı ile de tertip edilirdi. Topkapı Sarayı’ndaki törenler Ağalar Camii, Çinili Köşk, bilahare Sultan Ahmed Camii, Eminönü Valide Sultan, Eyüp Sultan, Beyazıt, Nusretiye ve Yıldız camilerinde gerçekleştirilirdi. Evvela devlet ricaline davetiyeler gider ve protokol kıyafetlerini giymeleri emredilir, tertip olunan mevlide katılan şahıslara hediyelerden başka belli bir miktarda meblağ da tahsis edilirdi.
Hz. Peygamber’in doğum günü olan 12 Rebiülevvel’de meydana getirilen mevlid alayı, camiye yaklaşıldığında müezzin mahfilinden okunan Fetih suresi ile karşılanırdı. Ardından padişah hünkâr mahfiline geçer, bu durumu belli etmek için kafesten küçük bir pencere açılır, cemaat ayağa kalkarak tazim ile eğilirdi. Müezzin mahfilindeki “muarrif” denilen vazifeli şahıs, Hz. Peygamber’in evsaf-ı şerifelerini okur, vaazlar verilir ve vaizlere hediyeler takdim edilirdi. Her vaiz çıkarken de cemaate şerbet ve gül suyu dağıtılır, buhur yakılarak güzel kokular yayılırdı.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i okunmaya başlandıktan sonra kürsüden inen mevlithana hilat giydirilirdi. İkinci mevlithan “Geldi bir ak kuş kanadıyla revan / Arkamı sığadı kuvvetle heman” beytini okurken herkes hürmeten ayağa kalkardı. Bu esnada mahfil tarafında bulunan müjdecibaşı, Mekke emirinden gelen mektubu sadrazama verir; sadrazam da bir işaret ile reisülküttap riyasetinde müjdecibaşıyla mektubu padişaha sunardı. Mektup okunduktan sonra aynı zamanda Haremeyn nâzırı olan Darüssaade ağasına samur kürk, reisülküttap ve müjdecibaşına da hilat verilirdi. Akabinde Medine’den gelen hurma, bütün devlet erkânına dağıtılırdı.
Üçüncü mevlidhan kürsüye çıkınca devletlüler protokole göre sıralanır ve cami mütevellileri önlerine şeker tablaları koyardı. Zağarcıbaşı, saksoncubaşı, muhzır ağa ve diğer ocaklılar zamanı gelince bu tablaları havaya kaldırır; mevlid duasından sonra tören sona ererdi. Bu nevi pahalı hediyelerin dağıtıldığı mevlidlerden başka hemen her devlet adamı konağında, camilerde ve mescidlerde mevlid okuturdu. Mevlid Kandili’ne hususi bir ehemmiyet verilip minarelerde kandil yakılması ve top atışlarıyla bu gecenin halka ilan edilmesi Osmanlılarda âdettendi.
Her bahir ayrı makam
Osmanlı coğrafyasında mevlid, kendine has bir biçimde bestelenip doğaçlama olarak okunarak hususi bir tören eşliğinde gerçekleştirilirdi. Mevlid kandili, mübarek gün ve geceler ile din büyüklerinin anılması, ölüm, doğum, sünnet, evlilik ve hac gibi vesilelerle toplanılan meclislerde okunurdu. Eserin bilinen bestecisi Bursalı Sekban olarak kabul edilir. Ancak zaman içinde bu okuma biçimi unutulmuş, yazma eserlerde yer alan dipnotlardan makam düzeni yeniden tespit edilebilmiştir.
Mevlid okuyan kişiye mevlidhan, bahirler arasındaki tevşihleri okuyan gruba tevşihan denir. Bunlar umumiyetle sabâ, çârgâh, dügâh veya şevk-u târâb makamında tilâvet edilen Kur’an-ı Kerim veya tevşihle mevlid törenini açarlar. Ardından aynı makamda bir kaside okunur, “Allah adın zikredelim evvelâ” mısraıyla tevhid veya münacaat bahrine girilir. Bu kısım sabâ makamında icra edilip bu makamın müsait olduğu diğer makamlara geçkiler yapılıp zenginleştirilir. “Her ki diler bu duada buluna / Fâtiha ihsan ede ben kuluna” mısraının ardından mevlidhan yüksek sesle “Merhum ve mağfur Süleyman Çelebi’nin ve kâffe-yi ehl-i imânın ruhu için el-Fâtiha” der ve Fâtiha-yı Şerife okunup bahir tamamlanır.
Ardından başlayan "Nur" bahri hicaz makamında başlayıp yine makam geçkileriyle estetik hâle getirilip topluca salâvat getirilir. Üçüncü bahir olan "Viladet" bahri rast ile başlayıp aynı usûl takip edilerek tekrar rasta dönülüp karar kılınır. Akabinde okunan salât-u selâmı kısa bir dua takip eder. Bu bahirde “İndiler gökten melekler saf saf” mısraında gerdaniye perdesinden girip mahur namelerle meyan açmak, “Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır” kısmında kürdili-hicazkâr, “Âmine eydür çü vakt oldu tamam” mısraında ısfahan makamı kullanmak âdettir. Tabii bu derece farklı makamları bir arada ve yerli yerinde kullanmak maharet istemektedir ki mevlid okumanın ciddi bir musiki bilgisi gerektirdiğini söylemek gerekir.
"Merhaba" bahrine ise hüseynî makamıyla başlanıp segâhta karar kılınır. Salât-u selâmın ardından "Miraç" bahri hüzzam, segâh, ırak, eviç, sabâ, nihavend ve suzidil gibi makamlarla bir çeşni hâline getirilip tekrar salâvata intikâl edilir. Uzun zamandır okunmayan "Vefat" bahri de hicaz, neva, uşşak ve bayatî makamlarında okunur. Son bölüm olan "Dua" bahrine uşşak girilir, “Rahmetullahî aleyhim ecmain” mısraı hüseynî icra edilerek mevlid bitirilir. Mevlidin sonunda Kur’an-ı Kerim okunur ve dua edilir; böylelikle tören nihayet bulur.
Hafız Şuhûdî Mehmed Efendi, Mustafa Rıza Efendi, Hüseyin Dede, Bedevî şeyhi Ali Baba, Şeyh Ömer Efendi, Said Paşa İmamı Hasan Rıza Efendi ve son dönemlerde Hâfız Sami, Üsküdarlı Ali Efendi, Hüseyin Sebilci, Aziz Bahriyeli ve Kâni Karaca üstadımız gibi Türk musikisinde pek çok mevlidhan yetişmiş ve şöhret sahibi olmuştur.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.