Osmanlı hoşgörüsüne Paskalya aynasından bakmak
Farklı inançların yan yana, barış içinde yaşadığı Osmanlı toplumunda Paskalya Bayramı da ortak bir kültürel zenginliğin parçasıydı. Bayramlar, sadece dinî değil, insani bir paylaşımın ve hoşgörünün sembolüydü. Gelin hep birlikte Osmanlı hoşgörüsüne Paskalya aynasından bakalım…
Osmanlı İmparatorluğu, çok dinli ve çok etnikli yapısıyla, farklılıkların yönetimini idaresinin merkezine yerleştirmiş bir siyasi oluşumdu. Bu geniş coğrafyada, Paskalya (Easter) gibi dinî bayramlar; yalnızca ilgili cemaatler için değil, aynı zamanda topluluklar arası etkileşim potansiyeli ve devletin yönetim pratikleri açısından da önemli bir yer tutuyordu. Paskalya, Hristiyanlık inancının temel taşlarından biri olarak, İsa Mesih’in dirilişini, umudu, yeniden doğuşu ve ölüm karşısındaki zaferi simgeler. Hristiyanlığın en önemli bayramlarından biri olan Paskalya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki kutlanma biçimleri, devletin bu kutlamalara yaklaşımı ve Müslüman toplumla olan etkileşimler, Osmanlı'nın “hoşgörü” (tolerance) ve “birlikte yaşam” (coexistence) anlayışının niteliğini, karmaşıklıklarını ve sınırlarını anlamak için değerli bir mercek sunar.
Osmanlı Devleti’nin, Paskalya gibi gayrimüslimlerin önemli dinî bayramlarını yönetme ve düzenleme ihtiyacı duyması, şeriat ve zımmî statüsü gibi İslami hukuk ilkeleri ile geniş ve çeşitli bir imparatorluğu yönetmenin pratik gerçekleri arasındaki içsel gerilimi ortaya koyar. Hoşgörü, yalnızca pasif bir kabullenme değil; aynı zamanda aktif, müzakereye açık ve sürekli bir idari pratikti. Devletin hac yolculuklarını kolaylaştırması veya potansiyel çatışmaları yönetmesi gibi müdahaleleri, hoşgörünün soyut bir idealden ziyade, farklı gruplar ve hukuki prensipler arasında denge kurmayı gerektiren pratik bir zorunluluk olduğunu gösterir.
Paskalya’nın temel anlamı: Diriliş
Paskalya'nın merkezindeki teolojik anlam, İsa Mesih’in çarmıha gerildikten üç gün sonra ölümden dirilmesinin anılmasıdır. Bu olay, Hristiyan inancının temel taşıdır ve ölüm ile günah üzerindeki zaferi, inananlara vaat edilen sonsuz yaşamı ve kurtuluşu simgeler. Paskalya, aynı zamanda İsa’nın üç yıllık hizmeti boyunca öğrettiklerinin ve vaaz ettiklerinin tam bir teyidi anlamına gelir. Bu nedenle bayram, “Diriliş Pazarı” veya “Kıyam Yortusu” gibi isimlerle de anılır.
Paskalya'nın tarihi değişken olup, genellikle mart sonu ile nisan sonu arasına denk gelir. Hesaplaması, ilkbahar ekinoksundan (21 Mart) sonraki ilk dolunayı takip eden pazar gününe dayanır. Ancak tarihsel olarak Batı (Katolik/Protestan) ve Doğu (Ortodoks) kiliseleri arasında hesaplama farklılıkları olmuştur. Paskalya’dan önceki dönem, “Büyük Perhiz” (Lent) olarak bilinen, genellikle 40 gün süren bir oruç ve tövbe dönemidir. Bu dönemde Hristiyanlar hayvansal gıdalardan uzak dururlar. Perhizin son haftası “Kutsal Hafta” olarak adlandırılır ve İsa’nın son akşam yemeği (Kutsal Perşembe), çarmıha gerilişi (Kutsal Cuma) gibi olayları anar. Bu hafta, Paskalya Pazarı (Diriliş Günü) ile sona erer.
Temel semboller ve ritüeller
- Yumurta (Paskalya yumurtası): Yumurta, Paskalya’nın en bilinen sembolüdür ve yeni yaşamı, yeniden doğuşu ve İsa'nın mezardan dirilişini temsil eder. Yumurtaların boyanması geleneği yaygındır. Özellikle Ortodoks geleneğinde yumurtaların kırmızıya boyanması, İsa’nın çarmıhta akıttığı kanı sembolize eder. Paskalya sabahı aileler ve çocuklar arasında yumurta tokuşturma oyunu oynanması da bir gelenektir. Yumurtanın kökenleri, Hristiyanlık öncesi bahar ve doğurganlık kutlamalarına dayanabilir.
- Paskalya mumu ve ışık: Özellikle gece ayinlerinde (vigil) yakılan Paskalya mumu, karanlığı ve ölümü yenen İsa'yı, yani dünyanın ışığını simgeler. Kiliselerden evlere taşınan kutsal ateş ve mum alayları da bu sembolizmle bağlantılıdır.
- Kuzu: Kuzu sembolü, hem İncil’de İsa için kullanılan “Tanrı’nın Kuzusu” ifadesine hem de eski İsrail’deki kurban geleneğine atıfta bulunur. Paskalya sofralarında kuzu eti önemli bir yer tutar.
- Özel yiyecekler: Paskalya çöreği, genellikle tatlı, örgülü ve bazen mahlep, sakız gibi aromalarla zenginleştirilmiş özel bir ekmektir. Rum Ortodoks geleneğinde Diriliş Ayini sonrası orucu açmak için sakatatla yapılan “magiritsa” çorbası içilir.
- Litürjik uygulamalar: Paskalya dönemi, kiliselerde yoğun ayinler, gece nöbetleri (vigiller), ilahiler, dualar ve özel okumalarla geçer. Komünyon ayininde ise ekmek ve şarap, İsa'nın bedenini ve kanını temsil eder.
Paskalya’nın tarihî kökeni
Paskalya kutlamalarına dair en eski kayıtlar 2. yüzyıla kadar uzansa da İsa’nın dirilişinin anılması muhtemelen Hristiyanlığın ilk dönemlerine dayanır. Paskalya’nın İbranice “pesah” (fısıh) kelimesinden türediği ve Yahudilerin Mısır’dan çıkışını anan Fısıh Bayramı ile hem tarihsel hem de teolojik bağları olduğu belirtilir. İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dirilişi fısıh zamanında gerçekleşmiştir.
Paskalya geleneklerine yumurta ve tavşan gibi Hristiyanlık öncesi sembollerin (bahar ve doğurganlık tanrıçası Eostre ile ilişkilendirilen) dâhil edilmesi, dinin yerel kültürleri uyarlama ve özümseme yeteneğini gösterir. Bu sembollerin Osmanlı Hristiyan cemaatleri içinde varlığını sürdürmesi, bu pratiklerin sadece teolojik anlamın ötesine geçen derin kültürel köklere sahip olduğunu ve “millet sistemi”nin iç geleneklere izin veren yapısı içinde hoş görüldüğünü düşündürür.
Ayrıca Paskalya’nın zamanlamasındaki farklılıklar ve Ortodoksların kırmızı yumurta geleneği veya Ermenilerin yumurta tokuşturma oyunu gibi özgün gelenekler, Osmanlı Hristiyanlığı içindeki çeşitliliği vurgular. Bu durum, “millet sistemi”nin tek bir “Hristiyanlık” ile değil, her birinin kendi takvimi ve Paskalya gibi büyük bayramlarla ilgili âdetleri olan farklı cemaatlerle (Rum, Ermeni vb.) muhatap olduğunu gözler önüne serer.
Osmanlı'da millet sistemi ve zımmî hukuku
Osmanlı İmparatorluğu'nun gayrimüslim tebaasıyla ilişkilerini düzenleyen temel hukuki ve idari çerçeve, millet sistemi ve onun dayandığı zımmî hukukuydu. Bu sistem, Paskalya gibi dinî bayramların kutlanması da dâhil olmak üzere gayrimüslimlerin dinî ve sosyal yaşamlarını önemli ölçüde şekillendirmişti.
Millet sistemi, Osmanlı İmparatorluğu'nda din3i cemaatlere (başlangıçta etnik kökene değil, din ve mezhebe dayalı olarak tanımlanan) kendi iç işlerini yönetme konusunda belirli bir özerklik tanıyan idari bir yapıydı. Kökenleri, Türk-İslam devlet geleneğine ve İslam hukukunun gayrimüslimlere ilişkin prensiplerine (zımmî hukuku) dayanıyordu. Sistemin Fatih Sultan Mehmet döneminde kurumsallaştığı yaygın olarak kabul edilse de bugünkü anladığımız sistematik yapısının daha geç dönemlerde, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda belirginleştiği anlaşılır. Milletlere tanınan özerklik; din, dil, eğitim, vakıflar, sosyal tesisler ve özellikle evlenme, boşanma, miras gibi kişisel hukuk alanlarını kapsıyordu. Bu sayede her cemaat, kendi dinî kuralları ve gelenekleri çerçevesinde varlığını sürdürebiliyordu.
Her milletin başında bulunan dinî liderler (Rumlar için Patrik, Ermeniler için Patrik/Katolikos, Yahudiler için Hahambaşı), kendi cemaatlerinin idaresinden, kısmen vergi toplanmasından ve iç düzenin sağlanmasından sorumluydu. Bu liderler, cemaatleri ile Osmanlı Devleti arasında bir aracı konumundaydılar ve devlet tarafından tanınan, özerk statülü memurlar gibiydiler. Osmanlı Devleti’nin tanıdığı temel milletler Rum Ortodoks (Millet-i Rûm), Ermeni (Millet-i Ermeniyân - başlangıçta farklı Ermeni kiliselerini de kapsayan) ve Yahudi (Millet-i Yahudiyan) idi. Zamanla, özellikle dış etkiler ve iç dinamiklerle Katolikler (Ermeni Katolik, Latin Katolik vb.) ve Protestanlar gibi gruplar da ayrı millet statüsü kazanmıştı.
Haklar ve yükümlülükler
Zımmî (“himaye edilen”, “korunan kişi”), İslam hukuku uyarınca İslam devleti hâkimiyeti altında yaşayan gayrimüslimleri (özellikle Ehl-i Kitap olan Hristiyan ve Yahudileri) ifade ediyordu. Gayrimüslimlerin can, mal ve inanç güvenlikleri devlete bağlılık ve belirli yükümlülükleri yerine getirme karşılığında bir sözleşme çerçevesinde garanti altına alınıyordu. Bu sözleşme gereğince zımmîlere temel olarak can ve mal güvenliği, kendi dinlerini (belirli sınırlar içinde) serbestçe yaşama ve ibadet etme hakkı tanınıyordu. Kişisel statüleriyle (aile, miras vb.) ilgili konularda kendi mahkemelerini kullanma hakları vardı. Zımmîler köle değil, hür insan statüsündeydiler. Zımmîlerin temel yükümlülükleri devlete sadakat, cizye (can vergisi/baş vergisi) ve bazen de haraç (toprak vergisi) ödemekti. Cizye ödemeleri karşılığında askerlik hizmetinden muaftılar. Ayrıca kamu düzenine uymaları ve İslam dinine ve Müslümanların dinî duygularına saygılı olmaları bekleniyordu.
Zımmîlere tanınan hakların yanı sıra, İslam toplumundaki statülerini ve Müslümanlarla aralarındaki farkı belirginleştiren bazı kısıtlamalar da mevcuttu:
- Dinin kamusal gösterimi: Açıkça kendi dinlerinin propagandasını yapmaları, Müslümanları kendi dinlerine davet etmeleri yasaktı. Dinî sembollerin (haç gibi) ve ayinlerin kamusal alanda gösterişli bir şekilde sergilenmesi genellikle sınırlıydı. Kiliselerde çan çalmak yerine genellikle “nakus” veya “simandron” adı verilen tahta tokmakların kullanılması teşvik ediliyordu. Yeni ibadethane inşası izne tabiydi ve mevcutların tamiri genellikle daha kolay olmakla birlikte yine de izin gerektirebiliyordu. İbadethanelerin Müslümanlarınkinden daha gösterişli olmamasına dikkat edilebiliyordu.
- Sosyal farklılıklar: Zaman zaman ve bölgeden bölgeye değişmekle birlikte, gayrimüslimlerin giyim tarzları, evlerinin yüksekliği, ata binmeleri gibi konularda bazı düzenlemeler uygulanabiliyordu. Bu kurallar, toplumdaki hiyerarşik yapıyı ve farklı statüleri vurgulamayı amaçlıyordu.
- Hukuki sınırlamalar: Mahkemelerde bir zımmînin şahitliğinin bir Müslüman’a karşı daha az ağırlık taşıyabildiği durumlar olabiliyordu. Bazı suçlarda verilen cezalar farklılaşabiliyordu (örneğin, bazı kanunnamelerde zımmîye Müslüman’a verilen cezanın yarısının uygulanması gibi hükümler yer alabiliyordu). Evlilik konusunda kısıtlamalar vardı (Müslüman erkek zımmî kadınla evlenebilirken, Müslüman kadın zımmî erkekle evlenemezdi). Müslümanlar ve zımmîler arasında miras hukuku açısından da bazı sınırlamalar mevcuttu.
Sistemde değişim ve gelişim
Bu sistem statik değildi. Özellikle 19. yüzyılda ilan edilen Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları ile önemli değişiklikler yaşandı. Bu fermanlarla Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasında kanun önünde eşitlik ilkesi getirilmeye çalışıldı, cizye vergisi kaldırıldı, gayrimüslimlerin devlet memuru olabilmelerinin ve askerlik yapabilmelerinin önü açıldı ve dinî konulardaki birçok kısıtlama (örneğin din değiştirme yasağı, ibadethane inşası) resmen kaldırıldı veya hafifletildi. Ancak yasal düzenlemelerle toplumsal gerçeklik arasında her zaman bir örtüşme olmadığı, bazı ayrımcı uygulamaların ve algıların devam ettiği de gözden kaçırılmamalı.
Osmanlı sistemi, özellikle Tanzimat öncesi dönemde, modern anlamda evrensel haklara veya seküler eşitliğe değil, İslami hukuk geleneğine (zımmî statüsü) dayalı “pragmatik bir hoşgörü” anlayışını temsil ediyordu. Bu sistem, farklı dinî grupların bir arada yaşamasını ve kendi iç özerkliklerini korumasını mümkün kılmıştı. Ancak bunu Müslümanların üstün statüsünü (millet-i hâkime) teyit eden belirgin bir sosyal ve hukuki hiyerarşi içinde yapmıştı. Zımmî statüsünün koruma sağlaması, bağlılık ve cizye gibi vergilerle koşullandırılmıştı. Kamusal alandaki kısıtlamalar ve sosyal statü işaretleri bu hiyerarşik yapıyı pekiştiriyordu. Dönemin Avrupa’sındaki azınlık uygulamalarıyla kıyaslandığında önemli özgürlükler sunsa da sistemin temelinde daha sonra reformlarla geliştirilmeye çalışılan eşit vatandaşlık ilkesi bulunmuyordu.
Millet sistemi, özerklik tanırken aynı zamanda cemaat liderlerini kendi topluluklarından devlete karşı sorumlu kılarak bir kontrol mekanizması işlevi de görüyordu. Sistemin evrimi, yeni millet statülerinin tanınması ve reformlar gibi gelişmeler hem iç dinamiklerden hem de Avrupa devletlerinin artan müdahaleleri ve baskılarından etkilenmişti. Bu durum, sistemin statik olmadığını, iç idari ihtiyaçlara ve dış jeopolitik güçlere yanıt verdiğini göstermesi bakımında önemliydi.
Osmanlı Hristiyan cemaatlerinde Paskalya
Osmanlı İmparatorluğu, bünyesinde barındırdığı çeşitli Hristiyan cemaatleri ile dikkat çekiyordu. Bu cemaatlerin her biri, Paskalya Bayramı’nı kendi özgün gelenekleri ve ritüelleriyle kutluyordu.
Rum Ortodoks Paskalya gelenekleri
- Kutsal Hafta ve Diriliş Ayini (Anastasi): Rum Ortodokslar için Kutsal Hafta ayinleri büyük önem taşır. Cumartesi gecesi yarısı düzenlenen Diriliş (Anastasi) Ayini, Paskalya kutlamalarının doruk noktasıdır. Bu ayinde kiliseler mumlarla aydınlatılır, özel ilahiler okunur ve İsa'nın dirilişi müjdelenir. Kiliselerden alınan kutsal ateş (mum ışığı) evlere taşınır.
- Kırmızı yumurtalar: En belirgin geleneklerden biri, yumurtaların kırmızıya boyanmasıdır. Kırmızı renk, İsa'nın kanını ve zaferini simgeler. Bu yumurtalar “Kutsal Perşembe” günü boyanır ve kilisede kutsanır. Paskalya günü birbirine hediye edilir ve tokuşturulur.
- Özel yemekler: Diriliş Ayini’nden sonra orucu açmak için geleneksel olarak kuzu etinden yapılan “magirits”" çorbası içilir. Paskalya sofralarının vazgeçilmezi fırında kuzu etidir. Tatlı, örgülü Paskalya çöreği (“tsoureki”) de önemli bir Paskalya yiyeceğidir.
Ermeni Paskalya (Surp Zadig) gelenekleri
- Kutsal Perşembe’nin önemi: Ermeni geleneğinde Kutsal Perşembe, İsa’nın Son Akşam Yemeği’ni ve öğrencilerinin ayaklarını yıkamasını anma günü olarak özel bir önem taşır. Kiliselerde bu olayı temsilen çocukların ayaklarının yıkanması ritüeli gerçekleştirilir.
- Yumurta boyama ve tokuşturma: Ermeniler de Paskalya’da yumurta boyar ve tokuşturma oyunu oynarlar. Yumurtaların Rum geleneğindeki kadar canlı renklerde boyanmadığı belirtilir. Yumurtalar “Kutsal Perşembe” günü boyanır ve uzun süre bozulmayacağına inanılır.
- Kurban (Matagh): Paskalya’da kurban kesme (genellikle kuzu veya horoz) ve etini ihtiyaç sahipleriyle paylaşma geleneği (Matagh) yaygındır.
- Özel yemekler ve perhiz: Büyük Perhiz döneminde hayvansal ürünlerden uzak durulur. Paskalya yemeğinde kurban etinin yanı sıra pilav, çeşitli mezeler ve tatlılar yer alır. Lent döneminde tüketilen nohut ezmesi ve soğanla yapılan "topik" gibi özel yemekler de bulunur.
- İlişkili bayramlar: Paskalya öncesindeki Büyük Perhiz arifesinde kutlanan “Paregentan” (İyi Yaşam), bir tür karnaval niteliğindedir. Paskalya’dan 40 gün sonra İsa’nın göğe yükselişini anan “Hampartsum” yortusu kutlanır.
- Toplumsal kutlamalar: Paskalya, aile ziyaretleri, kutlamalar ve kilise ayinleriyle toplumsal bir coşku içinde yaşanır. Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi'nde uzun bir aradan sonra Paskalya'nın kutlanabilmesi, bu geleneğin günümüzdeki devamlılığını gösterir.
Süryani (Süryani Ortodoks) Paskalya gelenekleri
- Diriliş Bayramı: Süryaniler Paskalya’yı “İdo d'Qyomto” (Diriliş Bayramı) olarak adlandırırlar.
- Yumurta geleneği: Yumurta boyama ve hediye etme geleneği Süryanilerde de bulunur.
- İlişkili bayramlar: Paskalya’dan önceki dönemde, Hz. Meryem’e Hz. İsa’nın doğumunun müjdelendiği "Suboro" (Müjde) yortusunda bileğe takılan üç renkli (Tanrı’nın üç sıfatını simgeleyen) ip, Paskalya’ya kadar taşınır. Paskalya’dan 50 gün sonra Kutsal Ruh’un havarilere indiği gün olan “Pentekost” (Rışeş) kutlanır.
Osmanlı gayrimüslimleri için din, cemaat kimliğinin temelini oluşturuyordu. Bu nedenle Paskalya kutlamaları, sadece dinî bir vecibe olmanın ötesinde, cemaat kimliğini, sürekliliğini ve sosyal bütünlüğünü teyit eden hayati öneme sahip pratiklerdi. Yemekler, ritüeller, oyunlar gibi özgün gelenekler, grup aidiyetini pekiştiriyordu. Temelde aynı olayı (İsa’nın dirilişini) anmakla birlikte, her cemaatin Paskalya’yı farklı geleneklerle kutlaması, hem ortak bir Hristiyan anlatısını hem de her topluluğun Osmanlı yönetimi altında koruduğu özgün kültürel yolları göstermesi bakımından önemlidir. Millet sisteminin sağladığı özerklik, her grubun Paskalya etrafındaki kendine has litürjik ve kültürel ifadelerini sürdürmesine olanak tanımıştı.
Paskalya'nın kamusal boyutları: Birlikte yaşam ve etkileşim
Osmanlı İmparatorluğu’nda Paskalya kutlamaları, sadece cemaatlerin iç dünyasıyla sınırlı kalmamış, kamusal alana da yansımış ve hem devletle hem de Müslüman toplumla çeşitli etkileşimlere sahne olmuştu. Osmanlı Devleti, zımmî hukuku çerçevesindeki koruma yükümlülüğünün bir gereği olarak, gayrimüslimlerin dinî bayramlarını belirli ölçüde kutlayabilmelerini sağlamıştı. Bunun en belirgin örneklerinden biri, Paskalya zamanı Kudüs’e gitmek isteyen Hristiyan hacıların güvenliğinin sağlanması ve yolculuklarının kolaylaştırılması için alınan tedbirlerdi. Bu, devletin düzeni sürdürme ve zımmî statüsünün gereğini yerine getirme konusundaki pragmatik yaklaşımını gösteriyordu. Devlet ayrıca özellikle Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi gibi mekânlarda farklı Hristiyan mezhepleri arasında Paskalya zamanı ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklara müdahale ederek düzeni sağlamaya çalışmıştı.
Ancak devletin rolü sadece kolaylaştırmaktan ibaret değildi, aynı zamanda düzenleme ve sınırlama işlevini de içeriyordu. Zımmî hukukunun gereği olarak, dinin kamusal alanda gösterişli bir şekilde sergilenmesi konusunda kısıtlamalar vardı. Gürültülü ayin alayları, çanların yüksek sesle çalınması (bunun yerine genellikle tahta tokmaklar kullanılırdı), yeni ve büyük kiliselerin izinsiz inşası gibi konular denetim altındaydı. Bu düzenlemeler, kutlamaların görünürlüğünü etkileyebiliyor ve İslam'ın kamusal alandaki üstünlüğünü korumayı amaçlıyordu. Bununla birlikte Osmanlıcada gayrimüslim bayramları için de “bayram” teriminin kullanılması -İslami bayramlar gibi resmî tatil olmasalar da- bu günlerin toplumsal olarak belirli bir tanınırlığa sahip olduğunu düşündürür.
Kamusal kutlamalar ve görünürlük
Kısıtlamalara rağmen, Paskalya kutlamalarının kamusal alana taştığı durumlar da mevcuttu. Özellikle İzmir gibi kozmopolit şehirlerde Paskalya öncesi Lent dönemine denk gelen karnavallar, maskeli kalabalıkların sokaklara döküldüğü, müzik ve dansın olduğu canlı etkinliklerdi. Kiliselerdeki ayinlerin ardından yapılan mum alayları da kutlamaların kamusal bir boyutuydu. Kutlamaların görünürlüğü, muhtemelen bölgenin demografik yapısına (Hristiyan nüfusun yoğunluğuna), yerel idarecilerin tutumuna ve dönemin siyasi atmosferine göre değişiklik gösteriyordu. İzmir’deki canlı karnaval tasvirleri, zımmî hukukundaki potansiyel kısıtlamalarla bir tezat oluşturarak, uygulamanın yerel düzeyde esneklik gösterebildiğini gözler önüne sermesi bakımından kıymetlidir.
Topluluklararası etkileşim
Farklı dinî kimliklere rağmen, Osmanlı toplumunda komşuluk ilişkileri ve sosyal etkileşimler mevcuttu. Bunun güzel bir örneği, Hristiyanların Paskalya zamanında Müslüman komşularına boyalı yumurta ve Paskalya çöreği hediye etme âdetidir. Bu tür jestler, dinî sınırları aşan gündelik ilişkilerin ve karşılıklı saygının varlığını gösterir. Benzer şekilde, gayrimüslimlerin de Ramazan ayında Direklerarası gibi Müslümanlara özgü eğlence mekânlarına katılması, karşılıklı sosyal etkileşimin bir başka boyutuydu. İzmir karnavallarını anlatan seyyahların, Türklerin de bu coşkuya dışarıdan katıldığını veya ilgiyle izlediğini belirtmesi, merak veya sosyal bağlar nedeniyle bu tür etkileşimlerin olabileceğini düşündürür. Ancak birlikte yaşam her zaman sorunsuz değildi.
Dinî bayramlar, mevcut toplumsal gerilimlerin ve önyargıların su yüzüne çıktığı zamanlar da olabiliyordu. Bunun en çarpıcı örneği, İzmir’de Paskalya zamanı Rumlar ve Yahudiler arasında yaşanan sürtüşmelerdi. Özellikle Yahudilerin Hristiyan çocuklarını kaçırıp kanlarını Pesah (Fısıh) ekmeklerine kattıkları yönündeki eski “kan iftirası” suçlamaları, Paskalya döneminde yeniden alevlenerek iki cemaat arasında şiddete varan olaylara neden olabiliyordu. Bu durum, dinî bayramların nasıl mevcut düşmanlıklar için bir bahane hâline gelebildiğini ve hoşgörünün sınırlarını gözler önüne serer. Zımmî statüsünün getirdiği hiyerarşik yapı ve özellikle 19. yüzyılda yükselen milliyetçilik akımları da dinî bayramlar sırasındaki gerilimleri potansiyel olarak artırdı.
Paskalya’nın kamusal ifadesi, resmî düzenlemeler (zımmî hukuku), devletin pragmatik yaklaşımı (düzeni koruma, hac ziyareti kolaylaştırma), yerel demografik yapı, belirli tarihsel bağlamlar (artan gerilimler gibi) ve formel olmayan topluluklararası ilişkiler tarafından şekillendirilen, müzakere edilmiş bir alandı. Ne tek tip bir özgürlük ne de tek tip bir kısıtlama söz konusuydu; aksine bu faktörlerin dinamik bir etkileşimi mevcuttu.
Paskalya yumurtası ve çöreği paylaşımı gibi olumlu etkileşim örnekleri, zımmî sisteminin getirdiği resmî, hukuki ve sosyal hiyerarşinin, komşuluk düzeyinde dostane ilişkileri ve karşılıklı saygıyı engellemediğini bize gösterir. Birlikte yaşam, her şeye rağmen mümkündü. Gündelik hayat ve sosyal âdetler, zımmî/millet yapısının getirdiği resmî ayrımları yumuşatan olumlu ilişkiler geliştirebiliyordu. Öte yandan İzmir örneği, derin dinî duyguların yaşandığı bayramların, mevcut önyargılar (kan iftirası) ve cemaat rekabetleriyle birleştiğinde nasıl şiddete dönüşebileceğini açıkça gösteriyordu. Bu, birlikte yaşamın kırılganlığını ve özellikle duygusal yoğunluğun veya siyasi değişimlerin yaşandığı dönemlerde hoşgörünün sınırlarının zorlanabileceğini ortaya koyuyordu. Yoğun dinî anlam taşıyan Paskalya’nın Yahudilerin Fısıh Bayramı’yla çakışması ve kan iftirası gibi tarihsel yükler, kutlamayı bir çatışma vesilesine dönüştürmüştü. Bu, hoşgörünün sınırlarının olduğunu ve belirli baskılar altında kırılabileceğini, altta yatan toplumsal çatlakları ortaya çıkarabildiğini gösteriyordu.
Sonuç olarak Paskalya kutlamalarının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumu, devletin dinî azınlıklara yönelik politikalarını ve birlikte yaşam kültürünün niteliğini anlamak için önemli veriler sunuyor. Elimizdeki bilgiler ışığında, Paskalya’nın Osmanlı hoşgörüsünü yansıtan bir ayna işlevi gördüğü rahatlıkla söylenebilir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.