09 October 2024

Ölüm karşısında düşünsel tutumlar

Ölüm, dün olduğu gibi bugün de gizemini koruyor. Ölüm, insanın başına gelebilecek en büyük felaket mi? Ölüm gerçekten bir son mu, yoksa farklı türde bir “yaşamın” başlangıcı mı? Ölüm ile ölmeyen bir unsur var mı veyahut ölüme maruz kalan her varlık, tamamen hiçliğe mi gidiyor?

Kierkegaard’ın da “Mezarda sessizlik hüküm sürer ve ölüler sessizdir” şeklinde veciz bir tarzda ifade ettiği üzere ölüm, dün olduğu gibi bugün de gizemini koruyan bir olgu olarak karşımızda duruyor. Ölümü, insanın başına gelebilecek en büyük felaket olarak mı nitelendirmeliyiz? Ölüm gerçekten bir son mu, yoksa farklı türde bir “yaşamın” başlangıcı mı? Ölüm ile ölmeyen bir unsur var mı ya da ölüme maruz kalan her var olan, tamamen hiçliğe mi geri dönüyor? Bunlar gibi cevaplanması kolay olmayan birçok soruyu peşinden sürükleyen ölüm, ne olduğunu tam bilemesek de üzerine konuşmaktan kendimizi alamadığımız bir hâldir. Çünkü her geçen zaman, bizi kendisine yaklaştırmakta ve nihayetinde her birimizin karşılaşmaktan kaçınamayacağı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. O sebeple her insan, bu gizemin ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmaya kendisini mecbur hissetmektedir.

Düşünce tarihi, kayda geçen ilk metinlerinden günümüze kadar birçok düşünürün bu olgu hakkındaki fikirleriyle doludur. Tabii ki bu yazı, bu gizemi çözmeye yönelik bir çaba içerisinde değil. Fakat onun etrafında oluşan düşünsel üretimlere yöneliktir. Bu çalışmada söz konusu fikirlerin tamamını kapsayan bir analiz yapmak mümkün olmasa da genel bir tasnifle kısmi bir değerlendirmede bulunmayı amaçlıyoruz. Dolayısıyla burada doğrudan ölüm olgusunun kendisine değil, bu olguya dair düşüncelere yönelik bir çalışma söz konusu olacaktır. Bununla da hedeflenen, her bir insan tekinin maruz kalacağı bir gerçekliğe dair zihinlerdeki düşünsel açıklamaların yeniden değerlendirilmesi için bir imkân sunmaktır.

Düşünce tarihinin ölüme dair kaydettiği izahları metafizik ve varoluşçu yaklaşımlar şeklinde açıklamak, detayları görmezden gelerek baktığımızda yanlış olmasa gerek. Metafizik yaklaşım ile ölüm olgusunun bizatihi gizemini çözdüğünü düşünen bakış açısını; diğer bir ifadeyle ölümün ne olduğuna, hatta ölümden sonra ne olacağına dair iddialarda bulunan tutumu kastetmekteyiz. Bu yaklaşım genelde dinî bir içeriğe sahip olmakla birlikte bazı felsefi tutumları da kapsamaktadır. Varoluşçu bakış ise ölümün neliğini ve sonrasını değil, onun varoluşumuzla ilişkisinde yaşama kattığı anlamı dikkate alan tutumdur. Dolayısıyla bu yazı çerçevesinde sözü edilen iki bakış açısının detaylarını kısmen de olsa göstermek, bu yaklaşımların genel karakteristiğini tanımak bakımından yeterli olabileceği gibi, ölüm olgusunun nasıl değerlendirilebileceğine dair de bir zemin oluşturacaktır.

Ölüm olgusuna metafiziksel yaklaşım

Metafiziği, genelde “nedir”li sorulara cevap arayan felsefi bir disiplin olarak görebiliriz. “İnsan nedir?”, “Canlı nedir?”, “Doğa nedir?”, “Tanrı nedir?” gibi “nedir”li sorular; ilişkili olduğu var olanın gizemini çözmeye yönelik sorulardır. Dolayısıyla metafizik yaklaşım, soruşturmasına konu kıldığı var olanın ne olduğunu bildiği iddiasına sahiptir. “Ölüm nedir?” sorusu da bu anlamda bir metafizik soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu soruya düşünce tarihinde her ne kadar çok farklı metafizik bakış açılarından yaklaşmak mümkünse de çalışmanın kapsamı bakımından burada temel iki tutuma değinmek kâfi olacaktır. Bu iki tutumu “idealist” ve “materyalist” tutumlar olarak ifade edebiliriz.

İdealist tutum, canlılığı genelde organizmadaki maddi olmayan bir boyutla ilintilendirir. Bu tutuma göre organizmadaki maddi boyut, öğelerine ayrılarak bütünlüğünü kaybedecektir. Dolayısıyla ölüm denilen olgu bununla ilintilidir, maddi olmayan boyut ise varlığını devam ettirecektir. Bu açıklamayı insan örneği üzerinden somutlaştıracak olursak; insanın ruhu, yani maddi olmayan ölümsüz boyutu, bedeni oluşturan maddi boyutunda ikamet etmektedir. Ölüm ile birlikte beden, öğelerine ayrışarak bütünlüğünü kaybetmekte, ölümsüz olan kısım ise varlığını sürdürmektedir. Özellikle monoteist dinlerin pozisyonu, bu kategoride ele alınabilir. (Tabii idealist felsefenin de bu kategoride değerlendirilebileceği kanaatindeyim. Örneğin Platon, bedeni ruhun geçici bir ikametgâhı olarak görmektedir. Ölüm ruhta değil, bedende vuku bulmaktadır.) Monoteist dinlerin çizdiği bu çerçeveyi kabullenen ve o ufukta felsefe yapan isimler arasında Hristiyan kültür havzasından Augustin, Aquinas gibi filozoflar ile İslam kültür havzasından Kindi, Farabi, İbn Sina, Gazali gibi filozofları örnek gösterebiliriz. Modern dönemdeki idealist filozofların da -Descartes gibi düalist filozofları da kapsayacak şekilde ifade edecek olursak- genel tutumlarında pek bir farklılık olmamıştır.

Metafizik yaklaşımın diğer bir boyutunu oluşturan materyalist tutumun ölüm olgusuna dair analizi ise idealist yaklaşımın iddiasını olumsuzlayan bir zeminde vuku bulur. Materyalist yaklaşımın var olanlara yönelik genel tutumu, her bir var olanın tek bir temel unsurdan müteşekkil olduğu iddiasıdır. Diğer bir ifadeyle bu yaklaşıma göre var olanlar, maddi olan ve maddi olmayan unsurlardan değil; sadece maddi olan unsurlardan mürekkeptirler. İnsan özelinde bu yaklaşımı biraz daha açacak olursak; insan maddi olmayan bir var olanı, yani ruhu içermemektedir; yalnızca maddeden müteşekkildir. Ruh olarak adlandırılan boyut sadece daha rafine bir maddeden ibarettir. Dolayısıyla maddi olan, nihayetinde öğelerine ayrışarak bütünlüğünü kaybedeceği için sadece maddi olandan oluşan insan da böyle bir son ile karşılaşacaktır, ki bu da ölümdür. Ölüm, insanın sonudur; insanın kendisini oluşturan ögelerine ayrışarak yine tamamen maddi olan evrenin yapısına geri dönüşüdür.

İdealist yaklaşımın ölüm karşısındaki psikolojik durumu, korku unsuru içerse de nihayetinde ruh için daha farklı bir serüvenin başlangıcı olarak görülmektedir. Fakat söz konusu serüvenin hikâyesi, beden ile birlikteyken yazılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ölümden önceki yaşamda ruhun beden içindeki hâlleri, sonraki yaşam için belirleyici bir kriter oluşturur. Bu hususun detayları dinlere ve felsefi sistemlere göre farklılaşmakla birlikte genel çerçeve bundan ibarettir.

Materyalist yaklaşımın ölüm karşısındaki psikolojik tutumu da -en azından teorik bağlamda- Epikuros’un “Ölüm, bizim için hiçbir şeydir, çünkü biz varken ölüm yoktur; ölüm gelince de biz yokuz” sözünde kendisini göstermektedir. Dolayısıyla korkuya mahal verecek bir durum söz konusu değildir. Ölüm ve sonrası, yaşamın üzerinde belirleyici bir güce sahip değildir.

Buraya kadar, ölüm olgusu karşısında metafizik tutumun iki genel aksının iddiasını genel bir çerçevede sunmaya çalıştık. Maalesef her genelleme, detaylardaki farkların üzerini örtme gibi bir yöne sahip; o yüzden idealist tutum ve materyalist tutum içindeki analizlerin detaylarındaki farklılıklara değinmek pek mümkün olmadı. Bunun sebebi, metnin sınırlarının buna imkân vermemesidir.

Varoluşçu bakış açısından ölüm

Varoluşçu yaklaşım ise metafizik yaklaşımın aksine ölümün ne olduğuna odaklanmaz; daha ziyade ölümün, yaşama nasıl bir anlam kattığı veya ölüm fenomeninin anlamı ve değeri üzerinde durur. Ölüm fenomeninin anlamı ve değeri, onun gerçekte ne olduğundan çok daha önemlidir çünkü bu yaklaşıma göre “nedir”li soruların cevabı yoktur. Zira bizler Tanrı bakışına sahip bir var olan değiliz. Zamana ve mekâna gömülü sonlu varlıklarız. Bir şeye dair de ancak bu zeminden hareketle konuşabiliriz. Diğer bir ifadeyle bir fenomenin kendini açımlama tarzlarından hareketle ona dair bir analizde bulunabiliriz, onun gerçekte ne olduğu bu analizin dışında kalan bir husustur. O sebepledir ki varoluşçu bakış, ölüm olgusunu iyi veya kötü kavramlarından hareketle analiz etmez.  

Varoluşçu tutum açısından yaşamı nasıl ele aldığımız, ölümü nasıl ele aldığımız ile doğrudan ilintilidir. Yaşam peşinen ölüm ile tam bir ilişki içindedir. Ölüm, varoluşumuzun zamansallığını açımlayarak bizim sonlu varlıklar olduğumuzu gösterir. Dolayısıyla ölüm, yaşamımızı, vuku bulduğunda şekillendirmiyor; a priori olarak belirliyor. Tabii bu hassaten insan özelinde böyledir diyebiliriz. Biz dünya içinde var olduğumuz andan itibaren ölüme doğru yolculuğumuz başlamaktadır. Heidegger’in ifadesiyle “Bir insan yaşamaya başladığı an, ölmeye hazır yaştadır.” 

Böyle bir yaklaşımda ölüm yalnızca biyolojik-tıbbi çerçevede ele alınmaz, daha ziyade ontolojik düzeyde düşünülür. Ontolojik çerçeve her tür biyolojik açıklamanın öncesinde yer alır. Ölüm, varlığımızın kesinliğini göz önüne getirir. Çünkü ölüm, dünya içindeki bulunuşumuzun olduğu hâliyle nihayete erişidir. Dolayısıyla “Varız ki ölüyoruz” diyebiliriz. Belki de Descartes’ın “Düşünüyorum, o hâlde varım” ifadesindense “Ölüyorum, o hâlde varım” ifadesi, varlığımıza dair daha bir kesinlik içerir. Bu da varoluşumuz üzerine farkındalığımızı artırır.

Varoluşçu yaklaşım, ölüm fenomenini fiilî bir durum olarak görmez ve onu “Bir gün öleceğim” gerçekliğine indirgemez. Ölüm, insanın varlığına odaklanan bir imkândır ve bize varlığımızı tecrübe edebilme imkânı sunar. Ölüm, yaşamımızın belirli bir anında vuku bulacak bir olgu değildir. Çünkü zaten her an ölüme doğru bir yaşam sürdürmekteyiz.  

Şüphesiz gündelik yaşantımızda ölüme dair her konuşma her zaman bir başkasının ölümüne yönelik olarak karşımıza çıkar. “Elbette biz de bir gün öleceğiz ama şimdi değil” tarzındaki düşünce, gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu yaklaşım ölümün kesinliğinin, yani her an mümkün olabilirliğinin üstünü örtüverir. Ölümle varoluşsal bağlamda kurulan ilişkide, ölümün her daim benimki olduğu, kimsenin bir başkasının yerine ölemeyeceği, onun belli bir anda vuku bulan fiilî bir durum olmadığı, her daim dünya içindeki varlığımı belirlediği bilinci mevcuttur. Ben hayatta olduğum sürece, fiilî ölüm her zaman başka birine aittir ve yalnızca başkaları fiilî olarak ölür.

Eğer ölümüm başkası tarafından paylaşılamaz ve her daim benimki ise o hâlde var olur olmaz bana eşlik eden ölümüm üzerine düşünmem gerekir. Ölümümü düşünmediğim takdirde kendi imkânım olan var olmaklığımı ve var olmamaklığımı sahih bir şekilde düşünemem. Metafizik yaklaşım, imkân dâhilinde olan ölümden ziyade fiilî olana eğilim duyar. Varoluşçu yaklaşım ise ölümle sahih ilişkinin ancak onu bir imkân görerek var olma ve var olmama imkânımızın ne anlama geldiği üzerinde düşünmeye ve bu hâli tecrübe etmeye dikkat çeker. 

Ölüm olgusu etrafındaki bu düşünsel analizlerin nihayetinde diyebiliriz ki ölüm gizemini korumayı sürdürmekte, bu gizemin örtüsünü açmaya veya değerini bilmeye yönelik çabalar da bu gizeme eşlik etmekte. Belki de varoluşçu yaklaşımın ifade ettiği gibi bu gizemin ne olduğuna yönelik fikrî çabalardan ziyade onun dünya içindeki varoluşumuza kattığı değere odaklanıp açtığı imkânı değerlendirmek, diğer bir ifadeyle var olmanın ne anlama geldiği üzerinde daha fazla düşünmek gerekir. Bu yaklaşım, ölümden sonra var olmanın imkânı üzerinde düşünmeyi dışlamayan ama daha ziyade ölümün fiilî olarak vuku bulması öncesinde açtığı imkâna dikkat çekmektedir. Var olduğum için ölüyorum ama ölümün gösterdiği varlığımın kesinliğinde var olmam ne anlam ifade ediyor? Varoluşçu yaklaşım, bu soru üzerine düşünmeye bir çağrıdır diyebiliriz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...