13 May 2024

Öğretilemeyen çaresizlik

Uzun yıllardır işgalle, yağmayla ve katliamla mücadele eden Filistin halkının hikâyesi nasıl temsil edilebilir, anlatılabilir? Basının, medyanın insan haklarına aykırı bir felaketi inatla bilmezden geldiği bir anda insanlara olan bitenin The Teacher filmiyle nasıl anlatıldığını inceliyoruz.

Siyasi çıkarlar dünya ülkelerinin tepki vermemesine, hatta failleri alkışlamasına bahane olurken her şeyin sessizliğe bürünmesi Filistin’in kaderi olmamalı. Dile getirmenin başka bir yolu bulunmalı. Esasında alternatif yol, aslında en vurucu alan olan sanattan geçiyor. Kimse çığlıkları duymazken, yapılanlar spekülatif bir hâle büründürülürken sanat, pek çok gerçeği ya aleni ya da inceden inceye gösterebiliyor; haberlerden, hatta siyasi söylemlerden daha güçlü bir etki bırakabiliyor insanların zihinlerinde. Hele ki beyaz perdeye vuran aks, gerçekliğin örgüsünü kurmacanın izinde görülmesini sağlıyor.

2023 yapımı The Teacher filmi de Filistin’deki gerçekliği kurgu içerisinde bazı ifadelerle gösteriyor ki kurgunun tanıklığı dahi baştan itibaren insanı çarpıyor. Özellikle de hiçbir şekilde tanıklığı mümkün değilken bazı şeylerin. Batı Şeria’da bir öğretmenin yurdu, toprakları için verdiği siyasi mücadeleye olan tutkusundan vazgeçemeyişi ve bunu öğrencisiyle kurduğu bağda ettiği tezahürü konu alıyor film. Konuyu bu şekilde özetlemek basit bir anlatım tabii; oysa saçma sapan sebeplerle İsrail mahkemesi tarafından tutuklanan çocuklar, adaletsizlikler, cinayetler, yakıp yıkmalar, gasplar, aşağılamalar ve daha ne çok şey anlatılır birkaç sekansla. Bir olay örgüsü izleğiyle hayal edilen senaryonun içerisinde yürüdüğümüzün farkında olsak bile izlediğimiz bazı sahnelerin ardı, canımızı fazlasıyla yakıyor. Çünkü biliyoruz gerçekliğin gösterilenlerden daha fazlası olduğunu.

Yıkımların ardından: öğretmen ve öğrencileri…

Basem el-Saleh, İngilizce öğretmenidir. Filmde ilk sahne, Basem’in öğrencilerine verdiği ödevleri kontrol ettiği an ile açılır. Sınıfın çalışkan ve yetenekli öğrencisi Adam, yazdığı ödevi okuyordur çekingen bir tavırla. Sınıftan başka bir öğrenciyleyse bu hâlleri taban tabana zıttır. Ağabeyi Yakub; derslerine odaklanamayan, sınıftakilerden yaşça büyük bir öğrencidir. Haksız yere Yahudiler tarafından tutuklanmış, cezaevinden çıktıktan sonra mücadele hırsı daha da alevlenmiş bir gençtir o. Derslerden çok daha öte bir derdi vardır ve öğretmeni bunun farkındadır, sürekli olarak ona derslerine sarılmanın tek yolu olduğunu vurgulayarak yeniden cezaevine girmesini engellemek ister. Okulda gönüllü olarak çalışan Lisa da ona bu konuda yardımcı olmanın peşindedir. Fakat Yakub’un tek gayesi her an tehditte olan evlerini, ailesini koruyabilmektir. Bir sonraki sahnede evlerinin İsrailli görevliler tarafından yıkılmak üzere olduğunu görüyor olmamız onun bu endişesinde ne kadar haklı olduğunu hissettirir. Aile fertlerinin gözleri önünde evin yıkılması, buna rıza göstermelerinin beklenmesi, en ufak bir tepkinin dahi bedel gerektirmesi öyle ağırdır ki anlarız her şeye rağmen hayata tutunmanın önemini. Ev, yıkılan yuvalar gibi tarumar edilir. Döküntüler arasında anılarını arar insanlar, bir sonraki yıkım kararını diğer yakınlarının evi için orada beklerler. Yıkım ücretini nasıl ödeyeceklerini de düşünerek…

Yıkımın ardındaki günlerde toz içinde kalmış bir koltukta otururken açılır bu mevzular. Okula nasıl devam edebilir Yakub, cezaevine düşme endişesinin ötesinde değil midir yaşananlar? O esnada dürbünle izlenir yerleşimcilerin işgalle inşa ettiği yeni evler ve birden alev alan zeytinlikler. Zeytin ağaçları yakılıyordur bir işgalci tarafından. Yakub duramaz, koşar kardeşi Adam ile birlikte. Öğretmenleri ve Lisa yetişmeye çalışsa dahi Yakub’un öfkesi daha hızlıdır onlardan, işgalcinin nefreti ve hırsının kurşunu ise her şeyden. Yakub’u bulur bu acımasız kurşun; kardeşinin yalvarışları, annesinin acı çığlıkları Yakub’un nefes almayan bedenine seslenir. Dönen yoktur, katil kaçmıştır, adalete duyulan inanç da kayıptır.

Katledilen bir canın acısını ancak adalet arayışı sakinleştirecektir Lisa ve öğretmene göre. Yahudi aktivist bir avukata güvenirler bunun için. İsrail hükûmetine açtığı davaların bazılarını kazanmış başarılı bir avukat, belki de bu seslenişe dil olabilecektir. Adam pek ikna olamaz. O tozlu koltukta öğretmenine sorduğu soru temelde hepimizi muhatap kılar, bu soru hepimizi sarsar: “Adalete inanıyor musun?” Öğretmenin cevabı ihtimallere sarılı yılgın ümidimizi aktarır gibidir: “Belki!”

Adaleti arayan eller, suçlular nerede diye sorar…

İhtimaller için yasal yollar aranırken öğretmenin hiç de yasal olmayan başka planların, daha doğrusu yasaklanan bir mücadelenin parçası olduğunu öğreniriz. Filistinli direnişçiler, İsrail ordusu için önemli bir isme sahip subayı esir almıştır. Binlerce Filistinli esirin serbest bırakılma ihtimaline karşılık özenle saklanmaktadır subay, dolayısıyla sürekli yeri değiştirilir. Vatanı için direnmeyi seçen öğretmen ise direnişçilerin yanındadır; desteğini her türlü tehlikeye rağmen sürdürür. Uğruna oğlunu kaybedip elini eteğini çekmeye niyetlense dahi kopamaz davasından. Bu yüzden pazarda şifreyle sorduğu soruların cevabını alır ve nihayet bir görev üstlenmesi istenir ondan. İsrail subayını evinde saklamak pek beklediği bir şey değildir tabii. Yine de gizlice evinin bahçesindeki kulübeye alır esiri, Adam’ın onu gözetlediğinden habersizdir.

Esir adım adım takip edilir hükûmet tarafından. Küçük suç ortağı, esirin izini süren İsrail askerlerinin ve polislerinin evine düzenlediği operasyondan kurtarır öğretmenini. Her ne kadar öğrencisini bu işin içine sürüklemek istemese de Basem kendisine yardımcı olmasına minnetle rıza gösterir, binlerce insanın sorumluluğu ikisinin üzerindedir artık. Bu sorumluluğu üstlenirken Adam’ın arzusu, ağabeyi Yakub’un serbest bırakılacak katilini öldürebilmektir. Kaybolmuş adaletin dehlizinde hakkını ancak böyle bulacağına inanır çünkü. Adam’ın davası, toprak altındaki diğer masum insanları simgeleyen Yakub’un vurulan bedenidir.

“Biliyorlar ki sizden birinin canı bizimkilerden bin tanesine bedel!”

İsrail hükûmeti polisleriyle, dedektifleriyle esir alınan askerinin izini anbean sürmeye devam eder. Yolları yine öğretmenin evine çıktığında esir çoktan başka bir yere taşınmıştır. Odağın öğretmenden uzaklaşması yine de kolay olmayacaktır. Durumu kurtaran biraz da Lisa’nın görünürlüğü olacak, öğretmenle birlikteliği onun Avrupalı kimliği sayesinde bir güvence alanı yaratacaktır. Elbette ki bu kimlik de tehdide açıktır.

Yüzünü hiç görmediğimiz İsrailli esirin hikâyesi ise bambaşkadır. Ailesinin hükûmetin önem verdiği nüfuzlu kimseler olması nedeniyle esirin peşi hiç bırakılmaz. Ailenin çaresizliği, bir bakıma devletin de güçsüzlüğünü ortaya çıkarır. Pazarlığı kabul etmek zorundadırlar, binlerce Filistinli esiri serbest bırakmak tek çıkar yoldur. Nitekim esirin babası ile öğretmen arasında geçen konuşma, iki tarafın acısını tarif eder mahiyette bu yolu işaret eder. İki babanın dertleşmesi gibidir bu sahne. Esirin babası canından endişe ettiği oğlunun durumunu sorduğunda öğretmen dayanamaz, direnişçilerin onu öldüremeyeceğini şu tek cümleyle ifade eder: “Biliyorlar ki sizden birinin canı, bizimkilerin bin tanesine bedel!” Öyledir, devletin zorbalıkla güç bulan zayıflığı rızaya mecburdur. Pazarlık kabul edilir, bine bir esirler takas edilir.

Ateş, kimin elinde?

İşlemeyen adalet ise bu takastan mahrum kalır. Yakub’un katili serbest bırakılır, diğer cinayetlerin failleri gibi. Yapılan zorbalıkların, aşağılamaların sahipleri; katili masum kılar. Yakub’un katili hepimize acımasızca gülümseyecektir mahkeme salonundan çıkarken. Cezaevine giren, işkenceye maruz kalan, kötü koşullar altında sağ kalmaya çalışan hep Filistinli masum gençler ve çocuklar olacaktır. Öğretmenin biricik oğlu da seneler önce orada can vermiştir, Adam’ın aklından geçenleri bilen gözleri oğlu yerine koyduğu bu çocuktan hiç ayrılmaz o yüzden. Lisa ile yaşadıkları evi yuva yapar ona, oğlunun odasını Adam’a açar. Kurtarmak ister intikamın öfkesinden. Kim çıkarabilir ki aklından, gözünü kırpmadan ağabeyini öldüren adamın sırtlan gülüşünü?

Kendi adaletini omuzlamaya hazırlanan Adam, kimsenin evde bulunmadığı bir anda öğretmenin silahını arar. Bulduğu ana kadar hırsını, öfkesini eşyalarla birlikte etrafa saçışını izleriz o sahnede. Bıraktığı notun ardından koşuşuna, katilin evini basışına şahit oluruz. Tam namluyu katile çevirdiği esnada başka bir el tarafından kurşun hedefe saplanır. Bu el, Adam’ı cezaevinden kurtaracak öğretmene aittir. Evde bulduğu notta ne yazdığını biz bilmeyiz ama belli ki bu intikamın nişanesidir. “İki kere başarısız oldum” der öğretmen, bir daha başarısız olmaya niyeti yoktur. Oğlunun ve Yakub’un kaybını engelleyememişken Adam’ı da o cezaevinde ölüme terk etmemeye kararlıdır, suçu üstlenir. Yurdunun gençleri, çocukları öğrenci olmalıydı; hayata tutunmalıydı, kendi topraklarında özgürce yaşayabilmeliydi. Öğretmenin mücadelesi, birçok Filistinlinin ortak hayalini yansıtıyordu. Adam’ın mezun olup öğretmeninin misyonunu devam ettirmesi, onun davasını devralması da bu ortak hayalin simgesidir. Son sahneyle filmin kapanışı, mektuplaşmaların ardındaki ortak hayalin paylaşımıdır, görev artık Adam’dadır.

Filmin yaratımındaki gerçeklikler, gözlemler, dile getirişler…

11. Boğaziçi Film Festivali’nin açılış filmiydi The Teacher… Yönetmen koltuğunda İngiltere’de büyüyen bir Filistinli Farah Nabulsi oturur. Nabulsi, gösterimin ardından soruları yanıtlarken belirtiyordu sinemanın gerçekliği aktarmadaki vuruculuğunu. “Çok sert bir gerçeklikte geçen bir hikâye” diyordu ve biz izleyiciler olarak bu sert aktarımı bizzat hissediyorduk. Adam’ın, Basem’in, Yakub’un adalet mücadelesi, hikâyenin yaratıcısı tarafından gözlemleriyle, deneyimleriyle sahneleniyordu. Medyada göremediğimiz, okuyamadığımız, izleyemediğimiz savaş gerçekliğini bu sahnelerin “zihinsel ve duygusal travmaları” ile duyurabilme, anlatabilme imkânına sahip olabiliyoruz. Siyasi alanda bundan ne kadar kaçılsa da adaletin, özgürlüğün temsiliyeti sanatta yeniden sorgulanabiliyor olduğunu görebiliyoruz böylelikle.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...