20 September 2024

Nu-metalin öncüsü Linkin Park, sıfırdan başlıyor

Haberler birbiri ardına geliyor, efsaneleşen gruplar küllerinden doğuyor. Linkin Park, solisti Chester Bennington’un intiharından sonra 7 yıl sessizliğe bürünmüştü. Şimdi yeni solisti Emily Armstrong’la tekrar stüdyoya, sahneye dönüyor. “From Zero” diyerek sıfırdan başlayan grubu yakından tanıyalım.

Bize ait duyguları, hisleri taşıyan melodik kurgular; dünyanın, hayatın harmonik yapısını yansıtır bir bakıma. Neşeyi, acıyı, özlemi, yası, umudu… pek çok hissi ifade etmenin en kuvvetli aracıdır müzik. Her ne kadar endüstriyel akımların içinde gerçeklik arayışında kaybolup belli duyguların içinde sıkışıp kalmış olsak da hâlâ bize dair hakikatten bağıra çağıra seslenen birileri var muhakkak. Haz dünyasına ait çerçeveden insanı sarsarak çıkartan; travma, çatışma, zorbalık, yabancılaşma gibi kaçınılan konuları bir öfke katarsisi ile ortaya döken metal gibi… Gerek sözleri gerek soundları gerekse sahne performanslarıyla metal müzik, protesk bir duruş ortaya koyuyor; normlara, toplumun birey üzerindeki sorunlu varoluş dayatmalarına asi bir ritimle karşı duruyor. Belli bir toplumun ardından da seslenmiyor sadece; hepimizin sıkıştığı, bocaladığı köşelerden bağırıyor, savunmaya geçiyor.

1960’ların sonundan itibaren küresel bir etki alanına sahip bu müzik; direnç gösteren herkesin ortak dili oluyor, ortak bir kültürel olgu hâline geliyor. Özellikle de 1990-2000’li yıllarda yükselişe geçen metal, farklı müzik türleriyle de ilişki kurmaya başlıyor; rock, punk bilinen etkilere sahipken artık alternatif rock ve hip hop da metalin içine giriyor; dolayısıyla nu-metal doğuyor. Metalin milenyum sonrası janrlarla bağlantısı olarak kabul edilen nu-metalin bilinen öncüleri KoRn, Limp Bizkit, Staind gibi gruplarken türü zirveye ulaştıran Linkin Park oluyor… 2000’li yılların en çok satan rock albümlerini yaratan Linkin Park’ı benzersiz yapan şey; muhtemelen türler arasına sıkışmaması, sınırlarla oynayabilmesi, nu-metal biterken dahi esneklikle müzikal üretimi kendine has biçimde dönüştürebilmesiydi. Bir neslin gençlik yıllarına, çatışmalarına, mücadelelerine eşlik eden grubun serüvenine dâhil olalım şimdi; birlikte dinleyelim.

Xero’dan Linkin Park’a

1996’da liseden beri arkadaş olan Mike Shinoda, Rob Bourdon ve Brad Delson bir araya gelerek Xero adlı bir müzik grubu kuruyorlar önce. Ardından Joe Hahn, Dave Farrell ve solist olarak Mark Wakefield dâhil oluyor bu gruba. Ekip büyürken kısıtlı imkânlarını zorlayarak demolarını kaydediyorlar fakat bir yayıncı bulmakta çok zorlanıyorlar. Alan, devlerle mücadele etmeye pek açık değil o dönem. Metallica, Nirvana, Guns N’ Roses gibi rüştünü tüm dünyada ispatlamış gruplar hâkimken özellikle… Bu zorluklar aralarında gerginlik yaratıyor tabii, Wakefield ve Farrell ekibi kendi kaderine bırakıp gruptan ayrılıyorlar. Ancak grubun kaderi Chester Bennington’la tahmin edemeyecekleri bir yükselişle örülüyor ilginç olarak. Solist boşluğunu doldurmak için düşünülen Chester, yıllar içinde görüleceği üzere çok doğru bir seçim oluyor.

Yeni bir organizasyon kurmaları sebebiyle isim değişikliğine girmek isteyen Xero; bunun için “Hybrid Theory” ismini düşünüyor ve denemelerini bu isimle yapmaya başlıyor. Fakat aynı adı kullanan başka bir grubun olması sebebiyle daha orijinal bir isim arayışına girişiyorlar. İlk sokak konserlerini verdikleri Santa Monica’daki Abraham Lincoln Parkı’na ithafen “Linkin Park”ı belirliyorlar sonunda. Birkaç başarısız denemenin ardından Warner Bros. Records ile anlaşıyorlar ve 1999’da kontrat imzalıyorlar. Nihayet 2000’de yayıma hazırladıkları ilk albüme de ilk düşündükleri ismi veriyorlar: “Hybrid Theory.” Linkin Park, müzik piyasasının ortasına bomba gibi düşen ilk teşebbüsünü gerçekleştiriyor.

Albüm kapağında yer alan kanatlı asker figürünü, grubun rap vokalisti Mike Shinoda tasarlıyor. Nu-metalin baş yapıtlarını oluşturan şarkılar böylelikle piyasaya çıkıyor. “Papercut”, “One Step Closer”, “With You”, “Points of Authority”, “Clawling”, “Runaway”, “By Myself”, “In The End”, “A Place for My Head”, “Forgotten”, “Cure for The Itch”, “Pushing Me Away” şarkıları unutulmaz melodiler olarak bu albümde yer alıyor. Hip hop anlatılar, Mike tarafından nu-metalin soundlarına işlenirken, brutal vokalin doruklarına üç oktavlık geniş ses aralığıyla müzikal bir zevk yaşatarak çıkaran Chester oluyor. Albümün satışı Amerika’da 10 milyonu aşıyor, tüm dünyada ise 30 milyondan fazla bir sayıya ulaşıyor. 2018 yılının istatistiklerine göre 21. yüzyılın en çok satılan albümü olarak müzik tarihine geçiyor Hybrid Theory. Linkin Park sadece metal endüstrisini değil, müzik dünyasını da ters yüz ederek sahneye çıkıyor böylece.

Chester Bennington’la devleşen şarkılar

Şarkılar, anlatımlar, elektronik gitar ve davul birlikteliğiyle saundlarda büyüyen sertlik; hayatın acı tecrübelerine, bunlara karşı koyuşlarına işaret ediyor. Bunda en büyük etken de müziği yaratanların yaşadığı travmalar, buhranlar, kalamadıkları boşluklar kuşkusuz. Linkin Park’ın yıldız ismi Chester Bennington’un brutal aktarımları; içindeki çığlıkların müziğe yansımasıydı muhtemelen. Metal dinlemeyenlerin bile muhakkak duyduğu, bildiği şarkılar bu yansımanın etkileyiciliğiyle zihinde yer edindi diyebiliriz. Tabii grubu uzun süren bir sessizliğe itecek gelişmelerin de sebebi, bu buhranların derinliği olabileceği kimsenin aklına gelmeyecekti, yaşanana kadar. Haydi, biz dinlemeye devam edelim; zaten yutkunmak için zamanımız var hâlâ…

İlk albümün yaptığı başarı ve getirdiği popülerlik devamlılık istiyordu elbet. Gerek Warner Bros. Records gerekse heyecanla bekleyen yeni dinleyici kitlesi bu devamlılığı talep eden önemli iki ana unsurdu. İkinci stüdyo kaydı da çok geçmeden gerçekleşti Linkin Park için. 2002’de stüdyoya giren grup, “Meteora” adlı albümü 2003’te piyasaya sürdü ve yakaladığı sükseyi katlayarak devam ettirdi. “Foreword”, “Don’t Stay”, “Somewhere I Belong”, “Lying from You”, “Hit the Floor”, “Easier to Run”, “Faint”, “Figure.09”, “Breaking the Habit”, “From the Inside”, “Nobady’s Listening”, “Session”, “Numb” albümü oluşturan şarkılardı ve beklentileri fazlasıyla karşılamanın yanı sıra her biri ayrı ayrı kültleşti. Satışlar hâlâ rekor seviyede ilerliyordu. "Meteora" yaklaşık 16 milyon kopya satmış, içindeki şarkılar U.S. Alternative Songs listesinde bir numara olarak uzun süre kalmıştı.

Turnelerindeki sahne şovlarıyla dinleyicisine unutulmaz dakikalar yaşatan Linkin Park; müziği hep bir dert üzerine inşa etmesinden olsa gerek, dernek konserleri düzenleyerek insanları etkileyen olaylarda destekleyici bir misyon da üstlenmişti. Böylelikle sadece müzik listelerinde değil, dinleyicilerinin gönlünde de yükseliyordu. Fakat müzik piyasası şaşırtmaya gelmez bilindiği üzere. Direksiyonu hafifçe kıvırsanız dahi yolunuz çok farklı yerlere sapabilir, ıssızlığa düşebilirsiniz. Bu Linkin Park için de geçerli olabilirdi belki ama nabzı iyi tutan bir müzikal zekâya sahip olmaları zirveden inmemelerini sağladı büyük ihtimalle. Sonraki albümünde bunu gözlemlemek mümkün. Zira 2007’de yayımlanan üçüncü albüm “Minutes to Midnight”, Linkin Park’ın nu-metalden uzaklaşmaya başladığı, alternatif rock ve alternatif metal türlerine yaklaştığı şarkılardan oluşuyordu. Dinleyicisinin ve müzik eleştirmenlerinin hedefinde olsa da albüm yine büyük ses getirmişti. “What I’ve Done” single’ı ile çıkan albüm, daha ilk haftada 625 bin satmış, ilk ayında ise dünya piyasasına 3.3 milyon kopyayla giriş yapmıştı. Ayrıca albüm Amerika, İtalya, Yeni Zelenda, Avusturya ve İrlanda’da çift platin; Kanada, Fransa, İsviçre ve İngiltere’de tek platin almıştı. “Wake”, “Given Up”, “Leave Out All The Rest”, “Bleed It Out”, “Shadow of the Day”, “What I’ve Done”, “Hands Held High”, “No More Sorrow”, “Valentine’s Day”, “In Between”, “In Pieces”, “The Little Things Give You Away” şarkıları grubun sevilen şarkıları arasında yerini aldı tabii.

Nu-metalin dibini sıyırıp poptan aşırmak…

Nu-metal artık devrini tamamlamıştı; türün diğer grupları da yavaş yavaş heavy metal ya da death metale yanaşan şarkılar yapıyordu. Bir türün standartları arasında sıkışmayı böyle bir popülerlik kazanmışken hele de reddeden Linkin Park; kendini yineleyen, tekrara düşen bir müzikal kariyer planlamadığı için yeni albümünü oluştururken saundlarını değiştirmeye özen göstermişti. Fakat özü kaybetmedi, derdi olan şarkılar yapmaya devam etti. 2010’da piyasaya sürdüğü “A Thousand Suns” albümü de bunu açıkça dile getirmekteydi. Pek çok intro ile birlikte “Burning in the Skies”, “When They Come for Me”, “Blackout”, “The Messenger”, “Robot Boy”, “Waitting for the End”, “Wretches and Kings” ve “Catalyst” şarkılarının yer aldığı albümde Oppenheimer’ın söylemlerinden atom bombasına gönderme yapıyor, Martin Luther’in savaş karşıtı konuşmalarından alıntı yapıyorlardı.

Verdikleri mesaja yönelik Billboard dergisindeki röportajında Mike Shinoda “İnsanlar umut ve öfke duyuyor, insanlığın kendini yok ettiğini düşünüyorlar. Arkadaşlarınızla konuşuyorsunuz, haberlerde bir şeyler görüyorsunuz ya da internette bir şeyler okuyorsunuz. Tüm bunlar bir anda oluyor. Biz de bunları bir araya getirmenin yolunu bulmak istedik” diyordu. Bu yolu da kendilerince, kendi üsluplarınca inşa ettiler. Bennington o röportajın devamında “Sanatçılar olarak müzik yapmak tamamen bencil bir çabadır. Kendimizin hoşuna gideceği müzikler yapıyoruz, başkaları için değil. Tüm hayranlarımızın bir pasta grafiğini oluşturalım, hangi kategoriye kaç kişinin uyduğunu bulalım ve sonra onlar için mükemmel albümü yapalım diye düşünmüyoruz. Bu kesinlikle saçma olurdu. Kendimizi tehlikeye atmayı, yaptığımız müzikle risk almayı seviyoruz” derken aslında hem piyasaya hem de türlerin standartizasyonuna uymak zorunda olmadıklarını gayet açık bir şekilde belirtiyordu. [1] Bu sebepledir ki özü kaybetmeden üretime devam edebildiler.

Önceki albümlerde olduğu gibi satış rekorları kıramadı “A Thousand Suns”. Dönüşümün sinyalleri bu albümle verilmişti çünkü ve tutumlarını 2012’de yayımladıkları “Living Things” ile sürdürdükleri apaçıktı. Rapten ziyade popun ve elektronik müziğin tınıları Linkin Park şarkılarını tam anlamıyla sarmıştı. Kimi çevreler -metalin de tutucu bir dinleyicisi var, aşk olsun- tarafından tartışılan, eleştirilen bir etkiydi bu. “Lost in the Echo”, “In My Remains”, “Burn It Down”, “Lies Greed Misery”, “I’ll Be Gone”, “Castle of Glass”, “Victimized”, “Roads Untraveled”, “Skin to Bone”, “Until It Breaks”, “Tinfoil”, “Poweless” şarkılarının bulunduğu albüm için Guardian yazarlarından Dave Simpson, melodilerin artık travmatik deneyimlerden kurtarılmış olduğunu söylüyordu.[2] Öyleydi belki de, metalin ağır ve sert ritminden çıkmanın sebeplerinden biri bu olabilirdi. Bir başka neden olarak bir dedikodu daha dolaşıyordu etrafta. Brutal vokaliyle grubu starlaştıran Chester’ın gırtlak kanseri olduğu dile getiriliyordu, konserlerde boğazına sürekli fular bağlıyor olması, bu söylentileri güçlendiren belirtilerdi. Saoundların yumuşaması, brutal vokalin daha az kullanılması Chester’ın sağlık problemlerinden kaynaklanıyor olabilirdi.

2014’te yeni bir albümle dinleyicilerinin karşısına geçti Linkin Park: “The Hunting Party". Birkaç albümdür yumuşayan üslup, yeniden değişmişti. Sanki ilk dinleyici grubunu da memnun etmek ister gibi tekrar metalin sert tınılarına dönmüşlerdi. Hatta daha da güçlü bir şekilde şarkılar yaratılmış gibiydi. Elektronik müziğin efektleri yerine, agresif gitar soloları ağır basıyordu artık. “Keys to The Kingdom”, “All For Nothing”, “Guilty All the Same”, “The Summoning”, “War”, “Wastelands”, “Untill It’s Gone”, “Rebellion”, “Mark The Graves”, “Drawbar”, “Final Masquerade”, “A Line ın the Sand” sert şarkılardı. Mike Shinoda’nın bu yeniden canlanış için “Hayata bakış açımız değişti” demesi; grubun aslında dinamik bir yapıya sahip olduğunu, elbette müziğin bundan etkilenerek değişim içinde olduğunu gösteriyordu. Yaratıcılarının hayatla kurduğu ilişki, bireysel yaşamları, fikirleri, tercihleri müziği etkilemesi kadar doğal bir durum olamazdı. İşin ticari boyutu muhakkak vardı; satış kaygısı, alınan eleştiriler etki etmiş olabilirdi elbette. Ama bunların da ötesinde hakikaten ters giden başka şeyler vardı.

Bir kaybın ardından: Büyük sessizlik

Anlattığımız süreç, müzikal bir başarı hikâyesi… Linkin Park’ın Grammy, Kerrang, Planeta, Billboard, MTV ödüllerini kazanması bir gösterge midir, bilinmez… Ama sağlam bir dinleyici kitlesi oluşturması; dünyanın pek çok ülkesinden, farklı yaş gruplarından milyonlarca insanın gönlünde yer etmesi evet büyük bir başarıydı. İfade ettiğimiz satış rakamları da onlar için bir şey ifade etmiyordu; nitekim önce kendi inandıkları müziği ürettiler, kendileri oldular. Bu da müziklerini tek bir kalıptan çıkardı. Biz de onların iç dünyalarında olup bitenleri dinledik, denemelerine şahit olduk. Fakat çığlıklarda haykırdıkları buhranların bu kadar derin olduğunun çok da farkında değildik. Gırtlak kanseri olduğu düşünülen Chester Bennington’un boğuştuğu başka bir dert vardı. O da ta içinde, yüreğinde, zihnindeydi. Çocukluk travmaları, istismar, bağımlılık, depresyon… Mücadele etmesi zor şeylerdi, bir de üstüne en yakın arkadaşı Chris Cornell’in kaybı eklenince hayatta kalma arzusu Chester için artık kalmamıştı. Soundgarden’ın ünlü vokalisti Cornell’ın 18 Mayıs 2017’de intihar etmesi, Chester’ı çok sarsmıştı. Öyle ki Cornell’ın doğum gününde aynı kaderi dostuyla paylaşmayı seçti. 20 Temmuz 2017’de Chester, yaşamına son verdi; Cornell gibi kendini asarak…

Hayranları olarak biz bu haberi, Linkin Park’ın diğer solisti Mike Shinoda’ın sosyal medya platformundan yaptığı açıklamayla aldık. Shinoda’nın “Kalbim kırık, şoka girmiş durumdayım ama yaşananlar doğru” diyerek yaptığı bu beyan, hepimizin kalbini kırmıştı. Linkin Park Chester’sız kalmış, çığlıklar son bulmuştu. Ölümünden önce kaydettikleri albüm, Chester’ın bize son armağanıydı. “One More Light” birkaç ay önce, 19 Mayıs 2017’de yayımlanmıştı, Chester’ın ölümsüzlüğü şarkılarıyla gerçekleşmişti. “Nobody Can Save Me”, “Good Goodbye”, “Talking to Myself”, “Battle Symphony”, “Invisible”, “Heavy”, “Sorry for Now”, “Halfway Right”, “One More Light”, “Sharp Edges” onun sesinden duyduğumuz son melodilerdi…

Linkin Park bu albümden sonra sessizliğe büründü. Chester’ın onuruna verdiği konserler hariç… Tam yedi sene grup üyeleri ne yeni bir solist arayışına girdi ne de yeni bir albüm için girişimde bulundu. Ta ki 2023’teki gizemli hareketlenmelere kadar…

2023, “Meteora”nın çıkışının 20. yılıydı. Ocak ayında Linkin Park, resmî web sitelerinde bir geri sayım başlattı. 4 (Days): 23 (Hours): 27 (Mins): 50 (Seconds) adım adım işliyordu… Ekranda sabırsızlıkla bu sayımın bitmesini bekleyen Linkin Park hayranları, yeni bir albümün haberini duymayı umut ediyorlardı. Bu buruk beklentiyi Mike, geri sayımın sonunda nihayete erdirerek “Meteora”nın 20. yılı şerefine yayımlayacakları “Lost”u müjdeledi. "Meteora" için daha önce kaydettikleri ama yayımlamadıkları şarkıları içeren bu albüm; böylelikle Chester’ın anısına dinleyicilerle paylaşıldı. Albüm, dinleyici ile grup arasındaki ilişkinin hâlâ ne denli sağlam olduğunu gösteriyordu. Harekete geçmenin tam sırasıydı… Ve müzik yeniden başladı.

Emily Armstrong ile “From Zero”

5 Eylül 2024… Yani birkaç hafta önce… Canlı yayın düzenleyen Linkin Park, yeni üyelerini dinleyicilerine tanıttı. Daimî üyeler Mike Shinoda, Brad Delson, Dave “Phoenix” Farrell ve Joe Hawn; yeni bateristleri Colin Brittain’ı ve yeni solistleri Emily Armstrong’u takdim ettiler. Bu duyuru, 15 Kasım’da yeni kadroyla çıkaracakları “From Zero” albümünü ve başlayacakları dünya turnesinin müjdesiydi. Canlı yayında yeni üyelerin performansları ile “The Emptiness Machine” adlı single’ı ilk kez dinlemek Linkin Park hayranlarını heyecanlandırırken, eski şarkıları duymak fazlasıyla duygulandırdı. Bu yayın ve duyuru; çift yönlü reaksiyonu da beraberinde getirirdi tabii. Chester’ın yeri asla doldurulamazdı, bu kesindi. Onun güçlü sesiyle duymaya alışkın olduğumuz şarkıları Emily’den dinlemek garip hissettiriyor, içimizin özlemle dolmasına sebep oluyor. Kıyas muhakkak yaşanacak ama başka tartışmalar da gündemde bu aralar (Emily Armstrong’un geçmişte tecavüz ve cinsel saldırı suçlarıyla hüküm giyen Danny Masterson’a tanık olarak destek vermesi insanlar tarafından unutulmadı).

Yeni üyeleriyle Linkin Park, yeniden diriliş için miladını sıfırlıyor belli ki. Zira “From Zero”yu tanıtırken Mike Shionada, gruplarının ilk ortaya çıkış hikâyesine referans verip şu cümleleri kuruyor: “Linkin Park’tan önce ilk grubumuzun adı Xero’ydu. Bu yeni albümün adı da hem yeni başlangıca hem de şu an çıktığımız yeni yolculuğa atıfta bulunuyor. Yeni kadromuz ve birlikte yarattığımız renkli, enerjik yeni müzikle daha güçlü hissediyoruz. İmza sesimizi yeni ve hayat dolu şekilde kucaklıyoruz.”

Açıklama heyecan verici… Yalnız Chester’dan aşina olduğumuz şarkıları Emily’nin sesiyle duymak, eski bir dinleyici olarak boğazımda yumru bıraktı diyebilirim. İyi bir şarkıcı olabilir Emily, bu ayrı  mevzu. O şarkıları efsaneleştiren şey; Chester’ı belki de ölüme götüren yaşanmışlıklar, gerçeklikle örülü acı çığlıklardı. Bu sebeple Emily’den işittiğim eski şarkılar biraz yapay, yavan bir lezzet bıraktı bende. Sıfırdan başlıyorlar madem; yeni şarkılarla Emily’e ait dünyanın gerçekliğini duyurmaları gerekiyor.

Turneye yakın zamanda başlayacaklar: Los Angeles, New York, Hamburg, Londra ve Seul… Sonra tüm dünya… Sıfırdan bir dinleyici olarak sabırsızlıkla dinlemeyi, izlemeyi bekliyoruz.

Not: Bu yazı kaleme alınırken tüm Linkin Park albümleri baştan sona tekrar tekrar dinlenmiş, çoğunlukla geçmişin derinliklerine dalındığı için yazının yayımlanma süreci gecikmiştir.

[1] https://www.billboard.com/music/music-news/linkin-park-says-a-thousand-suns-is-like-a-musical-drug-955999/

[2] https://www.theguardian.com/music/2012/jun/21/linkin-park-living-things-review

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...