Japon moda kimliğinde kültürel izler
Moda, toplumun ve içinde yaşadığımız dünyanın renkleriyle donanmış kültürel bir olgu. Geleneksel sanatları ve motifleri küresel boyutlara taşıyan Japon modasının oluşum evrelerine gelin birlikte bakalım.
Dünyada moda kimliğini oluşturmuş ülkeler incelendiğinde kültür ve sanat alanlarından yararlanmanın etkin olduğu anlaşılır. Moda, kimliklerle ve kültürlerle etkileşim içine girer. Aynı zamanda insanları daha geniş kültürel dağarcığın bir parçası hâline getirir. Bu anlamda moda olan her nesne ve tasarım ürünü, var olanı aşıp içinde yer aldığı zaman diliminin biçimlendirme özelliği ile birlikte kültürel kimliğe ait izler de taşımalıdır.
Geçmiş değerlerin köprü olduğu “kültürel kimlik”; sürekli yapılanan ve oluşan, aynı zamanda geleceğe de ait bir kavramdır. Anlam ileten, güçlü bir biçim diline sahip tasarımlar ancak ait olduğu kültüre ait izler ve dokular yansıttığı sürece gerçeklik kazanırlar. Moda ürünleri içinde yer alan tasarım ürünleri, bize kim olduğumuzu anlatmalı veya anımsatmalıdır. Küresel dünyanın kültürel yapısı içinde tasarım, kültürel devamlılık sağlamalıdır.
Global moda dünyasına öncülük eden Fransa, İngiltere, İtalya ve ABD gibi belli başlı ülkelerin moda kimliklerinde kültürel olarak ayırt edici bazı özellikler olmasına rağmen en belirgin izler; Japon modasında görülür. Japonların kültür katmanlarındaki her bir dizilimin genel hayat felsefelerine yerleşmiş olması, bu deneyimlerinin toplum kültürünü ve kimliğini oluşturmadaki etkinliğinde oldukça önemli bir rol aldığı düşünülür.
Modaya yön veren kültür
Moda dünyasında yer alan Japon modası ve moda kimliğine etki eden en önemli unsurun Japon kültürü olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla kültürün temel katmanlarının bilinmesi bu etkileşimin anlaşılmasında önemli bir basamaktır. Çok geniş bir kavram olan “kültür” kavramı çerçevesi içinde Japon kültürünü yeterince anlatmak mümkün olmasa da bu kültüre ait bazı önemli göstergelere bakmak, bu etkileşimi anlamaya yardımcı olacaktır. Japon kültürü diğer kültürlerden çok farklı özelliklere sahiptir. Bilindiği gibi moda kimliğinin oluşumuna etki eden kültürel kimliğin içeriğinde topluma ait sanatın tüm dalları, edebiyat, mimari, gastronomi, el sanatları gibi birçok katmanının izleri mevcuttur. Japon kültürü tüm bu katmanların yanında Zen felsefesi ve doğaya olan tutku ile daha da zenginleşmiştir.
Japonya’da 15. yüzyılda Çin’den gelen Zen’in etkisiyle şiir (renga), hat (shodo), mürekkep resmi (sumi-e), mimari, çiçek düzenleme sanatı (ikebana), bahçe tasarımı, çay töreni (sado), koku yolu (kado) ve sahne sanatları (no) gibi birçok sanat dalı gelişim göstererek Japonya’nın geleneksel sanatları ve kültürü meydana geldi. Bu yüzyılda Zen’in de etkisiyle sumi-e sanatında “gerçek olanın göze görünenin aynıyla resmedilmesi değil, görünmeyenin yakalanabilmesi” felsefesi ile duygulara hitap eden bir estetik anlayışı hâkim oldu. Zen’in bir başka etkisi de altını çizdiği sadelik anlayışı nedeniyle sanatı pahalı bir zevk olmaktan çıkararak daha geniş kitlelerle buluşmasına önayak olmasıydı.
Orta Çağ’da Japon tüccarlar maceracı ruhlarını ve yaratıcılıklarını ticarete yansıtmakla kalmadılar, iç dünyalarını sanata dökmek için izleyici olmanın bir adım ötesine geçip sanat eserleri yarattılar. Tüccarlar gibi samuraylar da savaşçı yönlerini sanatla desteklediler. Bunda dönem itibarıyla samurayların asker rollerinin değişerek daha bürokratik bir hâl almasının etkili olduğu söylenebilir. Dolayısıyla samurayların yenilmez ve ince zarafet anlayışları kıyafetlerine de yansıyordu. Bu da tabii olarak Japon kültürüne tesir etmişti. Samurayların giysileri birçok katmanlardan ve fonksiyonel parçalardan oluşuyordu. İç elbisenin üstüne giyilen kısa pantolon ve gömleğin üzerine birçok katmandan oluşan ve sırası ile üst üste giyilen koruyucu zırhtan meydana geliyordu.
Kimononun dönüşümü
Japonlar, ayrım yapmaksızın herhangi bir kültürden alıntı yapmaya meyilli olmalarıyla bilinirler. Bu tür alıntıların kültürel farklılıkları yok etme olasılığına rağmen, Japonlar kendi kimliklerini korumuşlardır ve hiçbir alıntıyı bir ölçüde Japonlaştırmadan kullanmamışlardır. Bu anlamda Japon kökenli olduğu düşünülen kimono, sanılanın aksine Çin kökenlidir. Çinlilerin pao tarzı giysilerinin bir uzantısıdır. Tarihsel gelişimi içinde sonsuz çeşitleri, motifleri ve süslemeleriyle Japonların en önemli geleneksel giysisi oldu. Özellikle Edo döneminde (17. yüzyıl) kumaş boyama ve dokuma sanatı; kabuki tiyatrosunun gelişmesi, eğlence yerlerinin canlanması ve halk yaşamının zenginleşmesi gibi olaylarla ilerlemeye başladı. Nihayetinde gelişen boyama ve dokuma tekniği ile işlemeciliği bir araya getirilip “kimono” denilen geniş kollu ve bol, tek parçadan oluşup bir kuşakla belde bağlanan muhteşem Japon millî kıyafeti yapıldı.
Japonya’nın tarihsel dönemlerinde birçok farklı isimler alan kimono, şekil olarak fazla değişmese de kumaş türü ve özellikle boyama, desenleme çeşitliliğiyle oldukça zengin örneklere sahiptir. Özellikle Edo döneminde dikkatler kimonodan çok “obi”lere (kuşak) kaymıştı. Tasarımcılar yaratıcı ve güzel kimonoların yanı sıra “obi”ler için farklı fikirler üretme peşindeydiler. Japon inanışına göre kimononun giyen kişi ile bütünleştiği ve biçim aldığına inanılırdı. Bunun için kimonolarının güzel görünmesini isteyen kişilerin öncelikle kendi kişiliklerini ve ruhlarını güzelleştirmeleri gerekirdi. Bu sebeple kimonoya bağlılık, Japon kültürünün oluşumunda çok önemli bir yer tutar. Kimono giyiminin yaşam tarzı ile eşit olarak kalıplaşmasından doğan bu giyim kültürü; sadece Japon halkını değil, Batı’daki birçok tasarımcıyı da etkisi altına almış önemli bir simgedir.
Japon kültüründe Zen’in etkisiyle “wabi-sabi” felsefesi, canlı cansız tüm varlıklarda estetik beğeninin oluşmasında ana faktördü. “Wabi” mükemmel olmama durumunu, “sabi” geçiciliği ifade ediyordu. Estetik üzerine oluşan bu anlayışta “gösterişsiz güzellik”; sade (hatta kusurlu) olmalı ve ona bakan gözün keşfetme yeteneğine alan bırakılmalıydı. Apaçık güzelliği görmek kolayken, hatalı gibi görünen bir objedeki güzelliği görebilmek bakan kişinin sahip olduğu derinliği ve sezgi gücünü gösteriyordu. Bu düşünce, tüm kıyafet kültürüne de elbette yansımıştı.
Batı kültürüyle etkileşim: Kendinden kopmadan gelişmek
Bozkurt Güvenç, tüm dünyada “Japon mucizesi” olarak bilinen gerçeğin altında ilk göze çarpan ve akla gelen geleneklerinin olduğunu, Japon mucizesinin sırrının “töreler”de saklandığını vurguluyor. Ayrıca Japonların kalkınmayı geleneksel kültürünü hiç değiştirmeden, Batı’dan yalnız bilim ve teknoloji alarak gerçekleştirdiğini de ifade ediyor.
Japonya’da zanaat-sanat-güzel sanatlar ayrımının, Batı’daki kadar keskin olmadığını belirten Güvenç’e göre; Japonya’da iyi, temiz, güzel yapılabilen her meslek, her iş; sanattır. Japon kültüründe sanayi, beceri, hüner, yetkinlik ve marifet kavramlarının yerine “geicutsu” ve “gigei” diye bilinen genel sanat kavramları bulunur. Batı dünyasına uyarak bugün bizim “zanaat” saydığımız pek çok iş Japon kültüründe soylu, saygın ve yaşayan sanatlardır.
Japonların kimlik ve kültürlerine sıkıca sarılıp sahip çıkmaları; sadece tasarım ve modada değil, aynı zamanda teknik ve teknolojik tüm üretim alanlarında da göze çarpar. Japonya’da teknolojinin özümsenmesi ve yeniliklerin ortaya çıkmasında küçük bir elit tabakanın yeteneklerinden çok, toplumun yüksek zekâsı ve kültür anlayışındaki incelik etkili olmuştur. Batı’nın standardizasyon fikri ve Batı’ya eşdeğer mal üretimi, Japon kültürüne özgü günlük eşyaların pek çoğuna uygulanmıştı. Yüzyıllar boyunca parça standardizasyonu ve bu parçaları farklı şekillerde bir araya getirme teknikleri, “tatami”den (zemin minderi) inşaat malzemesine, mutfak eşyasından kimono kumaşına kadar pek çok farklı üründe uygulanmıştı. Değiştirilebilen standart parçaların bütün oluşturma fikri günümüz Amerika’sında en mükemmel hâlini almasına rağmen, ilk kullanımı Japonya’da uzun yıllardan beri mevcuttu.
Sadakat ve dürüstlük ilkesi üzerine kurulan Japon ticaret ve kültür anlayışı toplumun her kesiminde yaygın bir inanç olarak yaşanır. Aynı zamanda “tutumluluk” dürüstlükle aynı derecede itibar görür, hatta en yüce erdem olarak kabul edilir. Japon kültürünün en önemli özelliklerinden biri de “ötekine” saygı göstermek ve değer vermektir. Bu saygı sadece karşısındaki insana değil, aynı zamanda içinde yaşanılan çevreye de gösterilen saygıdır. Japon kültürünün özü, doğadaki nesnelere ve varlıklara karşı bu çıkar gözetmez duyarlılıkta yatar. Japonlar gerek yaşamlarında gerekse sanatlarında önce doğadan etkilenmiş ve onu çok iyi özümsemişlerdir. Japonların yaptığı ve yarattığı her şeyde o sessiz ve derinden gelen uyum çabası yer alır. Yaratma süreci doğa gibi sessiz ve yorulmaz bir biçimde ilerle, tüm çevresiyle sürekli birlik ve bütünlüğe ulaşma çabası içinde gerçekleşir.
Japon tasarım ve sanat anlayışında dönüşümler
Postmodern yaklaşımla birlikte tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da insanlar, tarihe farklı açılardan bakabilmiş ve farklı olan kültürel kimliklerinin varlığını kabul etmişlerdir. Örneğin dünyanın önde gelen mimarlarından Kurokawa yaptığı eserlerinde çağdaş dünyanın çok eğilimli tavrının yanına geleneksel Japon felsefesi ve kültüründen geliştirilen düşünceleri de koyarak ekolojik ve biyolojik kavramlarla buluşan bir felsefenin tartışmalarını gündeme taşımışır. Zira Kurukowa “uluslararası” yerine “kültürlerarası” kavramını kullanarak Batı kültürüne dayanan görüşleri reddederek “simbiosis” bir felsefe olan global ve yerel olanın ortak yaşamından bahseder.
Günümüzde yaşayan en önemli avangard sanatçılarından Yayoi Kusama’nın çalışmalarının temelinde de Japon kültürünün izleri mevcuttur. Kusama’nın çalışmalarında tekrar eden geometrik düzenlemeler, Japon sanatı temeline dayanır. Kusama’nın benekli çalışmalarında “kendi kendini silme” eylemi, köklü Japon geleneklerinden biri olan harakirin sanatsal çeşitlemesidir mesela.
Modada sanatın görünümü
Çağdaş Japon tekstil sanatçıları, sanatsal tekstillerin gelişimine de öncülük ettiler. Tekstil el sanatlarının geleneksel üretim yöntemleriyle gelişen teknolojinin etkileşimini çok iyi yansıttılar. Nitekim Japon tekstil sanatçıları; geleneksel kimono dokuma ya da shibori gibi resist boyama teknikleri, ileri teknoloji ürünü malzemelerle ve bilgisayar teknolojileriyle birleştirerek gelenekselle moderni birlikte yorumladıkları sanatsal tekstiller ürettiler. Bu üretim, aynı zamanda bugün etkisini gördüğümüz Japon tasarımlarındaki ince bir zarafetin temelini oluşturdu. Çağdaş Japon tekstil sanatının bu gelişimi, 1990’lardan itibaren Batı’nın da bu sanata ilgisini artırdı.
Japon moda tasarımcılarının 1980’li yıllarda ortaya çıkması, modada postmodern olgunun yayılmasında oldukça etkili olmuştur. Japon tasarımcılar daha önce Batılı giyim sisteminin içindeki normatif giyim geleneklerini yok etmişlerdi. Hiçbir yetenekli tasarımcı, hangi ulustan olursa olsun, Paris moda dünyasından geçerli not almadıkça uluslararası üne kavuşamaz. Bu anlamda birçok Japon moda tasarımcısı ilk olarak Paris de yetişip moda dünyasında yer edindiler. Üç Japon tasarımcı Rei Kawakubo, Issey Miyake ve Yohji Yamamato; 1970’lerin sonu ve 80’lerin başında yetişip avangard akımın öncüsü oldular. Bu tasarımcılar birlikte moda üzerindeki Batı hegemonyasını değiştirmek için yol çizdiler.
Issey Miyake ve tasarım harikaları
Issey Miyake, Rei Kawakubo ve Yohji Yamamato gibi tasarımcılarla birlikte Japon tasarımlarının temelinde göze sokulmayan bir zarafet hâkimdir. Bu tasarımların temelinde Japon tarihi boyunca süren sadelik, tamamlanmamış mükemmellik, gösterişten uzak duran, zekice bir güzellik anlayışı yatar. Zamansız ve formların ötesindeki tasarım anlayışını dünyaya yayan bu tasarımcıların modada daha önce yerleşmiş olan biçimi, sunumu, anlamı ve cinselliği başka bir yere taşır.
Issey Miyake, giysi tasarımında yeni bir çığır açar. Paris’te eğitim gören tasarımcı,1970’lerin başlarında Tokyo’ya geri döner. Çalışmaları yüksek teknoloji ürünü modern malzemeler, radikal şekiller ve kesimler ile geleneksel Japon sadeliğinin benzersiz bir sentezini oluşturur. Issey Miyake’nin zamanımızın biçime yönelik buluşlarının en büyüleyici olanları arasında sayılan kreasyonları, hayat ve sanatla sürekli bir diyalog içinde özgün sanatsal anlatımlar oluşturan biçimlerin, maddelerin hacimlerin ve mimarinin bir tarihi olarak okunabilirler. Miyake’nin ayrıntılara olan sanatsal gözü, Shiro Kuramata tarafından tasarlanan mağazaların iç mekanlarıyla, fotoğrafçı Irving Penn ile yaptığı çalışmalarla tüm tasarım dünyasına bütüncül ve iş birlikçi tavrın nasıl olması gerektiğini de gösterir. Issey Miyake’nin zanaatkâr Shochikuda Kosuge ve sanatçı Emi Fukuzawa ile rattan yaptığı büstiyer tasarımı örneğin, Japon mimari anlayışından izler taşıdığı da dikkati çeker.
132 5 koleksiyonu Issey Miyake Reality Lab tarafından 2011 yılında karmaşık matematiksel şekiller kullanılarak tasarlanır ve üretilir. Issey Miyake’nin Reality Lab ürünü, ayrı kumaş parçalarını dikerek giysi yapmak yerine, tek bir materyal tabakasından üç boyutlu şekiller oluşturmak için bilgisayar programı kullanılarak tasarlanır. Japon sanatı origamiden esinlenerek yapılan bu geniş yüzeyle basit düz formlar, katlanarak giyilebilir yapılar hâline dönüştürülür. Miyake, Reality Lab ile geri dönüşüm yöntemini kullanarak koleksiyonunun sürdürülebilir olmasını sağlar böylelikle. Bunun için de bu koleksiyonunda erimiş plastik şişelerden üretilen ipliklerden dokunan kumaş kullanır.
Issey Miyake kendi kumaşlarını yaratmak için tekstil sanatçısı Makiko Minagava’yla birlikte bambudan kauçuğa, kâğıtdan plastiğe, ipekten pamuk ve deriye kadar akla gelebilecek her malzemeyi deneyerek daha önce hiç görülmemiş dokumalar yaratır. Miyake bu anlamda modayı zenginleştiren yepyeni bir dil geliştirir. Bunun temelinde, en ileri teknolojilerden yararlanarak geleneksel sanatı geliştiren ve modern yaşama uyarlayan sürekli bir yenilenme, durmaksızın devam eden keşfetme ve doymak bilmez bir merak yatmaktadır (Edgü, 1988, s. 52). Miyake tasarımlarında geleneksel Japon el sanatlarından biri olan shibori etkilerini teknolojik yeniliklerle birlikte yeniden yorumlayarak sıra dışı tasarımlar gerçekleştirmiştir. Pleats & Pleats kolleksiyonun da belirgin olarak göze çarpan bu etkileşim onu tüm koleksiyonlarında da gözlemlenmektedir.
Modaya meydan okuyan isim: Yohji Yamamoto
Kendi şirketi olan Y Company isimli şirketini 1971 yılında kuran Yohji Yamamoto, kariyerinin başlangıcından beri çalışmalarıyla, moda geleneklerine meydan okumasıyla tanınır. Kendisinin “Gerek moda tasarımında gerek insanlarda asimetriyi her zaman sevdim” ifadesi de bunu en iyi şekilde açıklar. Yamamoto'nun tasarımlarındaki en önemli ayırt edici özellik, kumaşların tasarım pratiğinin merkezinde yer almasıdır. Kyoto'daki ve çevresindeki zanaatkârları destekleyen tekstil ürünlerini, genellikle shibori ve yu-zen gibi geleneksel Japon boyama ve nakış tekniklerini çalışmalarında kullanmıştır. Y Company markası ile yaptığı ilk koleksiyonları, dokuma koton ve ketenden oryantal detaylara sahip derin kol ağızlı kıyafetlerden oluşuyordu. Mistik eğilimleri olan, kumaşla vücut arasındaki ilişkiyi keşfetmeye çalışan ve avangart anlayışa önderlik eden Yamamoto, 1990 yılında The Sunday Times’e verdiği röportajda şöyle diyordu: “Bir başlangıç ve bir son olmaması, sadece bugünün yaşanması fikri hoşuma gidiyor. Hepsi bu.” Tasarımlarındaki fikri böyle açıklayan Yamamoto, aynı zamanda Fransa tarafından kültür alanında üstün hizmet madalyası verilen tek Japon modacıdır.
Kalıpları değiştiren Rei Kawakubo
Tokyo’da doğan Rei Kawakuba, edebiyat ve felsefe eğitimi almasına rağmen moda tasarımcısı olmayı seçerek 1969 yılında kendi şirketi olan Comme des Garcons’u kurdu. "Erkek gibi" olarak tercüme edilen Comme des Garcons markası, onun ortak cinsiyet algılarına karşı çıkmaya olan ilgisini ortaya koyuyordu. Tokyo’da açtığı ilk mağazasında alışılmışın dışında ve avangart bir stil sunan bu marka hem günlük hem de davetlerde giyilebilecek kadın ve erkek koleksiyonlarını içeriyordu. 1980 yılında sadece Japonya’da 150 mağazaya ulaşan başarısının ardından, 1981 yılında Paris’te Comme des Garcons olarak ilk defilesini geçekleştirdi. Defilede tavizsiz estetiği sergiliyor; kabul edilmiş giysi yapımını alt üst eden bir anlayışı benimsiyordu. Tasarımının merkezinde ise doku ve malzeme yer alıyordu. Tasarladığı kıyafetler, feminen olmaktan öte vücudu saklayacak şekilde bol kesimliydi. Genellikle siyah rengin hâkim olduğu bu marka ile Kawakubo, 1980’lerin avangart modasına yön verdi.
Kawakubo, moda endüstrisindeki estetiğin geleneksel stiller ve kitlesel üretilen trendler tarafından yönlendirildiğinin farkındaydı ancak o tasarımlarında farklı olmaya cesaret ederek bunu moda dünyasına da kabul ettirdi. Kawakubo’nun sadeliği ve minimalizmi, postmodern moda yaklaşımının temsilcisi oldu. Kendisini bir sanatçı ve moda tasarımcısı olarak tanımlamayan Kawakubo "Her zaman modayı bir araç olarak, bir işi yaratımdan çıkaracak bir malzeme olarak kullanmak istedim. Bağımsız olmak, iş yapmak ve çalışmak istedim" diyerek modaya bakışını belirtir.
2017 yılında New York Metropolitan Sanat Müzesi'ndeki Kostüm Enstitüsü tarafından düzenlenen bahar sergisinde Rei Kawakuba’ya yer verilmiştir. Avangart fikirlerini, vücudun bir uzantısı olarak modaya karşı tutumunu ve endüstri üzerindeki etkisini gösteren bu sergide 1980'lerden günümüze kadar tasarlanmış 150'den fazla giysi yer almıştır. Sanat ve giyim arasında bir yerde yatan bir ikiliği inceleyen dokuz temadan oluşan bu sergide yer alan çalışmalarında Kawakubo'nun Japon "kawaii" ve “şirinlik” kavramına ilişkin yorumlarının örnekleri bulunur.
Geleneksel erkek ve kadın düğün ve cenaze kıyafetlerindeki formları tasarımlarıyla kaynaştıran Kawakubo, hem Batı hem de Japon stillerini birleştirdiğinden kültür de bu zıt kimliklere dâhil edilmiştir. O tasarımlarında ve eserlerinde bu derin kültür birliği içinde estetik güzelliği sergilemeye devam etmektedir.
Batı modasının kabul ettiği tasarımcılar: Kenzo Takada ve Yuki Torimaru
Kenzo Takada 1970’li yıllarda kendi adıyla yarattığı markası ile Batı moda profesyonelleri tarafından gerçek anlamda kabul gören ilk Japon tasarımcısıdır. 1970’de “Jungle” isimli ilk butiğini açtı ve çok geçmeden geniş bir müşteri kitlesini etkiledi. Tasarımcı, koleksiyonlarında, yazlık kimono “yukatadan” yaptığı tunik ve “obi” denilen kimono kuşağından meydana getirdiği elbise gibi giysilerle Batı modasına yeni bir estetik anlayış getirdi. Kenzo diğer Japon tasarımcılar gibi radikal kesimler ve entelektüel kıyafetlerle ilgilenmeyip basit ve rahat kesimli giysiler üretti. Tasarımlarında genellikle kapitone teknikleri ve kare formları kullandı. Kumaş ve renk kombinasyonlarındaki çıkış noktası geleneksel Japon kimonosuydu. Kenzo, Japonya’da o dönemler demode kabul edilen kalın ve düz hatları Batı’ya taşıyarak bedene oturan penslerin egemenliğini ortadan kaldırdı. 1970’de ilk defilesinin hemen ardından, “sashiko” (geleneksel Japon el dikişi süslemesi) ile çalışılmış tasarımlarından biri, etkili bir Fransız moda dergisi ola Elle’nin kapağında yer aldı. Kenzo defilelerinde Japon kültürünün de derin etkilerini barındıran sadeliği ve durgunluğu, eğlence ve renklerle birleştiriyordu. Aynı zamanda Doğu-Batı sentezinin gerçek ve başarılı temsilcilerinden biri olan Kenzo Tanada, sentezcilik ile kalmayıp birçok tasarımcıya da bu anlamda yol göstermişti.
Yuki Torimaru ise Londra Moda Akademisi’nde öğrenim gören ve 1970’li yıllarda Paris’te Pierre Cardin ile çalışan dünyaca bilinen diğer Japon moda tasarımcılarındandır. 1986 yılında Galler Prensesi Diana’nın Japonya ziyaretinde İmparator Hirohito ile akşam yemeğinde giymesi için tasarladığı çarpıcı safir mavisi ipek elbisesi ile dikkatleri üzerine çekmişti. Yuki, V&A Müzesi’nde 1992 yılında küçük bir retrospektif sergi ile moda dünyasına adını yazdırdı.
Tasarımcıların yarattığı devasa Japon modası
Japon çağdaş moda tasarımcıları, 1970’li yıllardan itibaren kültürel birikimlerini ürettikleri tasarımlara yansıtıp dünya pazarında yer alırken; aynı zamanda moda da kültürel kimliğin oluşmasında ve tanıtımında önemli derecede rol oynadılar. Issey Miyake, Rei Kawakubo, Yohji Yamamato, Kenzo gibi tasarımcılarla birlikte Japon tasarımlarının temelinde göze sokulmayan ince bir zarafet hâkim oldu. 1980 yılında “Japonism” modası ile birlikte anılan bu tasarımcılar, Avrupa dışından gelen gelenekleri ve formları, ana akım uygulamalarla birleştirerek moda dünyasına yeni bir yaklaşım getirdiler.
Bu tasarımların temelinde gösterişten uzak oluşturulan güzellik anlayışı, tamamlanmamış mükemmellik, sadelik yatar. Geleneksel Zen felsefesi ve kültüründen geliştirilen düşüncelerle birlikte gelişen, zamansız ve formların ötesindeki tasarım anlayışını dünyaya yayan bu tasarımcılar; modada daha önce yerleşmiş olan figürü, sunumu ve cinselliği başka bir yere taşıdılar. Japon tasarımları hem geçmişe hem de gelecekteki gelişmelere açıktır. Japon tasarımlarındaki zanaatkârlık geleneği, gerçek dünyayı değiştirirken, aynı zamanda malzeme ve teknolojide yeniliğe odaklanan bir tasarım anlayışı da içerir.
Kaynakça
Baudot, F. (2001). Modanın Yüzyılı (Mode Du Siecle). (Çeviren: N. Akatlı). İstanbul: Güncel Yayıncılık.
Cabrera, A. ve Frederick, M. (2012). Moda Okulunda Öğrendiğim 101 Şey. (Çeviren B. Şansal). İstanbul: Optimist Yayınları.
Edgü, F. (1988). İsssey Miyake “Making Things”. P Sanat, Kültür ve Antika Dergisi, 12, 46-53.
Fogg, M. (2014). Modanın Tüm Öyküsü. (Çeviren Ö. Çelik). İstanbul: Hayalperest Yayınevi.
Gibson, E. (2019). Comme des Garçons is "nothing about clothes" says Rei Kawakubo. Erişim adresi: https://www.dezeen.com/2019/05/09/rei-kawakubo-comme-des-garcons-interview/ (Erişim Tarihi: 24.02.2021)
Güvenç, B. (2007). Kültürün ABC’si. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Güvenç, B. (2010). Japon kültürü (Nihon Bunka). İstanbul: Boyut Matbaacılık.
Howard, D. (2017). Comme Des Garçons Fashion Exhibition Opens At The Met İn New York. Erişim adresi: https://www.dezeen.com/2017/05/01/rei-kawakubo-comme-des-garcons-art-of-in-between-exhibition-opens-metropolitan-museum-art-new-york/ (Erişim Tarihi: 25.02.2021)
İdemitsu, S. (1986). Japon Sanat Sergisi, İdemitsu Koleksiyonu. Japonya: İdemitsu Museum Publishing.
Kawamura, Y. (2016). Modo-loji. (Çeviren: Ş. Özüdoğru). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Küçükyalçın, E. (2017). Beş Çember Kitabı. Miyamoto Musashi. İstanbul: Japon Sanat Merkezi Yayınları.
Lökçe, S. (2001). Kiho Kurokawa, Boyut Kitapları / Çağdaş Dünya Mimarları 15. İstanbul: Boyut Yayınları.
Okumura, S. (1988). Kimono Bir Japon Klasiği. P Sanat Kültür ve Antika Dergisi, 12, 104-114.
Saçlıoğlu, M. Z., Saçlıoğlu, B. O., Akbostanci, İ. ve Çini, Ç. (2007). Tekstilin Ördüğü Ağlar, Endüstri, Zanaat ve Sanat. P Dünya Sanatı Dergisi (Tekstil ve Sanat). 44.S.
Venissage (2007). Kendini Yok Et Evrene Karış. P Dünya Sanatı Dergisi (Tekstil ve Sanat). 44.S.
Watson, L. (2007). Modaya Yön Verenler. (Çeviren: G.Ayas). İstanbul: Güncel Yayıncılık.
Yamazaki, M. (2009). Japon Kültürü, Japonlar ve Bireycilik. (Çeviren: O. Baykara). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.