
İstanbul’un kadim izleri: Üç Horan Ermeni Kilisesi
İstanbul kadim zamanlardan beri birçok dile, inanca ve kültüre ev sahipliği yapmış bir coğrafya. Beyoğlu ise bu çok kültürlülüğün bir merkezi adeta. Gelin bir yolculuğa çıkalım ve Beyoğlu'nun sokaklarını hep birlikte arşınlayalım.
Sokaklarında diller karışıyor birbirine… Bir yanda Arapça bir dua, öte yanda Ladino… Ezginin içinde eski bir Ermeni şarkısı… Cemal Süreya Beyoğlu’nda geceyi böyle tanımlıyor. Beyoğlu’nun o meşhur geceleri sonlanalı çok uzun yıllar oluyor… Şimdileri her yerde görmeye alışık olduğumuz “shisha” yazıları karşılasa da bizi, Beyoğlu atmosferinin sihrinin devam ettiği mekânlar da yok değil. Bir pazar sabahı çocukların ellerinden tutarak Ömer Hayyam’da indiğimiz otobüsle başladık baharın gelişini selamlayan bir havada Beyoğlu macerasına… Beyoğlu’nun, İstanbul’un tarih ve kültür mozaiğini yansıtan en özel semtlerinden biri olduğu muhakkak ama diğer yanıyla da modern hayatın dinamizmi tarihin büyülü atmosferine elbette eşlik ediyor. Balo Sokak’ın hafif yokuşundan İstiklal’e adım atmaya çalışıyoruz, kızımın çekinerek ürkek bakışlar attığı bana ise "Ağır Roman"ı yazan rahmetli Metin Kaçan’ı hatırlatan, hızlı geçen gecenin kirleri temizlenen restoran ve barlarının yanından geçiyoruz. Nevizade Sokak’a doğru sağa sapıyoruz ve yalnızca bilenleri selamlayan Üç Horan Kilisesi’ne gidiyor adımlarımız. Daha evvelki ziyaretlerimizde hayranlıkla dinlediğimiz o tanıdık nağmelere kulak kabartıyoruz.
Musikiye merakımız hayat hikâyemize yaptığı doğrudan etkilerde hep kendini göstermiştir. Bu sebeple ruhu besleyen bir tını duyduğumuzda mutlaka merakımızı celp eder. Bugün de öyle oldu, Ermeni Apostolik Kilisesi’nde seslendirilen “şarakan” isimli geleneksel ilahiler çok meşhurdur ve kilise ayinlerinin de olmazsa olmazıdır. Bu ilahiler, Orta Çağ’dan itibaren Ermeni Kilisesi’nde önemli bir yere sahiptir ve Gregoryen müziğinin temel taşlarından biri olarak da kabul edilir. Ermeni ilahi geleneğinin Aziz Mesrop Maştots ve Aziz Nerses Şnorhali gibi önemli figürlerin katkılarıyla geliştiği bilgisini de parantez içinde verdikten sonra eşimle birlikte dinlediğimiz ve sözlerini hiç anlamadığımız ama melodisi ruhumuza işleyen nağmelere Türkçe giydirmeler ile tevhidin biraz olsun ne anlama geldiğini tefekkür etmeye çalışıyoruz.
Üç Horan Kilisesi’nden yavaş adımlarla çıkarken kızımıza anlatmaya başlıyoruz tarihten dem vurarak. Elbette Üç Horan Kilisesi inşa tarihi ve gelişimi, Osmanlı dönemi boyunca Ermeni cemaatinin değişen sosyo-politik koşullarıyla yakından ilgiliydi. Osmanlı İmparatorluğu, Ermeni topluluğuna belirli özerklikler tanıyan bir millet sistemi uygulamıştı ve bu kapsamda Ermeni kiliseleri, cemaatin dinî ve sosyal hayatının merkezinde yer alıyorlardı. Kilise, ismini Ermenice “İlk Üç Kutsal” anlamına gelen “Yergu Khach” kelimelerinden alıyor. Bazı kaynaklarda bu isimle de anıldığını okuyabilirsiniz. İlk olarak 17. veya 18. yüzyılda inşa edildiği düşünülmekle birlikte, İstanbul’un kaderi olan deprem afetinden gördüğü zarar sebebiyle zaman içinde çeşitli onarım ve eklemeler görmüş bu ibadethane de.
Ermeni mimarisi genel hatlarıyla Bizans, Selçuklu ve Osmanlı harmanı bir özellik taşır. Tüm bunları söylerken gördüğümüz manzaradan hareketle kendine özgü bir tarz geliştirdiği inkâr edilemeyecek kadar apaçık ortada. Elbette Üç Horan Kilisesi de bu sentezi yansıtan önemli bir yapı olarak dikkat çekiyor. Kilisenin mimari tasarımında çoğunlukla merkezî plan tercih edilmiş, kubbesi ve apsisi, geleneksel Ermeni kiliselerine benzer şekilde düzgün taş işçiliği ile dikkat çekiyor. Ana giriş kapısı, genellikle oymalar ve dinî motiflerle süslenmiş, iç mekânda ise freskler ve dinî ikonografiye yer verilmiş.
Tarihsel ve politik bağlamda “Üç Horan Kilisesi”
İstiklal Caddesi’ndeki yürüyüşümüz devam ediyor, St. Antoine Kilisesi önünden geçiyoruz, kızımızın Ermeniler ile ilgili sorduğu sorulara cevap vermeye çalışarak sürdürüyoruz yolculuğumuzu. Osmanlı İmparatorluğu, Ermeni cemaatine millet sistemi çerçevesinde belirli özerklikler tanıdığını daha evvel zikretmiştim. Bu sistem dâhilinde Ermeni Patrikhanesi, cemaatin dinî ve hukuki işlerinden sorumluydu. Üç Horan Kilisesi de Osmanlı’nın çeşitli dönemlerinde, Ermeni toplumunun ruhani ve sosyal hayatını yönlendiren bir merkez konumundaydı. Özellikle 19. yüzyılda, Osmanlı’daki reform hareketleri olarak bildiğimiz Tanzimat ve Islahat Fermanları ile birlikte Ermenilere daha geniş haklar tanındı. Bu süreçte Üç Horan Kilisesi, bir ibadet mekânı olmanın ötesine geçerek eğitim ve sosyal dayanışma alanı olarak da önem kazandı.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Berlin Antlaşması, Osmanlı’daki Ermenilerin durumunu uluslararası bir mesele hâline getirdi. Bu dönemde Osmanlı yönetimi ile Ermeni cemaatleri arasındaki ilişkiler daha hassas bir hâl aldı. Kiliseler, bu süreçte hem dinî merkezler hem de Ermeni kimliğinin korunmasında kritik noktalar olarak görüldü. Üç Horan Kilisesi de bu bağlamda, İstanbul'daki Ermeni entelijansiyası ve ruhani liderleri için önemli bir platform oldu. 1890’larda Osmanlı’daki Ermeni isyanları ve ardından II. Abdülhamid dönemindeki olaylar, Ermeni cemaatini zor bir sürece sokacaktı. Bu dönemde bazı kiliseler, Osmanlı güvenlik güçleri tarafından gözetim altına alındı. Üç Horan Kilisesi’nin bu süreçte toplumsal bir sığınak olarak kullanıldığı, Ermeni topluluğu için ruhani ve kültürel bir direnç noktası olduğu da tarihî kayıtlardan biliniyor.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte Osmanlı’daki azınlıklar belirli ölçüde siyasi ve toplumsal özgürlükler kazandılar. Ermeniler, yeniden eğitim ve kültür alanında gelişim gösterdi. Ancak 1915 olayları, Osmanlı’daki Ermeni toplumu için büyük bir kırılma noktası oldu. Bu süreçte pek çok Ermeni kilisesi ya kapatıldı ya da farklı amaçlarla kullanıldı. Üç Horan Kilisesi’nin de bu dönemde zorluklar yaşadığı ve cemaatin ciddi şekilde etkilendiği de tarihî kayıtlarla sabit.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, gayrimüslim toplulukların statüsü Lozan Antlaşması çerçevesinde belirlendi. Ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan Varlık Vergisi (1942) ve 6-7 Eylül Olayları (1955) gibi gelişmeler, Ermeni toplumu ve kiliseler üzerinde büyük etkiler yarattı. 6-7 Eylül 1955 olaylarında İstanbul’daki birçok Ermeni, Rum ve Yahudi yapısı gibi, Üç Horan Kilisesi’nin çevresindeki bazı Ermeni dükkânları da zarar gördü. Bugün Üç Horan Kilisesi, hâlâ İstanbul’daki Ermeni cemaati için önemli bir ibadet yeri olmaya devam ediyor. Kültürel etkinlikler, dinî törenler ve Ermeni toplumunun bir araya geldiği organizasyonlarla, Ermeni toplumu için önemli bir hafıza mekânı olarak varlığını sürdürüyor.
Ve yolculuğumuz Galata’da başka bir tarihi mekânın önünde sona eriyor. Galata Mevlevihanesi’ne hamuşanı selamlayarak girerken kızımıza verdiğimiz tarih dersi de ithama eriyor. Sizin de yolunuz bir pazar günü Beyoğlu’na düşerse, muhakkak İstanbul’un inanç anlamındaki bu zengin yapısını yakından hissedeceğiniz Üç Horan Kilisesi’ni ziyaret edin derim. Unutmayın tarih ve kültür kitaplardan öğrenilmeyecek kadar canlı bir organizma…

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.