
Gören gelsin bu meydane
Sanat nedir? Medeniyet ile estetik arasındaki ilişki nasıl kurulmuştur? Kendimizi tanımlamarken kullandığımız tüm kültürel ölçütler sanatımıza ne şekilde yansır? Bu sorular eşliğinde İslam Sanatları Bienali’nde geziniyor, medeniyetimiz üzerine mütalaa ediyoruz.
Sanat, bir türlü tanımlanamayan kavram ülkemizde. Tanımlanamayan dediğimde aklımıza gelen ilk bağlam, toplum ile kurulmaya çalışılan sebep-sonuç ilişkisi. Yani toplum için olursa bir anlama gelecek, bizzat kendisiyle ve toplumdan bağımsız takılıyorsa başka bir kavrama park edecek. Bence bu yaklaşım, sanatı zaten bir sarmala atarak “Hele şu günler bir geçsin” gibi baştan savma bir sav. Yoksa toplum olarak sanata pek de meyyal, muhtaç ve hevesli olmadığımızı hangi Mansur söyleyecek de ateşlere atılacak merak ediyorum. Elbet bir gün topluma ayna tutacak birileri doğacaktır, doğudan veya batıdan gelerek. Sanat sepet tamlaması da var dilimizde. Nerden gelmiştir, kimden türemiştir, nasıl bir tahfif hamlesidir izahı güç. Laf küf gibi bir anlamı olması gerek. Zira sevmediğimiz ve küçümsediğimiz kavramlara kafiye yardımıyla mütemmim bir sözcük daha eklemek âdetimiz. Antin kuntin, entel dantel, boş beleş, lafügüzaf, saçma sapan ve daha niceleri. Birbirimizi kandırmaya devam edelim, ben de size bu kandırmacanın diğer peşrevini atayım, yine çağın zehirlemeye güç yettiremediği insanlar için.
Cidde’de bir bienal
Cidde’de yer alan bienalden bahsetmek istiyorum kısaca. Bu bienalin zaten Cidde’de oluşu, başlı başına bir haberdi ve Suud’un son devirde uğraştığı dönüşüm ile ilgili bizlere ipucu mahiyetindeydi. Bir zamandır sessiz dönüşüm yaşıyorlar. Devrim kelimesi burada doğru olmaz. Kabuk değişimi söz öbeğini de kullanabilirdim ancak temkinli ve tedbirli yaklaşmak daha çok işime geliyor. İslam Sanatları Bienali’nin ikinci edisyonunu düzenlemek ve bunda da konu olarak birçok ayette vurgulanan kelimelerle “Ve Arasındaki Her Şey” mottosuyla sergiyi ilan etmeleri bence çok anlamlıydı. Kisve-i Şerif, yani Kâbe’nin örtüsü ilk kez Hicaz dışına çıktı bu vesileyle. Yakından inceleyebilmek de bilhassa Beytullah’a yaklaşamayanlar ve gayrimüslimler için değişik bir deneyimdir.
Birçok ülkeden gelen sanat eserlerinin sergilendiği bu gösteride, bir şey dikkatimi çekti. İslamî sanat dediğimizde aslında çok tepede bir kavramdan bahsediyor oluşumuzun sersemletici felsefesini gördüm. Bakın, mekân Cidde olabilir, eserlerin üzerinde çoğunlukla Arapça harfleri olabilir. Ama kavimciliğin hüküm sürdüğü coğrafyada bir bienal, bırakın kavme kadar ufalmayı, ırklar ve milletler boyutunun üstünde bir toplum inşası gösteriyor. Latince yazılmış bir Kur’an-ı Kerim ile bir Müslüman âlimin başka bir dilde el yazması fizik kitabı yan yana durmakta. Pîrî Reis’in haritası vardı mesela. Kendi adıma utandım. Dev boyutlarda hazırlanmış bu haritada kullanılmış olan mürekkepler ve kâğıt bilgisi benim bu çağda ulaşabildiğim seviyenin çok üstünde. Osmanlıca diye atfettiğimiz ancak özbeöz Türkçe olan izahatlarını bienale katılanlar arasında bir tek ben okuyabildim. Rik’a ile yazılmış ve Arap alfabesi kullanıldığı için günümüz vatandaşlarımızın başka bir lisan sanma hezeyanını anlıyor ama kabullenemiyorum.
Osmanlı estetiğinde unutulan medeniyet
Yine Devlet-i Âl-i Osman’a ait olan parçalar yüksek sanat çıktısı, derin ve manidar estetik hâliyle katılımcıların odağındaydı. Bienal, hangi maksat ve niyet ile kurgulanmış olursa olsun, tüm eserleri derinlemesine mütalaa etmemden sonra bana bambaşka bir şey fısıldadı. Selçuklu yıkılmış olabilir, Osmanlı da. Bir medeniyet; siyasi, askerî, toplumsal ve iktisadi temeller üzerinde durmuyor. Medeniyet; bir imanın, bir inanmışlığın, adanmışlığın, fedakârlığın, kendinden geçebilmenin ve diğerkâmlığın temelleri ve sütunları üzerinde dimdik ayakta kalabiliyor. Katmanlı ve oldukça derin bir felsefesi olan İslam’ın, entelektüel düzeyde insanı duvardan duvara vurabilecek karizmada oluşu ne denli büyük bir şeref ile onurlandırıldığımızı anlamamda ve bu büyük Müslüman ailesinin bir ferdi olduğum için ne kadar şükretsem az geleceğini bangır bangır söylemek istiyorum.
Tanımlamak özgürlüktür. Müslüman olmayanların bugüne dek İslam ve Müslümanları tanımladıkları gibi düşünmek gafletinden ve alçaklığından ve zavallılığından kurtulmak, uyanmak, onlara höst diyebilmek ve hakiki aidiyetin kime ve neye olduğunu anlayabilmek için duacıyım. Bir Türk, bir Arap kadar; bir Arap, bir Yunan kadar; bir Yunan bir Çinli kadar şereflidir. Bir ırkın, bir diğerine üstünlüğünü parayla, siyasi sınırlarla, hegemonya ile kurulamayacağını ve sağlanamayacağını anlamak işten değil. Bir resimden ressamı görmek kadar katmanlı bir şey. Bienal, Fransızca bir tanım. Her iki yılda bir, demek. Bu bienalde ben hem vahdeti gördüm hem de Allah’ın El-Bediî ism-i şerifini. Gören gelsin bu meydane.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.