13 May 2024

Doğu’dan Batı’ya uyanış

Yeni perspektiflere kavuşabilmenin, farklı düşünce biçimlerini tanıyabilmemizin temel yollarından biri farklı kültürlerin eserlerini okuyabilmemizdir. Pek çok kültürün çeviri sayesinde etkileşim yaşadığı bir dönem olan Orta Çağ’da yürütülen çalışmalara, hizmet ettiği faaliyetlere mercek tutuyoruz.

Dil ve düşünce ile olan ilişkisinden dolayı insanlık tarihinde önemli değişim ve gelişmelere yol açmış olan çeviri eylemi aynı zamanda tarihlenebilen en eski kültürel göstergelerden biridir. En uzak tarihli çeviri etkinliklerinin antik dönemde M.Ö. 4000 ve 3000 yılları arasında Mısır bölgesinde gerçekleştirildiği düşünülür. Diyakronik çizgide bu tür gelişim ve değişime etki etmiş önemli dönemler, okullar ve çevirmenler olduğu görülmektedir. Bu anlamda çeviri tarihi içerisinde önemli dönemlerin başında Orta Çağ’daki çeviri faaliyetleri ve kurulmuş olan çeviri okullarının etkin olduğu zamanlar gelmektedir. Politika, ticaret, bilim, felsefe, eğitim, seyahat gibi amaçlarla girişilen çeviri faaliyetleri bölgeden bölgeye, toplumdan topluma farklı anlayışlar ve amaçlar edinmişlerdir. Bu anlayışlar dönemin çeviri okullarında görünür hâle gelmişlerdir. Bilinmesi gereken çevirinin, bir dil eylemi olmasından dolayı düşünceyi de geliştiren ve böylelikle Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya karşılıklı taşınan gelişim ve değişim rüzgârlarının kökleri olduğu gerçeğidir. Bu minvalde Orta Çağ’ın çeviri anlayışının anlaşılması adına o dönem faaliyet göstermiş ve günümüze etki etmiş olan bazı ekolleri, ilgili okulları anmakta yarar vardır.

Toledo Okulu ve çeviri

Yahudi, Hıristiyan ve İslam kültürünün buluşma noktası olan İspanya’nın 12. yüzyıldan itibaren 150 yıl bıyunca faaliyet göstermiş ilk ve esaslı çeviri okuluna sahip olması, bu anlamda pek de şaşırtıcı değildir. Dönemin Başpiskoposluğu, Ptolemeus’un (Batlamyus) Maimonides’in (Musa bin Meymun) ve Aweros’un (İbn Rüşd) gibi matematikçi, bilim insanı ve düşünürlerin eserlerini, Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere birçok Doğu kaynağını Latinceye, Kastilceye, İspanyolcaya, hatta Katalancaya çevirtmiştir.

Çevirmenleri İspanyollar, İngilizler, din değiştirmiş Yahudiler ve Araplardan oluşan ve çeviri etkinliğinin en güzel, en etkili örneklerini veren Toledo Okulu’nun, Batı’daki çeviri etkinliğini canlandırması ve ona kaynak teşkil etmesi açısından büyük önemi vardır. 12. ve 13. yüzyılda kendinden önceki Beyt-ül Hikme’den örnek alarak kurulan Toledo Çeviri Okulu, Batı’da Rönesans’ın ilk temellerinin atan bir çeviri merkezidir. Orta Avrupa’ya bilimsel ve felsefi bilginin gelmesinde büyük katkısı olan okul, İbn Rüşd’ün Antik Yunan ve Arap dünyasındaki tıp, matematik, astronomi gibi ilim alanlarına dair düşünceleri ile İbn-i Sina’nın Aristoteles hakkındaki yazılarını ve eleştirilerini çevirmesiyle Toledo’da bulunan üniversitelerde skolâstik düşüncenin yerleşmesine neden olmuştur. Arapçadan Latinceye yapılan çeviriler Latincenin canlanmasına da yol açmıştır. Dönemin önemli çevirmenlerinden olan Cremona, büyük Müslüman bilim insanı ve filozofu Kındî’nin birçok risalesini ve Farabi’nin risalelerini de tercüme ederek Batı dünyasına Doğu’nun sahip olduğu ilim ve düşüncesinden yararlanma fırsatı vermiştir. Dönemin “mütercimlerin piri” olarak kabul edilen Gundissalinus, kendi yazdığı Felsefenin Taksimi adlı eserinde felsefe bilimini dörtlü sınıflandırmaya aldığı görülmektedir. Bu tavır, Mısırlı felsefeci ve bilim insanı Abdurrahman Bedevî (1917-2002) tarafından Avrupa bilim tasnifi anlayışına ters ve İslam felsefesine ait bir anlayış olarak tanımlanmıştır.

Çeviride hâkim olan kültürler

Bu döneme ait ilgi çekici bir husus da Arapçadan çeviri yapmasına izin verilen çevirmenlerin Hıristiyan olma zorunluğudur. Kilisenin kontrolünde olan çeviri faaliyetlerinde Hıristiyanlığı kabul etmemiş olan çevirmenler, Arapçadan sadece sözlü olarak çeviri yapabiliyorlardı. Buradaki amacın İslam metinlerinin yayılmasını önlemek olduğu düşünülebilir. 12. yüzyılda Başpiskoposluğun isteğiyle eksiltme veya çıkartma anlayışıyla yapılan çeviriler, 13. yüzyılda daha çok yoruma dayalı hâle gelmiştir. Bu anlayış bilginin kaynağını sorgulama düşüncesini geliştirerek bilime ve bilim insanlarına disipliner anlamda bilginin kaynağını sorgulama ilkesini kazandırmıştır.

Bu noktada İspanyol, Latin ve Arap kültürü gibi üç önemli etnik unsurun bulunduğu, inanç noktasında da farklı kültürlerin hâkim olduğu Teytule’nin -yani Toledo’nun- kütüphanesinde 300.000 yazma bulunmaktaydı. Bunların çoğunun Arapça olduğunu belirttiğimizde hâkim kültür hakkında da görüş sahibi olmak mümkündür. Toledo Okulu sadece bir çeviri, bilim ve sanat merkezi değildi. Toledo, Hıristiyan ve İslam dünyasının kesiştiği bir yerdi ve sosyal bilimler çok etkili olarak öğretilirdi.

Hilmi Ziya Ülken’e göre dönemin çevirileri farklı alanlarda da yapılmış, hatta Batı müziğini dahi etkilemiştir. Ülken’e göre felsefe, güzel sanatlar, şiir, tiyatro gibi alanlara ait metinlerin çevrilmemiş olması; 12. yüzyıldaki İslam dünyasında çeviri faaliyetlerini duraksatıp geriletmiştir. Toledo Okulu’nun faaliyetleriyle birlikte çeviri etkinliği İber Yarımadası’na doğru ilerlemiş; böylelikle de gelişme ve değişme, Doğu’dan Batı’ya doğru hareket etmeye başlamıştır. Görünen odur ki Batı medeniyetinin oluşmasında Doğu medeniyetinin önemi büyüktür ve bunun eşiği Toledo’daki okuldur. Alman çeviri bilim kuramcısı ve dil bilimci Hans. J. Vermeer, Toledo’da bir de “çevirmen” okulunun olduğunu ve iki yönlü olarak gerçekleştirilen çeviri eyleminin anlayış olarak benimsendiğini belirtmektedir. Luther’in (1483-1546) İncil çevirisi, Toledo Okulu’ndaki bu yoğun çeviri faaliyetlerinin asırlar sonraki meyvesi olarak da yorumlanabilir. Erek odaklı yöntemle İncil’i çeviren Luther, anlama öncelik vermiş ve halkın anlaması için Toledo döneminde başlayan sözcüğü sözcüğüne çeviri anlayışından sıyrılarak çevirisini anlamsal düzeyde yapmıştır.

Avrupa’nın Akdeniz bölgesindeki diğer okulları ve çeviri anlayışları

Toledo, Yunan-Arap medeniyetleri arasında ilmî anlamda tek aktarım merkezi değildi. İtalya’da Sicilya ve Napoli şehirleri de benzer bilgi aktarımının gerçekleştiği noktalar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Venedik ve Pisa kentleri, Bizans ve Doğu Akdeniz ülkeleri arasındaki politik, ekonomik ve sosyokültürel ilişkiler sebebiyle Yunanca ve Arapça çevirilerin yapıldığı merkezler olarak dikkat çekmekteydiler.

Normanların, Lombartların, İtalyanların ve Yahudilerin yaşadığı bir yer olan Sicilya, çok uluslu ve çok dilli bir adaydı.  Ağırlıklı olarak Arapça ve Yunanca konuşulan adada ayrıca Latince de kullanılırdı. H. J. Vermeer’in aktardığına göre her resmî ve ticari belge bu üç dilde hazırlanmaktaydı. Aşağı İtalya’da bulunan en önemli okul, Salerno Okulu’ydu. Salerno kenti her ne kadar çeviri okulu olarak anılmasa da tıbbi alanda yapılan çeviriler sebebiyle dönem Avrupası’nda Orta Çağ’ın en önemli tıp merkezi hâline gelmiştir. Çeviriler sadece Arapçadan değil, Yunancadan Latinceye de yapılmaktaydı. Salerno Okulu, önceleri Müslümanlar tarafından kurulmuş; sonradan İtalyanların eline geçmiş ve tüm teşkilatı ile devam ettirilmiştir. Barselona, Saraogoza bölgesindeki Tarazona, Segovia, Leon, Bezierse, Tolosa, Narbonne gibi nispeten az tanınmış okullara Marsilya ve İsveç’teki okullar da eklenebilir. Yüksek Orta Çağ Avrupası’nda en anlamlı sayılabilecek çeviri merkezi ise İtalya da Pisa’dır. Bunun nedeni de orada yetişen çevirmenlerin sadece o civarda değil, diğer şehir ve bölgelerde de etkin olmalarıydı. Farklı ve uzak bölgelerdeki faaliyetin temel amacı kilisenin savunduklarının yayılmasını sağlamak, dolayısıyla da misyonerlik yapmaktı. Bu okullarda misyonerler; inancın “mütercimleri”, mütercimler de “misyoner yardımcıları” olarak yetiştiriliyorlardı.

Orta Çağ’da gerçekleşmiş ancak su yüzüne çıkmamış bir inkılâpla karşı karşıya olabileceğimizi vurgulamış olan H.J. Vermeer’in inkılâptan kastettiği (Alman sosyolog ve ekonomist Alexander Rüstow da bu görüşe katılır); Orta Çağ Avrupası’nın çeviri ve misyonerlik girişimleri, İslam dünyası ve o bölgenin bilimsel faaliyetleriyle ilişki kurarak manevi yükselişini gerçekleştirmiştir. Ona göre kiliselerin güç kaybetmesine karşın üniversitelerin güçlenmesi İslam’ın ve beraberinde getirdiklerine bağlıdır. Vermeer’in “inkılâp” sözcüğünü kullanması ilgi çekici ve önemli. Çünkü bu konuda bir şeyi iyileştirme ve geliştirme hamlesi olarak karşımıza çıkmaktadır bu kavram.

Mütercim ve tercüman enstitüsü

Avrupa’da misyonerlik amaçlı yabancı dil ve sözlü çevirmen okullarının kurulduğu bilinmektedir. Bunlardan ilki Dominikliler aracılığıyla sırasıyla Paris, Mallorca, Tunis, Murcia, Barcelona, Valencia ve Jativa’da kurulan okullardır. 1248’de Paris’te bir oryantalist enstitü kurulmuştur. Enstitünün amacı yabancı dil eğitimini araç olarak kullanarak diğer kültürlere vakıf olmak ve misyonerlik yapabilmekti. Dönemin nüfuzlu kişilerinin açtığı veya kurduğu mütercim ve tercüman enstitülerinde Avrupa sınırlarından Tibet’e kadar konuşulan çok sayıda dilde tercümanlık yapabilecek çevirmen yetiştirildiği bilinmektedir. Bu diller arsında Uygurca gibi köklü fakat lokal kalmış diller dahi vardı.

Orta Çağ’da yapılan çeviriler sayesinde Batı’da olduğu gibi Doğu’da da değişiklikler baş göstermekteydi. Arap felsefesi, Antik Yunan kaynaklarından da faydalanarak şekillenmesinin yanında İslam’ın soyut boyutu yüksek inanç alanı ile çıplak gözle görülebilen deneyimsel dünya (ampirik) gerçekliğinin getirdiği kavramları, arasındaki farklılıklar ve ikilemler üzerinde tartışmaya başladı. Avrupa’da “gerçeklik” veya “hakikat” üzerine yüzyıllardır süregelen olan bu düalist tartışmanın benzeri Doğu’da da göreceli düşünsel ve sistematik sorgulama boyutunda dönem çevirileri aracılığıyla başlamıştır. Bu hususta çok daha fazla kaynaktan kanıtlar gösterilerek dönemin çevirmen okullarının faaliyetleri ve misyonerlik amaçları ele alınabilir. Başka bir yazıda bu hususa da ayrıntılarıyla değinebiliriz.

Günümüzden bakarak düşünüldüğünde papazlar ve diğer din insanları hâlen gidecekleri ülkenin dilini çok iyi bir şekilde öğrenmekteler. Bu, Hıristiyan inancındaki misyonerlik davasının her zaman süreceği sinyali olarak kabul edilebilir.

Eser çevirilerinin meyveleri

Sonuç olarak İslam ve Doğu medeniyetinin bilim, barış ve ilerleme zamanına denk gelen Orta Çağ’da Hıristiyan Batı’nın,bilhassa çeviriler aracılığıyla düzenlenerek misyonerlik faaliyetlerini genişlettiği görülüyor. Bu misyonerlik faaliyetleri Tibet’e kadar uzanan bir coğrafyada ve çapta hedeflenmiş ve uygulanmaya çalışılmıştır. Söz konusu misyonerlik hedefleri için tercümanlar, özelliklede sözlü çevirmenler tercih edilmiştir. Bunun sebebi dil bilgisi ve hatiplik özellikleri olsa gerek. Bu “misyoner” sözlü çevirmenleri yetiştirmek için önce okullar açılmış ve adına “dil okulları” denmiştir. Yakın tarihimizde kendi ülkemizde de bunlara örnekler vardır. Başka bir araştırmanın konusu olarak diğer bir yazıya bırakmakta fayda var bu meseleyi.

Dile getirdiklerimizin toplamından varacağımız sonuç ise Batı medeniyetinin Orta Çağ’daki çeviriler aracılığıyla İslam ve Doğu medeniyetinden etkilendiğidir. Bu etkilenme düşünce, astronomi, tıp, edebiyat, teoloji, sosyoloji, coğrafya gibi farklı ve etkin alanlarda meydana gelmiştir. Doğu dünyası da felsefe başta olmak üzere çeşitli alanlarda Batı dünyasından bu çeviriler aracılığıyla etkilenmiş ancak Batı’nın Doğu’dan etkilenmesi kadar geniş çapta olmamıştır. Gerçekleştirilen yazılı ve sözlü çeviri eylemi, Doğu’dan Batı’ya doğru bir düşünce gelişimine katkı sağlamıştır. Bu katkı ile beraber 476 yılında Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşe geçmesi ile başlayan ve İstanbul’un fethi ve sonrasında Amerika kıtasının keşfi ile sona erdiği belirtilen Orta Çağ, insanlık tarihini sonraki Yeni Çağ’a hazırlamıştır.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...