22 November 2024

Doğu ile Batı arasında: 20 yıllık Türkiye sevdası

Bir Türkiye sevdalısının kaleminden Doğu ve Batı’nın birleştiği topraklara dair hissiyatları dinliyoruz. 20 yıl içinde yaşanan büyük değişimleri de yine bir modern seyyahın gözünden takip ediyoruz. Doğu ile Batı arasında geçen bir hayatın izlerini Türkiye'de sürüyoruz.

Hevesli bir gezgin olarak, seyahat etmenin sağladığı eğitim, deneyim ve aydınlanmanın farkındayım. Yıllar önce her yıl yeni bir ülkeyi veya şehri ziyaret etmek gibi bir hedef belirlemiştim. Bu arayış beni son yıllarda Özbekistan’daki Taşkent ve Semerkant, Tiran ve çevresindeki Arnavutluk kırsalı gibi büyüleyici turistik yerlere götürdü. Yüzyıllar öncesine ait yapıların, son yılların modern binalarıyla harmanlandığını görmek büyüleyici bir deneyimdi. Bu sebeple de geçmişten gelen insanları ve kültürleri hissedebileceğim engin tarihe sahip ülkelere olan ilgim, seyahatlerimi her zaman daha özel kıldı.

Yeni yerler keşfetme arzuma rağmen son yirmi yılda, Türkiye beni sürekli kendine çeken bir destinasyon oldu. Her ziyaret yeni bir macera gibi hissettiriyor, özellikle de İstanbul… Bu şehir beni büyülemeye devam ediyor ve her gelişimde canlı kültürünün başka bir parçasını gözler önüne seriyor. Türkiye’ye yaptığım sık ziyaretlerim yıllardır edindiğim arkadaşlıkların, davetlerin ve iş fırsatlarının bir karışımı. Bazen tanınmış bir kişiyle bazen de diğer ziyaretçilerin arasına karışan normal bir turist olarak geliyorum.

Türkiye’ye yaptığım bu uzun, heyecan verici yolculuklar 2000’de Bodrum’da TÜRSAK’ın düzenlediği “Çevre Filmleri Festivali” ile başladı. 1997’den 2000’e kadar devam eden bu öncü etkinlik, mevcut iklim değişikliği bilincinden önce düzenlenmişti. Peter Davis'in yönettiği, AIDS dahil temel sağlık hizmeti sunan ve bitki koruma çalışmaları yapan geleneksel Zulu sağlıkçılarının anlatıldığı “Sangoma”nın ödül alışını dün gibi hatırlıyorum. O zamanlar çevresel kaygılar bugünkü kadar yaygın değildi ve bu öncü festivalin süresiz olarak devam edeceğini düşünmüştüm.

O zamanlarda daha sakin bir ilçe olan Bodrum, şimdi olduğu kadar kalabalık bir turistik belde değildi. Sokaklarda tek tük insanlar vardı ve otel sayısı azdı. Bodrum’dan Şam’a giden yolu izleyerek büyüleyici Hac yolculuğuna çıkan Amerikalı bir grupla da orada karşılaşmıştım. Ne yazık ki, onlara katılma davetlerini reddetmiştim. Sonrasında ise bu kararımdan pişmanlık duydum çünkü Suriye Savaşı patlak verince o yolu kapattılar.

Türkiye maceram, bir sene sonra, İstanbul Tarih Film Festivali’ne jüri üyesi olarak davet edilmemle devam etti. Bu deneyim - “Oppenheimer” ve “İlgi Alanı” gibi Oscar ödüllü yapımların da gösterdiği üzere - dünya çapında izleyicileri büyülemeye devam eden tarihi sinemaya olan tutkumu alevlendirdi. Bu filmler, sıklıkla tarih tekerrürden ibarettir atasözünü yansıtarak tarihin öğreten ve ilham veren gücünü bizlere hatırlatan türden.

Yıllar geçtikçe, film festivalleri Türkiye’nin çeşitli bölgelerini keşfetmem için bir geçit haline geldi. Bursa’dan Malatya’ya, Antalya’dan Adana’ya her bir ziyaret bana, ipek eşarplar, kayısı bazlı ürünler, detaylı masa örtüleri ve çarpıcı mücevherler gibi değerli anılar ve hediyelik eşyalar bıraktı. Bu eşyalar sadece yaptığım ziyaretleri hatırlatmakla kalmayıp aynı zamanda ülkemdeki arkadaşlarımla Türk kültürünün zenginliğini paylaşmama olanak tanıyan bir sohbet konusu haline geldi.

En kıymetli tanışma

En değerli anılarımdan biri Sufizme derin ilgi duyan Oscar ödüllü bir aktrisle Antalya’dan Konya’ya ve Kapadokya’ya yaptığım yolculuktu. Erken bir öğlen yemeğinden sonra tahminen dört saat sürecek bir yola çıktık. Hava ılıktı ve bizler de tozlu araziyi keşfetmek için çok uygun olan spor ayakkabılarımızı giyinmiştik. İlk durağımız, arkeologların ortaya çıkardıkları yeraltı kasabası gibi görünen gizli bir arkeolojik alandı. Binlerce yıl öncesine ait bir yaşam alanına dikkatlice baktığımızda içimizi muhteşem ve tüyler ürpertici bir his kapladı. Kazılar daha yeni başladığından kazı alanı, hazine avcılarından veya istenmeyen ziyaretçilerden korunması için gizli tutuluyordu. Daha sonra, eski İpek Yolu üzerinde seyahat eden tüccarlara sığınak sağlayan, iyi korunmuş Sultanhanı Kervansarayı’nı ziyaret ettik. Mağara gibi gözüken bu binada kalırken, değerli yüklerini çalabilecek eşkıyalardan korunmak isteyen binlerce seyyahın hissettiği rahatlamayı neredeyse duyumsayabiliyorduk. Konya gezimizin en önemli anı, 13. yüzyıl şairi ve sufisi Mevlana’nın bugünkü soyundan gelen biriyle yaşadığımız içten ve anlamlı karşılaşmaydı. Bu tanışma, ruhlarımızda silinmez bir iz bırakarak bölgenin manevi mirasına olan takdirimizi derinleştirdi ve Mevlana’nın hayatı ve öğretileri hakkında bir film yapılma olasılığını düşünmemi sağladı.

Bu yazının yazılmasına vesile olan İstanbul seyahatim için ilhamımı, yönetmen Catherine Hardwicke ile yer keşfi için Sardinya’ya davet edilmemden aldım. “On üç”, “Dogtown’un Lordları” ve gişe rekorları kıran “Alacakaranlık” gibi filmlerle tanınan Catherine İstanbul’u hiç görmemişti. Şehri yeniden deneyimleme heyecanıyla ona katılmaya karar verdim.

İlginç bir biçimde, sokaklara ve ara yollara ilk kez bakıyormuşum gibi kendimi İstanbul’u yeniden keşfederken buldum. Taksim Meydanı’na yakın, Osmanlı mimarisinin modern olanaklarla harmanlandığı, güzelce restore edilmiş tarihi bir bina olan büyüleyici RUZ HOTEL'de konakladık. Boğaz'ın nefes kesen manzarasına sahip çatı restoranı Simone, Türk ve dünya mutfaklarından oluşan nefis bir karışım sunuyordu. Tüm bu lüksün yanı sıra, İstiklal Caddesi’ndeki yoldaşımız haline gelen sokak köpeği Paşa’yı beslemek ve kendisine arkadaşlık etmek ayrı bir mutluluk kaynağıydı.

Bu topraklar ziyaretçileri büyülemeye devam ediyor

Yıllar boyunca arkadaşlarımın ve aile üyelerimin Türkiye’yi gezip deneyimlediklerini ve bana övgüyle bahsettiklerini gördüm. Bu topraklar, manzaraları ve sesleri, halkının samimiyeti, görkemli ve sağlıklı mutfağı ve kadın arkadaşlarımın hiçbirinin karşı koyamayacağı Kapalıçarşı’nın alışveriş cazibesiyle ziyaretçilerini büyülemeye devam ediyor. Hatta Türkiye’de bir film çekme ümidi taşıyan meşhur bir yönetmen arkadaşım - aynı zamanda bir yönetmen olan - bir keresinde bana, Los Angeles’taki evi için çok fazla halı aldığını söylemişti. Her şeyi teklif fiyatından ödemiş! Pazarlık etmesi gerektiğinden tamamen habersiz bir şekilde. İstanbul’u deneyimleyen ve Kapalıçarşı kültürüne hâkim olan bizler buna gülmüştük.

Türkiye'ye yaptığım sayısız ziyareti düşünürken ülkenin hızlı gelişimi karşısında afallıyorum. Bodrum gibi bir zamanların sessiz kasabası olan beldeler şimdi başarılı turistik yerlere evrildi. Emlak değerlerindeki patlama ülkenin gelişimini yansıtır nitelikte. Bazen 20 yıl önce İstanbul’dan küçük bir arazi veya henüz dingin bir kasabayken Bodrum’dan bir daire alsaydım, her şey ne kadar farklı olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Kaçırılan fırsatlar ülkenin kayda değer ilerlemesinin bir kanıtı adeta.

Zengin tarihi ve kültürü ile Türkiye beni büyülemeye devam ediyor. Her ziyaret hem deneyimli bir gezgin hem de sonsuza dek Doğu ve Batı’nın kavşağında yatan büyüyü keşfetmeye meraklı benim gibi gezginlere bir şans tanıyor. Anlamlandıramadığım bir şekilde, sadece birkaç ay öncesinde orada bile olsam Türkiye’ye her gelişimde heyecanlanıyorum. İnsanların sanki yıllardır beni görmüyorlarmış gibi hep aynı şekilde beni dostça selamlamalarını iple çekiyorum!

Her yıl yeni yerler keşfetme hedefime rağmen kendimi, her ziyaretimin ilki kadar heyecan verici olduğunu düşündüğüm Türkiye’de bulmam, ülkenin kalıcı cazibesinin bir kanıtı. Sonbaharda yapacağım seyahatimi dört gözle bekliyorum. Bu yolculuğun yeni harikaları ortaya çıkarmam ve bu canlı topraklardaki alışık olduğum huzuru yeniden tatmam için bir fırsat olacağını biliyorum.

 
 
 
 
 
 
 
 

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...