
Cihangir Cumhuriyeti’nin düşündürdükleri: Senin rüyan neydi?
Cihangir’de olağan hayatların ardında saklı gerçekleri konu alan “Cihangir Cumhuriyeti”; ana karakter Nedim’in (Ali İpin) kendini düşürdüğü hâller ve çelişkileri göz önüne aldığımızda, akla Cioran’ı getiriyor: “Hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor. İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi?”
İddialı oyuncu kadrosu ve performanslarıyla öne çıkan “Cihangir Cumhuriyeti”, altmış yaşlarını aşmış Nedim’in gündelik yaşamı üzerinden, dar bir çevredeki sosyal ilişkilerin çıkışsızlığı ve bunun dramatik yansımalarını içeriyor. Sempatik ve dost canlısı Nedim’in tatsız ve olaysız yaşamında kendisi ve gerçeklerle arasındaki mesafe giderek değişmeye başlıyor. Dizinin tasarımı ve senaryosu ise Akın Aksu’ya ait. Bir aydın eleştirisi olarak öne çıkan, yer yer güldüren, yer yer düşündüren dizi farklı bir izleme alışkanlığı talep ediyor.
Nedim (Ali İpin) kendini ne kadar yalnız hissediyorsa çevresindekilerin de hikâyesi kırık dökük. Sinemacı erkeklerden oluşan bir dost çevresi var. Yalnız bir küratör, kariyeri kötü dizilerde erimeye başlamış bir oyuncu, kendiyle kavgalı bir yayıncı, eski İslamcı bir yazar, faydacı bir yönetmen ve benzer karakterleri ile dizi, umut ve aldanışın, tantana ve beyhudeliğin kaçınılmaz döngüsünü sunuyor. Cihangir’in ağır toplarından “boomer” Nedim, yaşamında köşe yazarlığından belgeselciliğe kadar çeşitli dallara el atmış ve anlaşılan bu alanlarda yarım kalmış biri. Çevresi de pek ışık vaat etmiyor. Yaşamlarının ortalarına ulaşmış insanların ilişkileri, idealleri, kırgınlıkları üzerinden ilerleyen senaryo, ana karakter Nedim’in çarpıştığı gerçekler neticesinde yaşamı ve yaşlılığı kabullenişiyle son buluyor.
Nedim, mahalle kültürünün eskilerinden ve yeni jenerasyon ile iletişimini koparmamış. Aslında çevresini saran dostları ve yeni yetme gençler onun bilgeliğini kolaylıkla yansıttığı ve sosyalleşmesini sağlayan enstrümanlar. Nedim’in mahallede yıllar öncesinden yaşadığı ilk aşkı, kendisi gibi yaşlanmış ve bakıma muhtaç hâlde yaşamakta olan Müge. Nedim hayatın o ağır trajik yükünden sıyrılmış ama bastırdığı suçluluk duygusu Müge ile ilgili. Bunu ters bir şekilde yansıtma refleksine gidiyor ve sürekli “Ben sevmeyi başarabildim” şeklinde kendini ve çevresini ikna ediyor. Fakat finale geldiğimizde hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Sonunda yıllar önce sevmeyi başaramadığını ve bencilliği nedeniyle hayatı boyunca süren arayışını Müge’ye yıllar önce yüz çevirişinin cezası olarak yorumluyor.
Aslında nezaketi ve görgüsüyle Nedim, bir beyefendi fakat semtte gündelik sohbetlerle süren yaşamı çocuksu seviyede. O ülkesine “üzülmeye çalışan” biri fakat çevresinde onun bu boyutu artık mizaha dönmüşe benziyor. İlk bölümde eskiden öğrencilik yıllarında Fransa’dan kendisine sık gelen misafir arkadaşını evinde unutması yaşlılığın ilk işaretlerini yansıtıyor. Nedim günlerini sosyal çevresinde harcarken onun en büyük dostu, kendisini fırsat buldukça eleştiren küratör Meray oluyor.
Meray karakterini canlandıran Seda Akman, yerini dolduran oyunculuğu ve ciddiyetiyle karşımıza çıkıyor. Meray’ın eski sevgilisi Barış, artık tarihî dönem dizilerine düşmüş, kariyerinde baş aşağı yuvarlanmaya başlamış bir oyuncu ki oynadığı dizilerin TRT’nin yapımları olan tarihî hamasi diziler olması TRT açısından bir özeleştiri olsa gerek. Nedim karakterine dönersek, gündelik Cihangir ortamlarında zamanını tüketen karakterin başına neler gelmiyor ki… Ama tüm bunların nedeni ise genellikle karakterin kendi karar ve tercihleri oluyor.
Kompleksler çeşnisi
Nedim, Cihangir’e yaranmaya çalışan ve kendisine edebiyat programı teklifi getiren eski İslamcı yazar Gültekin’i (Sinan Albayrak) beğenmezken kendisi de evine topladığı çömez gençlere usta çırak ilişkisini andıran bir tarzda ülkesine olan inancı ve inançsızlığını anlatır ve bu sırada Fransız arkadaşı Alain’de kendisinde misafirdir ve Nedim’in gençliğinden tanıdığı Alain, aynı zamanda ileride Nedim’i, bir çocuğu olduğu konusunda yanıltacak bir dostudur ki buradaki yanıltıcılık ve çocuk öğesi aslında Türkiye’deki, yani Avrupa dışındaki Batıcı aydınlar üzerinden yaratılmış ince bir metaforu andırıyor.
Anadolu’dan Cihangir’e yerleşmiş bir sinemacı olan Emir (Serkan Ercan), çektiği filminin adrese ulaşması adına kadın aktivistleri ve sinema yazarlarını yanına çekmeye çalışıyor.
Entelektüel kitle arasında konum arayan Emir, kadın filmi söylemiyle duyarlılığı kendi için bir araca dönüştürüyor ve sonunda bu kurnazlığının bedelini tatsız bir olay yaşayarak ödüyor. Nedim de orada ama tuvalette olduğu için kavgayı kaçırıyor. Az önce yanına gelen bir gencin “Hegelci” olma idealini yansıtması ve Almanca bilmemesi Nedim’i tuvalette sinirlendirmiş. Elinde tuvalet kağıdıyla işini görürken kendi kendine mırıldanıyor: “Tek kelime Almanca bilmiyor, Türkiye’nin önemli Hegelcisi olmak istiyormuş. Senden Hegelci değil, olsa olsa hergele olur.” Benzer sahneleriyle on bölümlük dizi sakin bir seyir sunuyor.
Toplumu adına söz söyleyebilmenin ehliyeti, kendini “yaşlı-eski tip” olarak yorumlayan Cihangirli Nedim’de uç noktalara varıyor: “Bastırılmışlığın, aşağılık kompleksinin kalıtsal bir travma olarak taşlaştığı, hiçbir şekilde düzeltilemeyecek bir yapıdan bahsediyorum ki bunun adını sağduyu olarak tanımlayıp yaşayan bir toplum. Eğri oturup doğru konuşalım arkadaşlar! His ve düşünce boyutu tanımlayamadığı bazı hayal kırıklıklarından oluşan bu topluluğun hayata bakışı ve gerçeklerle kurduğu bağ temelde yanlıştır. Bakın ilkel bir gururun tüm özelliklerini gösterir bu. Ve bu kafa da en çok okumuşuna, aydınına baskı yapar. Bu topraklar hiçbir zaman hayatı ve gerçekleri sevmediği gibi aydınını da sevmemiştir.”
Uzun uzun düşünsem de kentin kimliğini yaratan kültür ve sektörleri içeren ciddi anlamda ele almış bir dizi ya da sinema filmi aklıma gelmedi. Bu konuda “Cihangir Cumhuriyeti” dikkate değer bir dizi olarak göze çarpıyor. Nitekim bu bağlamda dizi de karşımıza çıkan Thomas Bernhard fotoğrafı bizi tam da bu konuya çekiyor. Dizide sevebileceğimiz neredeyse hiçbir karakter yok, Anadololu, muhafazakâr, modern ayrımları içeren karakterleri çekinmeden acizleştirerek sınıflar üstü bir kurtuluşsuzluğu yansıtan kötümser bir tablo çiziliyor.
Yakın yalnızlıklar
Giderek tüm karakterler bir tür yalnızlık çemberine giriyorlar. Netice itibarıyla bu çember, yalnızlığın yanı sıra, terk edilmişlik, huzursuzluk, depresyon ve kaygı gibi olumsuz duyguları artırmaktan başka bir işe de yaramıyor. Dizide yer alan pek çok sahne, Cihangir’in neden “kalabalık yalnızların” buluşma noktası olduğunu da gözler önüne seriyor.
Sonucunda Nedim üzerinden dizi izleyiciyi, insana dair şu soruya akıllara getiriyor: “Tüm bu entelektüel gürültü içerisinde kimdir Nedim? ‘Bir hikâyem var’ diye sevinç duyan ama sonunda bu hikâyenin bir yanılgı olduğunu, aslında ‘olmadığını’ öğrenen Nedim...”
Sona geldiğimizde Nedim’in geç kalmış özür ve itirafı ise ilk sevgilisi Müge’nin evinde gerçekleşiyor: “Sana ulaşmak için yıllarca kürek çekmişim. O zamanlar sevmeyi beceremediğim için bunca zahmeti çekmek hayatın bana verdiği en büyük ceza oldu.”

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.