25 March 2025

Bir idam gösterisi: Şileli Süleyman’ın hazin sonu

Şileli Süleyman, mirası kaybetme korkusuyla 94 yıl önce babasını öldürdü ve akabinde idam edildi. Toplumsal, hukuki ve politik mesele olan idam hakkında Şileli Süleyman üzerinden nasıl bir okuma yapabiliriz? Şileli Süleyman’ın idamı Michel Foucault’nun hangi teorisiyle paralellik gösteriyor?

Bazen bir toplumun adalet anlayışını yansıtan, bazen de güç ve kontrolün simgesi haline gelen ölüm cezası, çoğu zaman insanın içsel dünyasında izler bırakır. Bu izler, sadece idam edilenin değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerin de derin bir yansımasıdır. 1931 yılındaki Şileli Süleyman’ın idamı, adaletin tecelli ettiği bir "katil"in sonu değil, aynı zamanda ölümün toplumsal bir eğlenceye dönüştüğü, izlenme arzusu ve hatta zevkine dair derinlemesine düşünülmesi gereken bir olaydır.

Olaya bir göz atalım… Şileli Süleyman ile ilgili haberler 11 Ocak 1931 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde görülmeye başlanır. İkinci sayfadan verilen habere göre Şileli Süleyman, babasını baltayla öldürmüş bir suçludur. Babası bir başka kadın ile evlenmeye kalkınca, mirasın paylaşılacağından korkan Süleyman, köyün girişinde bekleyerek babasını öldürmüş, onu bir çukura gömmüş ve köye dönmüştür. İki ay kendisinden haber alınamayan babayı, jandarmanın tetkikleri sonucunda oğlunun öldürdüğü ortaya çıkar. Oğul Süleyman, gazetede yazdığına göre, jandarmaya babasını gömdüğü yeri de gösterir. Aynı haberde bu “baba katili”nin Sultanahmet Meydanında sabah saat 6 da asılacağı haberi verilmektedir. Baba katili olduğu için "başı açık, yalın ayak ve siyah gömlekle" idam olunacağı bildirilmektedir (Cumhuriyet,13 Ocak 1931: 2)

Şileli Süleyman’ın asılması haberine ertesi gün de geniş yer ayıran gazete "Baba katilinin akıbeti" alt başlığıyla çıkar. Şileli Süleyman’ın asılırken "Ey ahali, ben babamın düşmanı değilim, günahsız gidiyorum" dediği aktarılır. Gazete idam hazırlıklarına geniş yer verir. Habere göre idam hazırlıkları geceden başlamıştır. Bazı memurlar Beyazıt meydanında üç ayaklı idam sehpasını kurarlarken, müdür, gardiyan ve jandarma da yapılacak işleri tarif etmektedir. Ayrıca hapishane müdürü gece Süleyman’ın "mışıl mışıl" uyuduğunu anlatır çünkü temayül gereği kimse Süleyman’a sabah asılacağını söylememiştir. Hatta "söylemek şöyle dursun sezdirilmemiştir bile". Ziyaret günü olan bir gün öncesinde birçok kadın ve çocuğun Süleyman’ı ziyarete geldiği de vurgulanır (Cumhuriyet, 13 Ocak 1931: 2)

Süleyman uyurken, asılacağı zamana üç saat kala, meydan insanlarla dolmuştur. Ayaz olduğu halde, insanların "yer tutmak için kaynaşıp durdukları"nı belirten gazete, hapishane doktoru ve imamın da meydana geldiğini yazmaktadır. Bu sırada hapishanedeki mahkûm uyandırılmış, gardiyanlar mahkûma Şile’ye gideceğini söylemişlerdir. Bunlar olurken, meydandaki kalabalık iyice artmış, 30 polis memuru ve birçok süngülü jandarma "ahali ile başedemiyecek vaziyet"e gelmiştir. (Cumhuriyet, 13 Ocak 1931: 2)

Şileli Süleyman, Beyazıt Meydanı'na nasıl getirildi?

Gazete, idamın gerçekleştirileceği Beyazıt Meydanı’nı "siyasetgâh" olarak adlandırmaktadır. "Ana baba hunharları"nın bu siyaset meydanına "çıplak ayak başı kabak" yürütülerek getirildiğini belirten gazete, bu nedenle Süleyman’ın meydana biraz uzakta arabadan indirildiğini yazmaktadır. Süleyman meydana girmek için kalabalığın içinden açılan yoldan geçerek meydana varmıştır. Kalabalığın içinden geçerken Süleyman şöyle demiştir: "Ey ahali!, ben babamın düşmanı değilim; onun düşmanları başkaları. Şunu biliniz ki ey ahali! Ben günahsız gidiyorum". İmam, Süleyman’a bazı telkinlerde bulunurken, asılacak ip kontrol edilmiştir. Saat altıyı çeyrek geçe "sabırsızlanan çingenelerden biri ipin yağlı ilmeğini Süleyman'ın boğazına geçirir" ve çingene şöyle der "senin babanı öldürdüğün sabit oldu. Tevbe istiğfar et" (Cumhuriyet, 13 Ocak 1931: 2)

Süleyman’ın "zerre kadar" kendisini kaybetmediğini yazan gazete, ipi çekildiği sırada "haydut"un hırsla daha ayağının altından masa alınmadan ayağını topladığını yazmaktadır. Gazeteye göre Süleyman’ın yüzü kızarmış, “acayip bir şekil” alarak buruşmuştur. Sonrasında "bütün vücudunda belirsiz bir ürperme" görülmüştür. Biraz sonra "yüzünün kızarması morluğa, morluk ise siyaha" dönmüştür. 40 saniye sonra ruhunu teslim etmiş olan Süleyman vakıası için "adalet yerini bulmuştu" cümlesiyle haber sona erer (Cumhuriyet, 13 Ocak 1931: 2).

İdam haberinin verildiği gün gazetede anonim bir köşe yazısı çıkar. Yazının adı "ölüm seyircileri"dir. Katilin asılma saatinin oldukça erken bir vakitte, havanın hala karanlık, yağmurlu ve soğuk olduğu bir zamanda olmasına rağmen Beyazıt meydanında kalabalık bir topluluğun birikmesi hususuna değinilir. Hatta bazı gazetelerin idamın Sultanahmet’te gerçekleşeceğini yazması üzerine bir o kadar kalabalığın da Sultanahmet meydanında toplandığını yazmaktadır.  İnsanların garip olduğunu vurgulayan köşe yazarı, "bir katilin ipe çekilişini, titreyerek can verişini" seyretmek için uzaklardan, soğukta ve gece karanlığında uykusunu feda ederek gelenlerden bahsetmektedir. Bir idam manzarası için "hiç te hoşa gidecek ve seyredilecek bir şey değil" derken, bazı insanların bu sahneden "garip bir zevk" aldığını belirtir. Bu yüzden bir espri yaparak, "boş bir binada tavandaki çengele" kendilerini asan insanların bu hareketi halka açık yapmalarını önermektedir. Yazara göre böyle kişilerin çok seyirci bulacakları kesindir. Böylece, bazı insanların "ölüm seyretmek arzusu"nu tatmin etmiş olacaklardır. (Cumhuriyet, 13 Ocak 1931: 3)

Süleyman'ın idamı esasında bize ne anlatıyor?

Bu noktada, Michel Foucault’nun “Hapishane’nin Doğuşu” adlı eserinde bahsettiği, idamı izleme zevki ve cezalandırma ile ilgili görüşlerine değinmek faydalı olabilir. Foucault, cezanın toplumsal kontrol ve gücün bir aracına dönüştüğünü savunur. Şileli Süleyman’ın idamı, tam da Foucault’nun ifade ettiği gibi, toplumsal düzenin ve adaletin bir gösterisi haline gelmiştir. İnsanlar, idamın gerçekleşeceği meydanda bir araya gelmiş; ölüm, bir şov haline dönüşürken aynı zamanda iktidarın güç gösterisi haline de gelmiştir. Foucault’nun da belirttiği gibi, bu tür cezalar, suçluyu değil, toplumu disipline etme işlevi görür. Süleyman’ın idamı da yalnızca bir suçluyu ortadan kaldırma değil, aynı zamanda bir toplumun moral değerlerini ve adalet anlayışını yeniden inşa etme çabasıdır.

Foucault’nun "göz önünde cezalandırma" söylemi burada bir kez daha geçerliliğini bulur. İnsanların, ölüm sahnesini izlerken hissettikleri duygular, bazen adaletin, bazen ise vahşetin bir yansıması olarak ortaya çıkar. Bu tür olaylar, toplumu sadece cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda o toplumun duygusal, moral ve kültürel sınırlarını da test eder.

Şileli Süleyman’ın idamı, aslında sıradan bir suçlunun sonu değildir. Çevresindeki toplumun içsel çatışmalarını, adaletin farklı yansımalarını ve insan doğasının bazen ölüm karşısındaki duygusal zaaflarını anlamak için bize bir pencere açar. Süleyman’ın idamı, sadece suçun cezası değil, aynı zamanda izlenilen bir "ölüm gösterisi" olarak, Foucault’nun izleme ve ceza arasındaki ilişkiye dair tespitlerinin somut bir örneğini sunar. Toplum, adaletin bir yönüne tanıklık ederken; aynı zamanda korku, acı ve zevki iç içe geçiren bir gösteriyi de izlemektedir.

Sonuç olarak, Şileli Süleyman’ın idamı, bir suçlunun son anı olmanın ötesine geçer. Bu olay, adaletin, toplumsal gösterinin ve ölümün izlenmesinin zevkine dair önemli bir ders sunar. Foucault’nun teorisiyle paralel olarak, toplumsal cezalandırma sadece bireyi değil, toplumu da şekillendiren, izleyiciye de bir şeyler öğreten bir süreçtir. Bu tür idamlar hem suçluyu hem de toplumu yargılar, toplumsal normlar ve ahlaki değerlerle iç içe geçer ve nihayetinde toplumun moral sınırlarını test eder.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...