
Bir hazineyle karşılaşmak…
54 yıldır çini ve seramik yapıp bu alandaki ustalığıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Yaşayan İnsan Hazineleri Ödülü”ne layık görülen Bursalı Adil Can Güven’in sanat yolculuğu nasıl başladı? İznik’teki atölyesinde bir günü nasıl geçiyor? Nasıl bir çalışma metodu var? Gelin birlikte bakalım.
İstanbul’a yakın ama kalabalığından uzak bir yer İznik. Bu sakin ilçe, hem kent araştırmalarımı sürdürmek hem de yavaşlatılmış atmosferinde huzur bulmak için sıkça ziyaret ettiğim bir kaçış noktası benim için. Yine böyle bir ziyaretimde tanıştım “yaşayan insan hazinesi” olan Adil Can Güven ile…
27 Kasım 2024’te Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri ve Yaşayan İnsan Hazineleri Ödül Töreni’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden "Yaşayan İnsan Hazineleri Ödülü”nü alan Güven; gösterişten uzak, işine odaklı, tutkulu ve üretken bir insan. Atölyesinin köşesinde, dingin bir tavırla icra ediyor sanatını. O dinginlik, atölyeye adım attığınız anda sizi başka bir dünyaya davet ediyor.
O gün İznik’te hava epey soğuktu, yine de dostlarımla beraber yeni keşifler yapma arzusuyla yola koyulduk. Daha önceki ziyaretlerimde de dikkatimi çeken bir atölyenin önünden geçerken bu defa içeri girme isteği duydum. Belki de camekâna yansıyan çini eserlerin zarafeti ve gördüğüm benzerlerinden farklı oluşuydu beni çeken. Atölyeye girdiğimde kök boyaların keskin kokusu ve fırça darbelerinin sesi karşıladı beni. Duvarları seramik, çini ve porselenlerle kaplı bu mekânda, zaman âdeta durmuş gibiydi. Selam verdim. Gözlerini çalışmasından kaldırdı, sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Bizi içeri buyur etti. Kısa bir sohbetin ardından tecrübelerini paylaşmaya başladı. Çini sanatındaki yolculuğunun Çanakkale’de başladığını, ardından Kütahya’da o “kuyu” adı verilen fırınlarda çalışarak zanaatın inceliklerini öğrendiğini anlattı. Sonra İnegöl’e gelmişler. Bir süre başka işlerle uğraşmışlar ama asıl dönüm noktası, ustasının ölmeden önce bıraktığı vasiyet olmuş. Hayat arkadaşı Nursan Hanım’ın desteğiyle İznik’te bir atölye açmaya karar vermişler. “Burada her şeyimizi kendi ellerimizle kurduk” dediğinde gözlerinde belli belirsiz bir gurur okunuyordu.
Çini sanatı geçmişten bugüne taşınan bir zincirin halkası
Bir süre onu sessizce izledim. Çalışırken bir ritüel gibi, adım adım her hareketine dikkat ediyordu. Konuştukça anladım ki bu sanat yalnızca bir zanaat değil, bir miras. Geçmişten bugüne uzanan bir zincir ve her desen, her fırça darbesi bir hikâye anlatıyor. Adil Bey’in eserlerinde yalnızca el emeği değil, kalbinin sesi de vardı. Konu seramiklere gelince âdeta derin bir bilgi denizine dalmış gibiydi. Atölyelerinde, M.Ö. 5000’li yıllardan bugüne kadar uzanan geleneksel seramikleri, İznik çinilerini, Çanakkale seramiklerini, Bizans’ın ince işçilikli sgrafitto (astar kazıma) tekniğiyle yapılan eserlerini ürettiklerini anlattı. Ama bu bilgiler, bir ansiklopediden okunmuş gibi değildi. Sanki her birine dokunmuş, her biriyle bir bağ kurmuş gibi bir anlatımla dile getiriyordu. Adil Bey bir ara, “500 yıl önce bu topraklarda ustalar nasıl yapıyorsa biz de öyle yapmaya çalışıyoruz. Kullandığımız her malzeme yöresel. Kilini, kuvarsını, taşını buralardan topluyoruz” dedi.
Gözlemlerimden bir şey daha dikkatimi çekti. Çini üretiminin ne kadar hassas bir iş olduğunu, bir malzemenin oranındaki küçük bir değişikliğin bile eserin sonucunu nasıl etkilediğini gördüm. Yüzde 30-40 oranında fire vermek bile onlar için şaşırtıcı bir durum değilmiş. Ama Adil Bey’in bu zorlukları sabırla aşarken gösterdiği tavır, sanatına olan bağlılığını bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Adil Bey yalnız değil. Atölyesinde, hayat arkadaşı Nursan Hanım’la birlikte hem yaşıyor hem üretiyorlar. İkisi de modern dünyanın karmaşasına inat, sade ve üretken bir yaşam sürüyor. Hatta çocukları bile bu sanatı benimsemiş. “Üç nesildir bu işi yapıyoruz” dediğinde hem gururluydu hem de alçakgönüllü.
O büyülü atölyeden ayrılmak zordu ama üretkenliklerini bölmemek için vedalaştım. Atölyeden çıkarken içeri son bir kez daha baktım. Hissettiğim; sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı tanımanın mutluluğuydu. Adil Bey ve onun gibi insanlar, bu dünyayı güzelleştiriyor ve sanatın insan ruhuna nasıl dokunduğunu hatırlatıyor.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.