13 May 2024

Barbie sarmalı

Bir hayal, rüya âlemi… Renkli, ideal bir dünyadan gerçekliğe düşen bir bebeğin macerasını izliyoruz. Bu macera, dünyanın hakikatlerine ve sorunlarına eleştirel bir alan açabiliyorken bizzat onları örtüp başka bir hâle de büründürebiliyor. Barbie filminini tüm bu sarmalın içinden değerlendiriyoruz.

Barbie fırtınası sürmeye devam ederken zihinlerde şu soru uyanmadı değil: Bir oyuncak bebek neden bu kadar ikonik olabilir? Bunun cevabını Yönetmen Greta Gerberg, filmin açılışında Barbie’ye yakışacak bir ikonografi içinde veriyor. Gerberg, 1968 yapımı 2001: A Space Odyssey (Uzay Macerası) filminin efsanevi açılışını oyuncak bebeklerin tarihine uyarlayarak tarihin tek yönlü okunuşuna bir eleştiri ile filme başlıyor. Yönetmen Kubrick, Uzay Macerası’nın başlangıcında primatların birbirine uyguladığı şiddetin ve bu şiddetin aletlerinin, insan medeniyetinin ve ilerlemesinin de sebebi olduğunu ima eder. Tabii bu ilerleme, eril bir ilerlemedir.

Barbie filmi ise kız çocukları eksenli başka bir başlangıç hikâyesi önerisi ile başlar. Zamanın en başından beri -ki bu zaman aslında ilginç bir şekilde Amerikan tarihinin Puritan ilk zamanlarını andırır- kız çocuklarının oyuncak bebeklerle oynadığını söyler dış ses. Ama bu oyuncak bebekler, adları üzerinde hep ve sadece “bebek”tir. Bu hâlleri ile kız çocuklarını anneliğe, ablalığa, teyzeliğe, insan neslinin devamı için insan yavrusunun bakımını üstlenmeye özendiren araçlardır. Sonra Barbie bebek gelir. Diğer bebekler kız çocuklarının kucağına sığacak kadar küçükken Barbie; bütün ortama tahakküm edecek kadar kocaman, neredeyse bir gökdelen büyüklüğünde, kız çocuklarının çay masalarının yanı başında beliriverir. Bebek olmayan bu bebek, tüm dünyaya tepeden bakarken boyları dizine bile yetişmeyen kız çocukları onu hayranlıkla seyrederler. Barbie ise güneş gözlüğünü indirip aşağıda kendisini seyreden kız çocuklarına göz kırpar. Göz kırpış tetikleyicidir, kız çocukları Barbie dışındaki tüm bebekleri parçalayarak toplumların o güne kadar kendilerine biçtikleri rolleri yerle bir ederler. Barbie gibi olmak için ondan ilham alırlar.

İdealist bebek dünyasındaki kurtarıcı

Sonrası yarı şakacı-yarı gerçek bir dille, Mattel reklamı gibidir aslında. Barbie’nin kız çocukları için yaptıkları ve kadın hakları mücadelesinde önemli bir yere sahip olduğu anlatılmaya başlanır. İzleyici “Öyle mi olmuştu ya?” diye düşünürken ortaya başka bir gerçeklik çıkar: Bu anlatı, Barbie dünyasındaki bebeklerin inandığı anlatıdır. Barbie bebekler, kendilerine ait bir dünyada kız çocuklarının hayatlarını iyileştirdiklerine ve onların mükemmel dünyalarının bir yansımasında yaşadıklarına inanmış bir şekilde her günleri aynı kusursuzlukta ve birbirinin aynı olarak yaşarlar. Hâkim, astronot, Nobel ödüllü yazar, devlet başkanı, doktor olan bu Barbieler; kendileri ile ilgili hiçbir sorgulamaya girmezler. Kendilerinden razı ve hayatlarından memnundurlar. Bu, mesela Steppord Wives’taki gibi zorlama veya Truman Show gibi kandırmaca da değildir; Barbieler gerçeklikten uzak bir hayal âleminde yaşadıklarını düşünmezler, bu gerçeklik rüya gibidir. Yani cennet bahçesinden farkı yoktur Barbie rüya âleminin. Kişinin gerçekten kendini bulabilmesini ve var olabilmesini şart tutan tüm hikâyelerde olduğu gibi bu hikâyede de bir uyanış ve cennetten çıkış söz konusu olmalıdır.

Hikâye bu ortamda başlar, Barbie olmaktan başka hiçbir vasfı olmayan, bir Barbie’nin uyanışını anlatır. Barbie’yi bu rüyadan uyandıran, “gerçek dünya”daki aslının, sahibinin, huzursuzluklarıdır. Bunlar, Barbie’nin rüya âleminin ahengini bozar. Âdem ile Havva’nın ölümsüzlük bahçesindeyken ölümsüz olma derdine düşmelerine benzer şekilde, bir bebek olduğu hâlde ölüm korkusu yaşamaya, bilinçlenmeye, mükemmelliğini yitirmeye başlar. Mükemmelliğine ve dolayısıyla endişesiz hâline geri dönmek için sahibi olan kız çocuğunu bulup hayatını düzeltmek gayesiyle gerçek dünyaya doğru yola çıkar.

Sürprizler dünyası

Barbie’yi gerçek dünyada büyük bir sürpriz beklemektedir. Barbie dünyasında inandıkları hiçbir değerin gerçek dünyada karşılığı yoktur aslında. Barbie, genç kızların rehberi ve ilham kaynağı da değildir. Hatta genç kızların yaşadıkları kimi sıkıntıların pekişmesine vesile bile olmuştur. Ayrıca bu dünya yapısal olarak Barbie dünyasından da ayrılmaktadır, kadınlar bariz bir şekilde ikincil plandadır. Barbie bu acı gerçekliklerin yarattığı hayal kırıklığı ile baş etmeye çalışırken sahibi olan ve bilinçlenmesine/mükemmeliyetini yitirmesine sebep olan kişinin küçük bir kız çocuğu değil, o kız çocuğunun annesi olduğunu fark eder. Hayatındaki sorumlulukları sırtlanmaktan yorulmuş, bıkkın ve umudunu yitirmek üzere olan ve ne tesadüftür ki Mattel’de çalışan anne, “Ölümü Düşünen Barbie”, “Selülitli Barbie”, “Düz Taban Barbie” gibi gerçek hayata tekabül eden Barbieler çizmeye başlamıştır. Bu umutsuzluğunun bir yanı da artık ergenliğe geldiği için iletişim kuramadığı kızıdır.

Böylece film, Barbie’nin tek başına yaşadığı harika dünyasından anneler ve kızları, kız kardeşler ve yoldaşlıkları hikâyesine evrilir. Filmdeki her anne veya anne figürünün kızı veya kızı yerine koyduğu diğer genç kadın ile ilişkisi temel bir yere sahiptir. Anneler ve kızları arasındaki ilişkiyi, Barbie’nin mucidi Ruth “Anneler, kızlar geriye dönüp baktıklarında ne kadar ileriye gidebildiklerini görsünler diye hareketsiz beklerler” diyerek anlatır filmde. Bununla birlikte annelerin de hikâye boyunca çok hareketsiz kaldığı söylenemez. Ruth da Mattel’da çalışan muhtemelen az sayıda kadından biri olan anne karakteri de durmadan, hem de çoğu zaman kızları elinden gelişime açılmışlardır. Annelerin ve kızların birbirlerini olumlu yönde de geri besleyebildiklerini göstermesi açısında film oldukça önemli ve az rastlanır bir örnek sayılabilir.

Barbie dünyasında yaşanan bazı aksilikler ise (ki bunların ayrıntısına hem spoiler vermemek hem Barbie ismi taşıyan bir filmin neredeyse yarısından fazlasının Ken üzerine olmasını protesto etmek amacıyla burada yer vermek istemiyorum) Barbielerin kız kardeşlik dayanışması ve Garaib Barbie başta olmak üzere bilinç düzeyi yüksek Barbielerin iş birliği ve yardımı ile aşılır.

Örtülemeyen hakikatler…

Filmin hem nalına hem mıhına vuralım, kendi eleştirimizi her cepheden kendimiz yapalım da kimseye diyecek söz bırakmayalım tavrının örtemediği bazı hakikatler var. Bunların ilki, erkeklerin zulümkâr bir egemenliğe sahip oldukları bir dünyaya verilecek cevabın kadınların adaletsiz ve erkekleri ikincilleştiren bir dünya düzeni kurmaları olmadığı. Bu durumun, bir yanlışın tersinden çoğaltılmasından başka bir şeye tekabül etmediği, filmin “Ken’in Buhranları” bölümlerinde oldukça detaylı vurgulanıyor.

İkinci husus ise birinci hususla bağlantılı ve gerçekliği itibariyle oldukça endişe verici: Filmde aklı başında, ayakları yere basan, aptal gibi gösterilmemiş veya karikatürize edilmemiş, erkek-çocuk yerine konmamış tek bir yetişkin erkek figürünün olmaması. Bu durum da başka bir problemi daha belirgin hâle getiriyor: Barbieler her şey olabiliyorlar, oldukları her şeyde de mükemmel olabiliyorlar ama anne değiller. Kız çocuklarına rehberlik ettiği ve ilham verdiği ifade edilen, “bebek” olmaması ile öne çıkan Barbie’nin annelikte de model olmaması düşündürücü. Belki de Barbie anne değil, her zaman bir annenin kızı olarak kalmak istiyor. Peter Pan’in Wendy’den kayıp çocukların annesi olmasını istemesi gibi kendisi ile oynayan küçük kızların kızı olarak kalmak istiyor. Bu durumun kısıtlayıcılığı bir tarafa, filmin sonunda artık gerçek bir insan olmak isteyen Barbie’nin gerçek dünyada yaptığını bildiğimiz ilk eylemin bir kadın doğum uzmanına gitmek olması da bu bağlamda oldukça dikkat çekici.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...