21 May 2025

Dr. Uğur Özdemir: “İskoçya, göçmen dostu”

Dr. Uğur Özdemir, Alibeyköy’den Boğaziçi Üniversitesi’ne, oradan Amerika’ya ve nihayet Edinburgh’a uzanan ilham verici bir yolculuğun kahramanı. Akademik azmi, diaspora hayatındaki deneyimleri ve Türkiye’ye duyduğu bağlılıkla, hikâyesini samimiyetle paylaşıyor.

Şu anda Edinburgh'da yaşıyorsunuz. Anladığım kadarıyla Edinburgh’dan önce de ABD’de St Louis’de yaşadınız? Türkiye'den Edinburgh'a uzanan yolculuğunuz nasıl başladı, ne kadar süredir yurt dışındasınız?

En başından anlatayım. Ben Alibeyköy’de, dezavantajlı denilebilecek bir mahallede doğdum. İlkokulda bir yarışmada birinci oldum, hiç tanımadığım iki tane öğretmen beni dershaneye yazdırdı. Tanımıyorum baya elimden tutup götürdüler. Sonra götürdüler eve bıraktılar “Biz çocuğunuzu dershaneye yazdırdık” diye. Bizimkiler “İyi olmuş, dershane ne” falan dediler. Ben bu sayede koleje gittim. Ardından da Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’ni bitirdim, ama çok mutsuz bir mühendistim. O günlerde Şevket Pamuk’la tanıştım, dedim “Akademisyen böyle mi oluyor, ne kadar karizmatikmiş” ve akademisyen olmaya karar verdim. Ardından Remzi Sanver’in desteğiyle ekonomi alanında yüksek lisans yaptım, sonra da siyaset bilimi doktorası için Amerika’ya gittim. Yüksek lisansta yazdığım makale, Remzi ağabeyinin desteği ve Şevket hocanın referans mektubuyla Washington Üniversitesi’ne girmiştim. Hayatımda hep böyle kritik insanlar oldu, önce ilkokulda tanımadığım öğretmenler, sonra diğer hocalarım. Bir insan gerçekten bir başka insanın hayatını değiştirebiliyor. 

ABD’de başta sudan çıkmış balığa döndüm. Siyaset bilimi 101 dersi almadan doktoraya başlamıştım, “Ben yapamayacağım galiba, burada herkes çok şey biliyor” diye Remzi ağabeyi arıyordum. O da beni sakinleştiriyordu, zamanla alıştım, sistemi öğrendim, bir şekilde yeterlilik sınavını geçtim ve tez aşamasına geldim. Son yeterliliği geçtikten sonra Türkiye’ye döndüm, dedim “Ben evleneyim artık”, sonra Betül’le, eşimle tanıştık, evlendik ve iki yıl daha Amerika’da yaşadık. Doktoramın beşinci yılında oğlum Ahmet doğdu. Öyle olunca 2011’de Türkiye’ye geri döndük, tezimi de Türkiye’de bitirdim. Remzi ağabey, o sırada Bilgi Üniversitesi’ne rektör olmuştu, 30 saniyelik bir telefon konuşmasıyla iş teklif etti, hatta benzincideydim o sırada, zaten dönmek de istiyordum, çocuk da olmuş, her şey harika, böylece döndüm. Hatta Ali Nesin matematik köyünde küçük bir kulübe verdi bana, “Ders anlatırsan bu kulübe senin” dedi, ben de orada çalışmaya başladım.

ABD’den sonra Türkiye’ye dönüp Bilgi Üniversitesi’nde çalışmak nasıldı?

Bilgi Üniversitesi ekonomi bölümünde iki yıl çalıştım. Siyaset bilimi doktoram vardı, ama politik ekonomi çalıştığım için ekonomi daha uygundu, çünkü Türkiye’de siyaset bilimi çok kantitatif değil. İlk yıl iyi geçti, ama ikinci yıl darlanmaya başladım. Çünkü ben dedim, akademisyen olmak için bu işi yaptım falan ama buraya geldim, böyle bilim milim çıktı hayatımdan yani. İşte “Haydi sahafta çay-kahve yapalım, pikniğe gidelim” muhabbeti vardı hep. Amerika’da alışık olduğum daha sert, profesyonel, üretmeye zorlayan akademik baskı kalkınca ben de doğal dengeme döndüm. Ama sonra dedim ki “Bu iş böyle olmayacak.” Üniversiteden bir yıl ücretsiz izin aldım, Rochester Üniversitesi’ne, New York’a, Wallace Center for Political Economy’ye misafir akademisyen olarak gittim. Eşyaları depoya koyduk, döneceğiz diye. Ama ben geri dönmeyeceğimi biliyordum, tabii bunu kimseye söylemedim. Oradan iş başvuruları yaptım, aslında Amerika’da kalmak istiyordum, akademik ortamını seviyordum. Ama eşim ve annem Türkiye’ye daha yakın olmamı istedi. Avrupa, özellikle İngilizce konuşulan İngiltere, bir uzlaşma gibi oldu. İş başvuruları yaptım, Edinburgh da tam profilime uygun birini arıyordu. Görüşmeler yapıldı, teklif geldi, eşime “Haydi İngiltere’ye gidiyoruz” dedim. 2014 Eylül’de taşındık. 11 yıldır da oradayız.

“Edinburgh tiyatro sahnesi gibi”
Edinburgh’u nasıl buldunuz?

Oraya ilk gittiğimde çarpıldım, bayıldım. Edinburgh bir tiyatro sahnesi gibi. Dedim “Oh tamam artık hiçbir yere gitmiyoruz.” Tabii eşim başlarda çok mutlu değildi, çocukla tek başına olması, dil bariyeri ve küçük, konforsuz evler yüzünden biraz zorlandı. Haklıydı, Amerika’yla İngiltere arasındaki en temel farklardan biri bu konfor farkıdır. Her şey küçük, iddiasızdır.

Açıkçası ben de akademik olarak bir hayal kırıklığı yaşadım. İngiltere’nin akademik kültürü Amerika’dan daha sessiz, bürokratik ve hareketsiz. Neyi kastediyorum? Yani Amerika'da örneğin bir bölüm, örneğin siyaset bilimi bölümü olsun, bir arada yaşar. Doktora talebeleri akademik kültürün hep içindedir, onlara zaten iş arkadaşı gibi davranılır, herkes her seminere gider, koridorlarda sürekli konuşulur. Akademik çevre çok daha canlı ve iç içedir. Ama İngiltere çok daha içe kapanık, farklı konular çalışanların ayrıştığı bir yer. Kurumsal işleyişin hocalara açtığı alan falan da çok dar mesela. Amerika da Türkiye'deki gibi... Oturursun ders izlencesini yazarsın her dönem, yüklersin olur biter. Burada küçük bir ölçme değerlendirme metodunu bile değiştireceksen ta bir sene öncesinden komiteye gireceksin de, senin puanladığın şeye ikinci bir göz bakacak da, içeriden sonra sene sonunda dışarıdaki bir üniversitedeki birine gidecek falan. Çok ciddi bir bürokratik yük var, ben bilmiyordum tabii bunları.

Bir de ben oraya Nicel Sosyal Bilimler Merkezi kurmak için gitmiştim, yani oldukça iddialı gitmiştim ama bürokrasi ve akademik durgunluk biraz motivasyonumu düşürdü. Zamanla alıştım ama şimdi üniversiteyle daha mesafeli, profesyonel bir ilişkim var diyebilirim.

Edinburgh’daki Türk toplumuyla bağlarınız nasıl?

Türk Talebe Birliği’yle çalışıyorum, mentorluk yapıyorum. Konsolosluk etkinliklerine, bayramlara, 19 Mayıs’a katılıyoruz. Eşimin arkadaşlıkları, benim eski dostlarım var. Ama Türkiye’deki siyasi kutuplaşma oraya da yansıyor ne yazık ki; seküler-dindar ayrımı. Belki doğal bir şeydir böyle bir ayrım. Ama bu ayrımı anlayamayan insanlar olarak ortada kalıyoruz gibi. Tabii burada olsak da yaşayacağımız bir tür bölünmeyi orada da yaşıyoruz gibi aslında.

Yerel halk Türklere nasıl davranıyor?

O konuda çok şanslı bir yerdeyiz. İskoçya, özellikle Edinburgh, göçmen dostu. Ne kurumsal ne sosyal hayatta ayrımcılık hissetmedim. Kozmopolit, liberal bir şehir. Çocuklarım, Ahmet gibi bariz Türk isimlerine rağmen okulda da sorun yaşamadı.

İlk taşındığınız zamanlara dönersek, günlük hayatta sizi şaşırtan ya da çok hoşunuza giden neler oldu?

Çocuklarıma gösterilen ilgi inanılmazdı. Ahmet sıfır İngilizceyle okula başladı, öğretmenler öyle içten destek oluyorlardı ki geçiş sürecini çok kolaylaştırdılar, hızlandırdılar. Sena, kızım çok geç yürüdü, o süreçte onunla çok özel ilgilendiler. Okulda saçını örüp geri gönderiyorlardı örneğin. Ve tüm bunları karşılıksız, içten gelerek yapıyorlardı. Çocuklarımın güvende olduğunu hissetmek çok önemli bir konfor. Ayrıca genel bir güvenlik hissi var: Eşim gece 12’de sokakta yürüyebilir, Ahmet okula yalnız gidebilir, dekanın durduk yerde ayağımı kaydırmayacağını bilirim mesela. Hani burada benim başıma bir şey gelmez diyorsun, gelse de bir şekilde hakikat ortaya çıkar. Bu güvenlik hissi çok önemli.

“Edinburgh’a döndüğümde ‘Eve geldim’ diyorum”
Kendinizi Edinburgh’a ait hissediyor musunuz?

Zaman aldı, bir 5-6 yıl kadar. Ama şimdi Edinburgh’a döndüğümde “Eve geldim” diyorum. Orası kendimi en rahat hissettiğim yer. Bunu söylerken de biraz suçluluk hissediyorum tabii.

Türkiye’deki siyasi veya toplumsal gelişmeleri takip ediyor musunuz?

Gereksiz yere fazla takip ediyoruz. Bir arkadaşım, gurbetin insandaki özellikleri marjinalleştirdiğini söylemişti, öyle bir durum var. Siyaset bilimci olarak Türkiye’yle ilgili çalışmamaya direndim bir süre. Ama sonunda yazmaya başladım, şimdi hayatımda merkezî bir yer tutuyor.

Genelde İngilizce mi yazıyorsunuz, Türkiye’yle iş birlikleriniz var mı?

Genelde İngilizce, ama son yıllarda nekropolitika, propaganda gibi konularda yazılar yazdım. Ekopolitik düşünce kuruluşuyla Türkçe yazılar yazıyorum. Türkçe yazmak hoşuma gidiyor ama karşılığını bilemediğim için az yazıyorum. YouTube, podcast işlerine başladım. Sivaslıyım, Cumhuriyet Üniversitesi’yle iş birliği yapmak istiyorum. Gelecek yıl izindeyim, belki Türkiye’de daha fazla zaman geçiririm.

Türkiye’ye temelli dönmeyi düşünüyor musunuz?

Şu an düşünmüyorum ama kesin bir karar değil, ayrıca görev verilirse de kaçmam tabii.

“Cesur olun”
Türkiye’deki akademisyen ve öğrencilere uluslararası alanda başarılı olmak ya da yurt dışına gitmek için neler önerirsiniz?

Öğrenciler MEB bursuna bel bağlamasın, Kuzey Amerika üniversitelerine bileklerinin hakkıyla gitmeye çalışsınlar ve gidebilirler. Bir sürü o kalibrede talebenin o fırsatı kullanmadığını görüyorum. Doktoraya gitmek için yüksek lisans gerekmez, lisanstan direkt gidilebilir, bunu bilsinler. Alanlarının en iyi 10 dergisini, beş yıl geriye giderek tarasınlar. Kritik insanlar, kritik kitaplar, kritik makalelere dair bir zihin haritası çıkarıp kendilerinin nerede durduğunu anlamaya çalışsınlar ve bunu sürekli revize etsinler. Çünkü sonrasında çok da sevmedikleri meselelerde doktora tezi yazan gençlerle karşılaşıyorum, mutsuz olanlarla. Bunu yapmasınlar. Akademisyen arkadaşlarıma da daha cesur olmalarını öneririm. Yurt dışıyla temasın tek yolu yok, bir sürü yolu var. Uluslararası proje başvurularını ciddiye alsınlar, yurt dışında Türkiye'deki akademisyenlerle iş birliği yapmak isteyen birçok insan var. Girişken olsunlar, e-mail atsınlar. TÜBİTAK kolaycılığının ötesine geçmeye çalışsınlar. Yani uluslararasılaşma ve uluslararası standartta bilim yapma ve yapanlarla temas hâlinde olma güdüsünü geliştirmemiz gerekiyor. Kısaca daha iddialı olsunlar ve İngilizceye yatırım yapsınlar.

Türkiye’ye döndüğünüzde ilk yapmak istediğiniz şey ne oluyor?

Kokoreç yemek. Önceden sahaf gezmek olurdu ama artık kokoreç yemek.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...