
Yurdumuzun kalkınması için
Melih Cevdet Anday, 6 Şubat 1959’da Tercüman’daki köşe yazısında işlemeyen sosyal ve kültürel hizmetleri eleştirmiş; buna karşı yapılması gerekenleri öneri olarak sunmuş, ayrıca toplumun ülke kalkınmasında aktif rol oynaması gerektiğini dile getirmişti.
Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de birtakım sinemaların kapatıldığı, birtakımında da balkona müşteri alınmasının yasak edildiğini gazetelerde okuduk. Bunlara bakarak, Küçükyalı felâketinin bizi uyandırdığını söyleyebiliriz. Demek bütün sinemalar gözden geçirildi, çökebilecek durumda olduğu anlaşılan balkonların kapısı kilitlendi: Böylece de başımızda dolaşan sekiz, on yıkımın önüne geçildi.
Yukarıda “uyanmak” sözünü kullandım. Bunun kaçınılmaz sonucu şudur: Demek ki bugüne değin uyuyormuşuz: sinemalarımızın birtakımı, atom çekirdeği gibi, görünüşte uslu fakat gerçekte bütün yıkıcılıkları ile bekleyip duruyorlarmış. Demek Küçükyalı sineması ses vermese, ötekilerden bizi uyandıracakmış. Bu ne uyku!
Gerçi, “Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözüne uyarak buna da sevinmeli, bir olaydan ders çıkarıp benzerlerini önlemeye kalktığımız için rahat bir soluk almalıyız. Ama uykuya böylesine düşkün olduğumuzu düşününce, ister istemez, içimizde bir kuşku beliriyor: Bu titizlik geçici olmasın?
Boşuna bir soru değil… İzmit faciası olduktan sonra da vapurların, otobüslerin, alabileceklerinden çok yolcu ile doldurulmasını önlemek için on, on beş gün nasıl titiz davrandığımızı düşündükçe bir güvensizlik duyuyoruz. O günler ne çabuk geçti? Şimdi gene vapurlar, otobüsler hınca hınç doludur; kimsenin karıştığı yok. İzmit faciasından da bir ders almıştık ama unuttuk gitti. Siz istediğiniz kadar “unutmadım” deyin, ötekine berikine istediğiniz kadar o dersi düşündürmeye çalışın, yüzde doksanı tembel olan bir sınıftaki çalışkan öğrencinin talihsiz durumuna düşmekten kurtulamazsınız.
Bir tanıdığım anlattı: Denizcilik Bankası’nın çürük çarık vapurlarından birine binerken, orada duran memurun yanına gitmiş:
-Doğrusunu söyleyeyim, demiş, korkuyorum binmeye.
Memur ellerini açmış:
-Ne yapalım beyim? İşletmeyelim mi? Başka vapurumuz yok işte…
Yarın öbür gün bir sinemanın kapısında da buna benzer bir soru sorulursa, korkarım şu karşılık verilecektir:
-Ne yapalım, kapatalım mı sinemaları?
Anlaşılan biz iki yoldan birini seçmek durumundayız: Ya vapursuz, otobüssüz, sinemasız kalmaya katlanacağız ya da yurdumuzu savunmak için savaşa gider gibi…
-Eh... Bu işte ölmek de var, diye düşüneceğiz.
Yurdumuzun kalkınmasında hepimize fedakârlıklar düşüyor, diyenlerin hakları var.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.