Tercüman Arşivi: 07 August 1956
30 September 2024

Yığın psikolojisi

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 7 Ağustos 1956'da yayımlanan Tercüman’daki köşe yazısında Lebon’un yığın psikolojisi teorisine değiniyor; birey ve kitle psikolojisini bu teori üzerinden karşılaştırıyor.

Kalabalığın -yeni bir tâbire göre yığının- psikolojisi hakkında en dikkate şayan eser bence Gustave Lebon’un “Psychologie des Foules”üdür. Geçen asrın sonuna doğru yayımlanan bu kitap, sanırım ki ilk çıktığı zamanlar, birçok sosyoloğu hayrete düşürmüş ve hemen bütün politikacıları kızdırmış olsa gerektir. Zira Gustave Lebon bu eseriyle ilim sağasında o zamana kadar bâkir kalmış bir mevzua dokunuyor; daha doğrusu yeni bir keşifte bulunmuş oluyor ve keşfettiği (şey)i de bizzat kendisi didik didik edip kıymetten düşürüyordu.

Gustave Lebon’un keşfettiği bu (şey) neydi? Yığınların ruhu. Gerçi her dilde aşağılatıcı adlarla vasıflandırılan halk kalabalığının bir ruhu olacağı ve bu ruhun tahlile değer bir “keyfiyet” taşıyacağı, belki de hiçbir mütefekkirin aklından geçmemişti. Belki de diyorum. Zira “Pyschologie des Foules”ün yazılığ basıldığı tarihlerde, büyük Avrupa şehirlerinde ve hassatan endüstri merkezlerinde, yığın dediğimiz bu yeni siyasi unsur, daha doğrusu teşrii hayatın bu beşinci kuvveti, sayının bütün azametiyle kendini çoktan göstermiş bulunuyordu. Seçimler üzerinde dilediği baskıyı yapabiliyordu. Parlamentoların kabul ve tasdik ettiği kanunları protesto edebiliyordu ve ara sıra da kabineleri devirebiliyordu.

“Psychologie des Foules”ün iştişâr tarihi 1895. Paris sokakları, Dreyfus meselesi yüzünden bir yıldan beri her türlü karşılıklı halk nümayişlerine sahne olmaktadır. Yığınlar, yığınlarla çarpışıyor ve tuhafı şu ki bu yığınları teşkil edenlerin çoğu, hattâ belki hepsi, memleketin belli başlı aydınlarıdır; onları bir araya toplayan, onları harekete getiren de ne grevlerde olduğu gibi bir mide meselesi ne ihtilâllerde olduğu gibi bir sınıf veya mezhep düşmanlığıdır. Bunlar, (adalet) gibi mücerred ve yüksek bir mefhum etrafında toplanıp kaynaşmaktadır. Fakat bu kaynaşmanın şekil, tarz ve mahiyet itibariyle herhangi bir sokak kalabalığı ayaklanmasından farkı yoktur.

Bu hâl Gustave Lebon gibi mütecessis bir müşahidin gözünden kaçamazdı. Nasıl oluyor da yüzlerce, binlerce aydın bir araya gelince herhangi bir sokak kalabalığından farkı kalmıyor? Hayata o kadar yüksekten bakan ve başlıca şiarı (merhamet) ile (istihza) olan bir Anatol France, bir parti çığırtkanı diliyle konuşmaya, insanların zaaflarına karşı o kadar müsamahalı bir Emile Zola etrafına kin ve nefret saçmaya başlıyor?

Gustave Lebon “Yığınların Psikolojisi” eserinde ne Dreyfus meselesinden bahsetmiş ne de bu misalleri ileri sürmüştür ama ortaya koyduğu müşahadelere göre her biri, ferdi olarak bir fikir değeri, bir şahsiyet ağırlığı taşıyan insanların hep bir araya gelince, yani bir iken bin olumca, on bin olunca, bir sayının yekûnundaki rakamlardan biri hâline girdiğine, bir bütünün içinde kaybolup gittiğine inanmak lazım gelir.

İşte bizce, yığının kudreti kendini burada belli eder. Onun ruhu ve şuuru, Lebon’un dediği gibi “rüşeym” hâlindedir ama ferdi değerleri, hatta çok defa kendisini sevk ve idare edenleri yutma hassasile toplumların mukadderatı üzerinde pek mühim bir rol oynamaktadır. Bunun içindir ki ileri demokrasi memleketlerinde siyasi liderlerin en büyük önemle tetkik ettikleri şey yığın psikolojisidir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...