Tercüman Arşivi: 25 November 1984
06 December 2024

Yahya Kemal’le sohbet

Ahmet Kabaklı, 25 Kasım 1984’te Tercüman’daki köşe yazısında seneler önce Yahya Kemal ile yapmış olduğu sohbeti bir seri hâlinde kaleme almıştı. O günkü köşe yazısında konu; Yahya Kemal’in çağdaşı olan şairlerle olan ilişkisi, dostluklarının muğlaklığıydı.

Çağının meşhur kişileri, şâirleri ve “dostlar” hakkında Yahya Kemal neler düşünüyor acaba? Önce, “Kendi Gök Kubbemiz”, “Eski Şiirin Rüzgâriyle”, “Rubâiler” adlı kitaplarına baktım: Ezberlenecek değerde iki rubâisi ahbâb (dostlar)tan yakınıyordu:

“Dil-besteyiz ahbâbe esîriz yâre

Onlardır açan gönülde bin bir yâre

Bigânelerin kahrını çekmiş değiliz

Ta’nettiğimiz nâfiledir ağyâre”

(Dostlara gönül bağlamışız, sevgiliye esiriz. Gönülde bin bir yara açan onlardır. Yabancıların kahrını çekmiş değiliz. (Öyleyse sevmediğimiz, bize rakîb olan yabancıları boş yere kınamaktayız.))

“Ahbâbını ister iyi ister kötü seç

İdbâra düşersen seçilirler er geç

Birçokları küsmüş gibi bigâneleşir

Onlar sana küsmeden sen onlardan geç”

(İdbâr: Düşkünlük, bir mevkiden düşmek. Bigâne: Yabancı)

Demek ki Yahya Kemal, güngörmüş bütün olgunlar gibi dostlara (ahbaba) da sevgiliye (yâre) de pek güvenmiyor. Hatta “Düşünce” şiirinde, dostlardan ve insanlardan yılgınlığı bir felsefe hâline getirmiştir:

“Ülfet belâlı şey fakat uzlet sıkıntılı,

Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?

İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok,

Kalsaydı terkesimde bugün tek bir altın ok,

En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.

Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma.

(Ülfet: Dostluk, dostlarla iç içe yaşamak. Uzlet: Yalnızlık. Terkes: Okluk)

Zaten şâirimiz, kendi gününde değil, ancak geçmiş içinde bir masal mutluluğu bulmaktadır. Tarih ve hatıra hâline gelmedikçe, hayatı, dostları, hatta cânanı (sevgiliyi) bile şiirleştirmeye değer bulmaz. “Bir Dosta Mısralar”da işte bu duyguları söylüyor:

“Kâmildir o insan ki yaşar hatıralarla

Bir başka kerem beklemez artık gelecekten;

Her an doludur gözleri cânan ve baharla,

Kâm aldı bilir kendini, ömründe felekten”

(Kâmil: Olgun. Kerem: İyilik, lütuf. Kâm almak: Murada ermek)

*

Bunları biliyorum ya, üstadın çağdaşı şâirler hakkında görüşlerini kendi ağzından dinlemek istedim. Hayranlıklarının bittiği ve öz şahsiyetine kavuştuğu yaş, insanın otuz yaşıdır, diye düşündüm. O yıllarda Darülfünun hocası olan şâirimizi Şehzadebaşı kahvelerinden birisinde yalnız otururken buldum.

Zamanları yararak hatta zamanı geriye doğru sürerek kendisini bulmam hoşuma gitmişti. “Demek, 1984’lerde hâlâ okuyorlar, seviyorlar beni” diyerek gülümsedi. “Şüpheniz mi vardı üstadım?” dedim. “Hayır, milletimden bir an bile şüphe etmemiştim. Yalnız aydın geçinen kıskançlara itimadım yoktu” dedi. “Sizi çekemeyenler de öldüler efendim, şimdi yalnız göklere ser çeken şiirinizi ve ananızın sütü gibi leziz mısralarınızı dilinden düşürmeyen milletiniz var.”

Yüz yaşında koca şâirin sevincini görecektiniz. Bir çeşit minnet ve şükran acılığı içinde, millete itimadını söyleyen meşhur vasiyetini okudu: “Halk, Yahya Kemal’e rahmet okur / Gûşederken Selîmnâmesini”

- Ruhlar, gönlümüzden geçenleri bile seziyorlar olsa gerektir. Nitekim, kendisini arayış sebebimi ben söylemeden keşfetti. “Önce, gençliğimizin ‘şâir-i âzâm’ denilen Abdülhak Hamid’den bahsedelim” dedi.

- Ben de onu rica edecektim efendim!

- Çok genç iken Hamid’e ben de hayrandım. Fakat şimdi daha başka görüyorum, dedi.

- Hamid hakkındaki fikriniz değişti mi üstadım?

- O da değil, bak anlatayım: “Biliyorum kanaatimi açıkça söylememin henüz zamanı değildir. Bence Abdülhak Hamid’e en büyük kötülüğü edenler onun ‘dini bütün’ hayranları olmuştur.”

- 1984’tekiler de artık sizin gibi düşünüyorlar efendim. Evet, her sözüne tıraşlı mücevher veya derin keramet diye övenler A. Hamid’i bitirmişlerdir.

- Yenilik iddiasında olan Makber şâirinin (Hamid) asıl noksanı: “Çıktım semâvâta hâk-ber-ser / İndir semâvât ile beraber” mısralarındaki gibi kaba saba tumturak, uydurma, büyüklük ve sahte felsefe tablosudur.

- Sizce çok güzel mısralar yok mu Makber’de?

- Elbette vardır, fakat onlar Hamid hayranlarının dikkat etmedikleri şunun gibi mısralarıdır: “Cânânın o günkü hâli eyvah / Ey vâh benim o günkü hâlim”

- Hamid’e tekrar döneriz efendim, geçen yıllarda mısra gücüne meftun olduğumuz Tevfik Fikret Bey’e geçelim mi?

- Tevfik Fikret’i ilk defa 1912 yazında… tanıdım… Ruhumda, ahlakımda, zevkimde, lisanımda, sanatımda en büyük tesiri o yapmıştı. Şark âleminden kafamı o çıkarmıştı. Bir müddet onun kâinatında kalmıştım. Sonra Paris’teki edebî hayata dalarak onun kâinatından çıkmıştım.

Şimdi, Fikret’in şiiri hakkındaki kanaatlerinin çok değiştiğini, uzun uzun anlattıktan sonra, onun karakterini izah eden bir olayı anlatmaya başladı:

- Tevfik Fikret’le çabuk dost olduk. Arada sırada Âşiyân’a giderdim. Edebiyata, politikaya dair saatlerce konuşurduk… Bâbıâli vak’asından birkaç gün evvel, Fikret, Sâtı Bey ve ben kahve içiyorduk. Bir aralık önümüzden Süleyman Nazif geçti. Beni selamladı, ben de onu selamladım. Fikret’in beti benzi bir anda değişti, bana karşı bigâne (yabancı) oluverdi… Acı ve yabancı bir bakışla bana döndü: “Bu adamı tanır mısınız?” dedi. Fikret’in bu hâlinden üzülmüş ve bu cür’etine öfkelenmiştim: “Evet, tanırım” dedim. O daha saldırgan bir dille: “Bu adamın elini sıkar mısınız?” dedi. Artık izzeti nefsim yaralanmıştı: “Evet sıkarım. Geçen gün elini sıkarken dikkat ettim, temizdi, zannederim elleri pis değil, sabunla yıkanıyor.” Bu sözden Tevfil Fikret fekalade alındı. Kahvelerimizi ödedik, soğuk bir ayrılışla ayrıldık. Tevfik Fikret’le bu son görüşüşümüz oldu.

- Ziya Gökalp Bey hakkında efendim?

- Ziya Bey’le hem yaşıt sayılırız hem de hayli yakın arkadaşımdı, diye başladı.

Gökalp ve diğerleriyle Yahya Kemal’in can sohbetlerini ve onlar hakkındaki görüşlerini 1915’lerden armağan getirdim. TERCÜMAN’daki odamda saklıyorum. Gelecek pazara inşallah.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...