Tercüman Arşivi: 30 April 1980
30 April 2025

Sartre, ahlak ve Peyami Safa

Ergun Göze 30 Nisan 1980 tarihinde Tercüman’daki köşe yazısında Jean-Paul Sartre’ın “existentialisme” kavramını tartışmış, Peyami Safa’nın bu yöndeki görüşlerine yer verip Türk aydınlarının Sartre’a olan tutkunluk derecesindeki hayranlığını eleştirmişti.

Sartre’ın ahlak yıkıcı fikirleri Türkiye’de en çok komünistler tarafından yayılmış, beslenmiş, korunmuş, geliştirilmiş ve “işletilmiş”tir. Çünkü Sartre’ın ahlak yıkıcı fikirleri en çok komünistlerin işine yaramış ve bilhassa okuma yazma öğrendiği için kendisini “aydın” garsonlarla konuşacak, üç beş şarkının güftesini ezberleyecek kadar yabancı dil öğrenince kendini “Batılı” sanan kişilerimizi zaten sallantıda olan köklerinden kopararak Marksizm’in kucağına düşecek olgun armutlar hâline getirmiştir.

“Hürriyete mahkûmuz” diye Sartre bir “paradoks” yapıyordu. Bir paradoksa ise bir felsefi sistem bina edilir mi? Daha çok bir edebiyat idi bu. Nitekim Freud da âlimden daha çok edebiyatçı idi. Sartre de nitekim edebiyatçı tarafıyla bizimkiler tarafından istismar edilmiştir. Ciddi bir felsefi “kritik”te ise Sartre’ın dayanma imkânı yoktu. Nitekim Sartre hakkında Türk Düşüncesi mecmuasındaki iki sayı süren bir inceleme neşreden Peyami Safa 1956’larda “egzistansiyalizm” akımının açmazlarını ve bilhassa ahlaki temelden mahrum oluşunu derhâl ortaya koymuştu. Şimdi 1956’lara giderek bu tenkitleri sütunuma ve Peyami Safa’nın dostlarına tekrarlıyorum.

Önce “existencialisme”i anlatan Peyami Safa, onun tarihçesinden başlamış, Pascal’a kadar gelen şeceresini vermiş, “Allahlı ve Allahsız” iki türlüsü bulunduğunu belirttikten sonra izah etmiştir ki bu akımın temeli (“existence”, “essence”dan önce gelir) formülündedir. Existence, etre manasındaki varlıktan başka bir şeydir. İnsanın sübjektif olarak var olması demektir. Etre zamanın dışındadır. Existence ise zamanın içinde var olmaktır. Birçok insan vardır ki “existence”i yoktur. Yani seçmemiştir. Çünkü insan seçerek kendi dışına çıkarak var olur. Böyle kendi dışına çıkamayan, seçemeyen insana “Cet homme est, mais n’existe pas”, “Bu adam var ama olabilmiş değil” derler. Çünkü olabilmek için seçmek lazımdır. Ama seçmek için de bir ölçü lazımdır. Allah’a inanan “existencialiste”lere (Karl Jaspers, Gabriel Marçele) göre, bu ölçü Allah’ın emirleridir. Sartre ise Allahsızdır. Peki o zaman nasıl seçeceğiz? Sartre “mutlak hürriyetin” taraftarı olduğuna göre seçimimizde hiçbir sınır olmayacaktır. Peyami Safa bu noktayı yakalamıştır: “Existencialisme’in en çürük, en tenakuzlu, en anlaşılmaz iddialarından birisi budur. Hiçbir seçme prensibi, hiçbir ahlaki esas, hiçbir tercih sebebi yoksa ben nasıl seçerim?”

Başkalarının da tespit ettikleri bu vahim boşluğu doldurmak için Sartre sonradan “Existencialisme est un hümanisme”, “Egzistansiyalizm bir hümanizmdir” kitabının 92’nci sayfasında insanın var olma şartlarını başkalarının bulunmasına bağlar. Bir nevi hümanizm tesis etmeye çalışır. Peyami haklı olarak belirtir ki “İnsanın var olması şartı, var olması vakıasından teessüs etmiş bir ‘essence’ olamaz. Her şart vakıadan evvel mevcuttur. Yoksa o vakıa vukua gelmezdi. Eğer bizim seçmemize ışık tutacak bir humanisme lazımsa o hâlde bu existenceden önce gelen bir ‘essence’ olur yahut mutlak hürriyeti ortadan kaldıran bir sınırlama.”

Yani Sartre kendi hareket noktasıyla ters düşmüş olur. Bu noktayı Peyami Safa şöyle bağlar: “Hürriyet sorumluluk için kâfi değildir. Yapılması veya yapılmaması hata olabilecek bir hareketin ahlak prensibi lazımdır. Sartre’a göre bu prensip yoktur. O hâlde sorumluluk nasıl olabiliyor.

Evet, sakatlık, saçmalık daha açık bir deyimle ahlaksızlık ortadadır. Ama bizim solcu aydınlarımıza göre ahlak “Burjuva ahlakıdır”, “Sat anasını.” Onlar hümanizmi de ayrı bir “serbestî ahlakı” kabul ediyorlar. Rene Guenon “hümanizmi” tenkit ederken “İnsanı kendine irca ediyor, yani vücuduna, hayvanlığına” demektedir. Nitekim Sartre ve metresi de onu Türkiye’de takip eden “Asiye nasıl kurtuldu”cular da aynı hayat görüşünü paylaşmış ve yaşamışlardır.

Simone De Beavoire aynı erkeklerle, Sartre ise ayrı birçok kadınla birbirlerinin malumatı dâhilinde düşüp kalkıyorlar ve böylece “var oluyorlardı.” Bunları ve birçok seks teferruatını yazıyorlardı da. Francois Mariac, Simone De Beavoire için bu ahlak yıkıcı yazıları üzerine Tempes Mornes dergisi yazarlarından birisine yazdırdığı mektupta “Patroniçenizin orasını burasını bu sayede bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş olduk” diye yazmıştır. Simone, kendi yaptığına şaşmaz da Mauriac gibi bir dâhinin nasıl olup da böyle yazdığına şaşar. Eee. Eskiler ne demişler, “Yegâne vasıta-ı rüyet iken göremez kendisini dilde bile.”

Okuyucularımı daha fazla öğürtmemek için Simone’nin bahsini uzatmıyorum. Ama onsuz bunu, bunsuz onu değerlendirmek ve anlamak mümkün değildir. Sartre’ın teröristleri ezvümle Almanya’nın meşhur Baader Meinhof çetesini teşvik etmiş olması da izah edilebilecek şeylerden değildir. Ama zaten onun felsefesinin yanlışlığını gördükten sonra her şeyi izah etmesini istemek de yanlıştır. Mesele basit fakat çok mühim bir noktada düğümlenmektedir: Allah’a inanıyor musunuz sualine Peyami Safa “Ooo, bal gibi” diye cevap vermişti. Sartre ise bir Allahsızdır. Ve bu her şeyi izah etmektedir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...