
Sadakadan önce
Melih Cevdet Anday, 8 Ocak 1959’da Tercüman’daki köşe yazısında birkaç gün önce yaşanan bir kaza sonucunca onlarca insanın yaşamını yitirmesi üzerine tedbir mekanizmasının neden ve niçin işlemesi gerektiğini anlatıyor; insanların bu konuda bilinçlenmesine vurguda bulunuyordu.
Sirkeci’de neden olduğu şimdilik anlaşılamayan büyük bir patlama sonunda insanlar öldü, yüzlerce kişi yaralandı, koca yapılar çöktü, çatladı.
Olay yeri çok kişili, kalabalık bir iş bölgesiydi. Patlama olmadan az önce, herhangi bir sebeple orada bulunup da beş on dakika ya da bir saat gibi bir aralıkla felaketten kurtulanlar:
-Verilmiş sadakamız varmış, diye konuşuyorlar.
Böylece kaza kadar, alın yazısı gibi insan gücünü aşan, bilinmez, karşı konulmaz, gizli bir iradenin karşısında bulunduğumuz duygusu uyanıyor, onlara boyun eğmekten başka yapacak bir iş yokmuş düşüncesi beliriyor.
Gerçi olan olduktan, ölen öldükten sonra elimizden ne gelir? Yanmaktan acımaktan, üzülmekten başka ne yapabiliriz? Ancak kazaya esef etmekle yanlışa, tedbirsizliğe esef etmek birbirine benzemez. Biz bu iki ayrı anlayışın sınırını kesin olarak çizmeliyiz. Ölümden kurtulanların verilmiş sadakası vardı da kurban gidenlerin yok mu idi? Biz zalim tesadüfleri bir yana bırakıp olaya bakmalıyız. Bugün ölmüş olanların yerinde başkaları bulunabilir, adlar değişebilirdi. Ama felaket değişmeyecekti, acılar gene bu acılar olacaktı.
İlgililerin, “Ne yapalım kaza!” diyerek olayın sebepleri üzerinde durmayacaklarını söylemek istemiyorum. Benzerlerinde olduğu gibi, bu sefer de durum incelenecek, araştırmalar yapılacak, suçlular ortaya çıkarılacaktır. Ama sonra? Bir daha böyle bir felaket olmaması için ne yapacağız? Bugüne dek ne yaptıksa gene onu mu?
Unutmayalım ki felaketler hep aynı yüzle görünmez, hep aynı bicinde ortaya çıkmaz. Bir gün bir vapurun batışı, başka bir gün bir yangın, daha sonra bir patlama… Ama bunların altında ortak bir yan vardır. Biz asıl onu bulup ortaya çıkarmalı, onu yenmeli, onu yok etmeliyiz. Toplu yaşayışları bizimki ile ölçülemeyecek kadar düzenli olan memleketlerde de kazalar oluyor, insanlar ölüyor, mallar, zenginlikler gömülüyor. Bunlara bakıp da kendimizi suçsuz saymak yanlışına saplanmamalıyız. Doğuda her felaket kazadır. Biz onu yene yene çok dar bir alana sokup sıkıştırmalıyız. Tedbirle, sıkı gözleme ile, çalışma yerlerinin güvenliğini kurmakla sanırım, kazalarımızın çoğunu önleyebiliriz. Bugün, değil böyle laboratuvar patlamalarını, tabiatın kendinden gelen beklenmedik felaketlerini bile önlemek çareleri bulunmaktadır. En karşı gelinmez afet sayılan yer sarsıntılarının bizim ülkemizdeki yıkıcılığı, yapılarımızın çürüklüğünden, gelişi güzelliğinden ötürü, çok büyük olmuştur. Biz bilimle o felaketleri bile az zararlı kılabilirdik, kılabiliriz.
Sirkeci felaketi üzerine, bakınız, İstanbul Tekstil ve Örme Sanayii İşçileri Sendikası ne diyor:
“Bu infilak ve kazada gözlerini hayata yumanlar, inşallah iş emniyetini teminle görevli olanların kafalarına dank edici son ihtarı yapmış olurlar. Temenni ederiz ki bu acı olay da mesulü meçhul vakalar meyanında tarihe mal olmasın.”

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.