Nesiller, ahlaklar ve bozuluşlar
Tarık Buğra, 11 Temmuz 1976’da Tercüman’da kaleme aldığı yazıda yeni nesli kötüleyip her toplumsal gelişmeyi kıyamet alameti ilan eden kesimi eleştirerek toplum ve birey olarak ilerleyebilmemizin çalışmak olduğunu ifade ediyordu.
Elimde belgeler bulunduğunu söyleyecek değilim. Söz aramızda, araştırmalar, incelemeler filân da yapmadım; ama -tıpkı komşum Eminâmın teyze ile muhterem eşi Abdülmuttalip amca gibi- Havva Anamız ile Âdem Babamızın da “nesil bozuldu” dediklerine inanıyorum:
Her nesil “nesil bozuldu” demiş, ama daha önce aynı sözü dedirtmiştir. Her nesil, bir sonra gelende “kıyâmet alâmetleri” görmüş, ama daha önce çok değişik türde de olsa birtakım “kıyâmet alâmetleri” göstermiştir.
Sular durulduktan veya gemi kuytuya çekildikten sonra, her nesil kendisinde “kıyâmet belirtileri”ni tanıma ve iddia etme hakkını buluyor. Her şey bitiyor, her şey değişiyor; ama ne kadar değişseler de Havva Anamız ile Âdem Babamızdan beri bu belirtiler bitip tükenme bilmiyor: Kenara çekilen nesillerin içinde öyleleri de vardır ki hayatın en sarsıcı tadını kıyâmetin kopuşunu beklemekte buluyor veya öyle görünüyor.
Bugün kıyâmet kopacak
Bir gün gelecek, kıyâmet -elbette- kopacak. Ama kim bilir daha kaç nesil, kaç bin nesil, daha önceki binlerce nesil gibi, onu görmek mutluluğuna eremeyecek.
Ve hayat -insanlığın önü sonu bilinmeyen bu muhteşem mâcerası- aslında nesillerin bozulmadığının, bozulamayacağının ispatlanışından başka nedir ki?
Gerçekten de mağara kovuğundan ve hayvan postundan, taş, sopadan, gecelerin, gezegenlerin, Ay’ın, Mars’ın masallar, mitler, yalan dinler doğurtan sırlarından -nesil nesil- bugünlere, televizyonlu, erkondiyşınlı, telefonlu evlere, atom’a,ü jet’e ve nihayet Viking-l’ uzanan mâcera ancak bunu, yâni nesillerin bozulmadığını, bozulamayacağını, tam aksine geliştirdiğini ve gelişeceğini ispatlar.
Bizim nesil; “Fransa’da ahlâk tefessüh etmiştir” fetvası ile, hattâ bu kesin yargının bütün Batı’ya genelleştirilişi ile büyümüş, daha doğrusu büyütülmüştür.
1918’deki savaş bozgunu bu yangının su kaldırmaz gerekçesi oluyordu. Nitekim aynı yargı 1940’larda da; “Görüyorsunuz işte” diyerek parmak sallamak hakkını bulduğuna inandı. Bir hayat felsefesi ve 60 milyonun 60’da birini tutmayan birtakım gruplar dile dolanıyor, her Allah’ın günü 60 bin olaya sahne olan bir ülkeden 6 olay ele alınarak Fransa’nın “defin -gömülme- ruhsatı” kamuoyunun imzasına sunuluyordu.
Ama aynı ülke, ekonomisi, sanatı, edebiyatı, bilim kapasitesi ve kültürü ile, kısacası hayat seviyesi ve haysiyeti ile, bir türlü bu fetva ile rahata ermeyi umanların bulunduğu çukura düşmüyordu.
Kötüye kötü demenin bir anlamı -elbette- vardır; ama şunu bunu kötüleyerek, hor görerek kırk para kazanmış veya bir arpa boyu ilerlemiş insanlara da toplumlara da rastlanmaz:
Düşmanını hor görme öğüdünü kim vermişse, doğrusu bu ya, bilge bir insanmış; bir parça aklı olanlar da hâlâ o öğüde uymaktadır. Ve -ille de taşlı, sopalı, mancınıklı veya atomlu, füzeli kapışmaları düşünmenin gereği yok- herkes herkesin ve bütün milletler birbirlerinin düşmanıdırlar: Sömüren sömürene dünyasıdır bu; “Fransa’da ahlâk tefessüh etmiştir” deyip yanpala zeytun yatanlar geri kalacak, sömürüleceklerdir.
Sözünü ettiğim sorumluluk
Sözünü ettiğim sorumluluk kaçaklarının iyi niyetlerini adım gibi biliyorum; ama bir şeyi daha, yâni -elbette istemeyerek, sonucu tahmin edemeyerek- korkunç birer afyon şırıngacısı, birer uyutucu, uyuşturucu olduklarını da adım gibi biliyorum: Düşmanlarımız tefessüh etmiş işte; çalışmak, çabalamak, didinmek bize ne gerek? Olduğumuz gibi kalalım yeter!
Bir ekzistansiyalizm felsefesi ile -o da yarım yamalak ve saptırılmış yorumu ile- ve bir avuç sapık ile bir millet “tefessüh” etmez. Millet milletse zaten çürümüşleri ve çürütme unsurlarını tecrit eder, reddeder. Onları asıl benimseyenler bir milleti onlardan ibaret sayan ve sananlar olur; o milletin geliştirici unsurlarını ve gelişme sebeplerini görmeyenler ve gözlerden kaçıranlar olur.
Bizim nesle Fransa ve Batı için verilen o fetva ile oynanan acı oyunun bir benzeri bugün Amerika konu edilerek oynanıyor. Nedir o? Amerika tefessüh etmiş, Amerika’da esrarkeşler, eroinmanlar, kanlı katiller kol geziyor. Amerika’da Apollolar, Vikingler, Amerika’da “endüstri ötesi çağ” yok; sadece bunlar var; Amerika batacak, Amerika bizi ve dünyayı sömüremez hâle düşecek. Biz o yeni çağı yaratan sebepleri araştırmak, anlamak, hele uygulamak için neden yorulalım? Yan gelip yatalım biz… Biz sadece bu fetvacıları alkışlayalım.
Ve -bir de- uzayıp kısalan saçlara, favorilere, eteklere bakıp bakıp da; “nesil -ahlâk- bozuldu” diyelim. İlim ne imiş, bize ne? “Tefessüh etti” dediğimiz ülkede Allah’ın her yılı on bin “ihtira berâtı” yâni yeni buluş alınıp satılıyor ve uygulanıyormuş, böylece de aradaki mesafe, Türkçesi, Amerika’nın sömürme gücü Allah’ın yılı bir parça daha artıyor, çoğalıyormuş bize ne?
Koskoca bir ülkeyi iki, bilemediniz üç şehrinin iki, bilemediniz üç semtinden, yüz milyonluk bir neslini de elli, bilemediniz yüz bin sapıtmıştan ibaret görmek ve göstermeye kalkışmak, böylece de sorumluluklara “hadi eyvallah” çekip rahata ermek, büyüklenmek -evet- çürüyüşün şaşmaz ve şaşırtmaz alarmıdır; başka bir şey olamaz.
Nesiller bozulur ama…
Nesil bozulmasının ve nesilleri bozmanın bir tek yolunu biliyorum; onu da söyledim galiba: Haydi bir de altını çizeyim: Yetişen, yâni ülke geleceğinin kaderini ele alacak nesli eğitimden, öğretimden, eğitim ve öğretimin çağdaş imkânlarından koparıp, yâni ilimden, teknikten koparıp -Prut Bataklığı’na sürer gibi- politikaya ve politikanın -Töre Dergisi yazarı Tuğcugil’in son olarak tekrarladığı terimle- skolostiğine sürmek!
Ki bunu da -Allah var- işte biz, basınımızla, öğretim görevlilerimizle, devlet sorumluluğunu yüklenenlerimiz ve bu sorumluğa adaylıklarını koyanlarımızla -elhâsıl elbirliği ile- pek güzel beceriyoruz.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.