Demirel: “Mescid-ül Aksa felaketi karşısında Müslüman ülkelerin yanında yer almaktayız”

23 August 1969

21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa kundaklanmış, eylemi gerçekleştiren fail birkaç gün sonra 22 Ağustos’ta tutuklanmıştı. Türkiye’de de bu hadise tepkiyle karşılanmıştı. Ertesi gün Tercüman manşetiyle olanlara birlikte bakalım.

Mescid-i Aksa… Müslümanların ilk kıblesi… Altı Gün Savaşlarının ardından Orta Doğu’da gerginlik durulmamıştı. Müslümanlara yapılan saldırılar, sadece kan dökmüyordu; tarihine, inançlarına, ibadethanelerine de zarar veriliyordu. 21 Ağustos 1969’da Kudüs’te yine böyle bir saldırı gerçekleşmişti. Müslümanların ilk kıblesi, Mescid-i Aksa Avusturalyalı Denis Michael Rohan tarafından kundaklanmıştı; kundaklama sonucunda ortaya çıkan büyük yangında mescidin 12. yüzyıldan kalma minberi yok olmuştu. Yangından birkaç gün sonra 22 Ağustos’ta kundakçı yakalansa da insanlarda büyük bir tedirginlik hâkim olmaya devam etmişti. Türkiye’de de bu olay büyük bir tepki ile karşılandı. Başbakan Süleyman Demirel “Mescid-ül Aksa felaketi karşısında Müslüman ülkelerin yanında yer almaktayız” diyerek hem tepkisini hem de İsrail’in karşısında olduklarını ifade etmişti.

Tarihî meclis toplandı

07 January 1961
27 Mayıs 1960 Darbesi’yle birlikte meclis ve anayasa ordu tarafından feshedilmişti. Aylar sonra 6 Ocak 1961 tarihinde ancak yeni bir meclis kurulabilmiş, yeni anayasa için çalışmalara ağırlık verilebilmişti. Peki, neler olmuştu? Gelin, Tercüman’ın 7 Ocak günü manşetleri eşliğinde birlikte bakalım.

27 Mayıs 1960 Darbesi üzerinden aylar geçmişti. Devlet yönetimindeki Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve hükûmeti elinde tutan Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu, Ahmet Salih Korur gibi Demokrat Parti üyeleri tutuklanmışlardı ve pek çoğu idamla yargılanmaktaydı. Mahkemeler devam ederken; devlet yönetimi ordu tarafından idare ediliyordu. Anayasa ve meclis feshedilmişti, darbenin hemen ardından kurulan Millî Birlik Komitesi yeni anayasa oluşturulana kadar geçici yasalar çıkartmıştı, yasama ve yürütme yetkisi bu komitedeydi. Yetkileri ele geçiren Millî Birlik Komitesi, zaman kaybetmeden hızla anayasa çalışmalarına başladı ve İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar başkanlığında birçok öğretim üyesini toplayarak İstanbul Komisyonu’nu oluşturdu. Bu komisyonla birlikte bir anayasa tasarısı hazırlandı ama bu tasarı olumsuz tepkilerle karşılandı. Bunun üzerine ise toplumu daha iyi temsil edeceği düşünülen “Kurucu Meclis”in kurulmasında karar kılındı.

Kurucu Meclis ise 6 Ocak 1961’de toplanmıştı. Tercüman’ın ertesi gün manşetine de bu an şu cümlelerle tarif edilmişti: “TARİHİ MECLİS TOPLANDI” … Ardından bu toplantının detayları gerek sözel tanıklıkla gerekse fotoğraflarla hem kamuoyuna aktarılmış hem de Türk siyasi tarihine iz bırakmıştı. Şöyle devam ediyordu Tercüman: “Doktorlar izin vermediğinden Gürsel ilk celsede bulunamadı. Açılış konuşmasını F. Özdilek yaptı. İsmet İnönü ve O. Bölükbaşı yemin ederlerken azalar her ikisine de coşkun tezahüratta bulundular.”

Yaşananlar ve kullanılan ifadeler dikkat çekiciydi, pek çok siyasi gerilimin ardındaki paradigmaları gözler önüne seriyordu sanki. Tercüman muharriri Muammer Yaşar haberine devam ederken şunları söylüyordu: “İkinci Cumhuriyet’in temeli olan Kurucu Meclis bugün saat 15’te yeni meclis binasında toplandı. Devlet ve Hükûmet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel henüz nekahet devresini geçirmediği için Meclis’in açılış konuşmasını Komite azası Fahri Özdilek okudu…” İkinci Cumhuriyet bahsi, yeteri kadar açık mıydı, galiba evet. Üç önemli husus üzerinde duruluyordu bu meclis konuşmasında:

  • “Meselelerimiz parti bakımından değil, millî menfaatler yönünden tetkik edilmelidir.”
  • “Devlet tekâmül yollarına ışık tutan ilim, ahlak ve bir kudret olarak anlamak lazım.
  • “Asil çalışmanız milletimiz arasındaki kardeş düşmanlığının ortadan kalkmasına yardım edecektir.”

Yeni kurulan kabinenin ilk toplantısına dair ayrıntılar şöyle veriliyordu: “Yeni Bakanlar Kurulu bu sabah bir tanışma toplantısı yapmıştır. Saat 9’da başlayan toplantı bir saat kadar devam etmiştir. Toplantıda, Bakanlar Kurulu’na yeni giren bakanlar birbiriyle tanışmışlardır. Kabine yarın da bir toplantı yapacaktır. Bilindiği gibi yeni Bakanlar Kurulu’nda 6 yeni isim bulunmaktadır. Bunlardan Millî Eğitim Bakanı Profesör Turhan Feyzioğlu ile Basın Yayın ve Turizm Bakanı Cihad Baban CHP’li, Çalışma Bakanı Ahmet Tahtakılıç da CKMP’lidir.” İsimlerden biri, eski Tercüman yazarlarından, hatta baş muharrirlerindendi: Cihad Baban…

Tercüman’ın o günkü basımında bir yandan kabinenin tanışma toplantısına dair detaylar aktarılıyor ve anayasa oluşturulana kadar yürürlükte olacak yasalar beyan ediliyordu bu sayfalarda, öte yandan da Yassıada davalarına yer verilmeye devam ediyordu. Bazı davalar da yeni toplanan Meclis’e havale ediliyordu, 147’ler meselesi örneğin. İlerleyen günler de bu karmaşık ve sancılı süreci yansıtır nitelikte olacaktı… Ve Tercüman, her günü detaylarıyla kamuoyuna duyurmaya, tarihe belge bırakmaya devam edecekti.

Demirel: “Benim köküm Türk milletinin kalbindedir”

06 January 1965
6 Ocak 1965 günü Tercüman’da böyle bir manşet atılmıştı. Önceki gün AP Genel Başkanı Demirel, kendisine dair çıkartılan dedikodulara cevaben basına açıklama yapmış, iddiaları yalanlamıştı. Tercüman’ın tanıklığıyla o güne dönüyoruz.

6 Ocak 1965 günü Tercüman’da şöyle bir manşet atılmıştı. “Demirel: ‘Benim köküm Türk milletinin kalbindedir.’” AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, 5 Ocak 1965’te bir basın toplantısı yapmış, hakkında çıkarılan dedikodulara cevap vermişti. Dedikodular, genel başkanlık seçimini kazanmak için içeriden veya dışarıdan mali yardım aldığına yönelikti. Söylentiler, seçime hazırlanan Türkiye’nin siyasi gündemine oturmuş, tartışmaları da beraberinde getirmişti. Demirel, partinin ve kendisinin itibarı aleyhine olan iddialara dolayısıyla yanıt verme ihtiyacı duymuş; kamuoyuna kendini anlatmak için beyanat vermişti. Benzer durumlarda da yaşandığı gibi karşılık olarak meşruiyetini halktan aldığına yönelik cümleler kuruluyordu elbette.

Bu iddialara cevaben ise yaptığı basın açıklamasında hiç kimsenin adamı olmadığını, vatana hizmet için AP liderliğine getirildiğini, şahsına yapılan hücumlarla AP’nin yıpratılmak istendiğini ancak bu gayretlerin bir netice vermeyeceğini söylemişti. Demirel yaptığı açıklamayı şöyle devam ettirmişti: “Genel başkanlığı kazanmak için içeriden ve dışarıdan herhangi bir mali yardım görmedim. Hiçbir kartel veya hiçbir tröst ile ilgim yoktur. Bu gibi yayınlar AP’yi yıkmak içindir. Hakkımda haksız iddialarda bulunanlar, kendilerinin kimin adamı olduklarını açıklasınlar. Ben adaylığımı millete hizmet arzusuyla koydum. Türkiye’nin işlerini ve meselelerini ancak Türkiye’nin çocukları halleder. Türkiye, Kore ve Vietnam değildir. Şöyle, böyle olmasını isteyenler büyük bir hüsrana uğrayacaktır.”

Demirel açıklamalarında politikanın tezvir ve iftira olmadığını, hiç kimsenin tarizinden, hücumundan ve tezvirinden en ufacık bir füturu bulunmadığını vurgulamış; hedefin kendisinin değil, AP’nin olduğunu ifade etmişti: “Benim AP Genel Başkanlığına seçilmiş olmam böyle bir kampanyaya hedef olmama yetmiş ve artmıştır bile. Zira kimselere göre AP karışmalı, zayıflamalı ve parçalanmalıdır. Bu tezviratın hedefi esasen beni çok aşar.”

Tercüman’ın haberinde bu basın toplantısı önemli bir yer tutmuştu. Fakat ilk sayfasına taşıdığı diğer haberler de oldukça ilginçti. Irak petrollerinin yüzde beş hissesine sahip ve “Mister yüzde beş” diye tanınan Serkis Gülbenkyan, Türk vatandaşlığına kabul edilmişti, Sovyet Heyet Başkanı, B.M.M’deki konuşmasında “Kıbrıs’a ağır silah vermedik, vermeyiz” demesi Ankara’da tartışmalara yol açmıştı, bir mebusun öldürülmesi üzerine hovardalığı sebebiyle 40 kadın ifade vermiş, ölümü magazinsel bir olay hâline gelmişti. En ilginci -tabii 2025 yılından bakıldığında- kırsaldaki altyapı sorunlarına yönelik umutsuzluktu. “10 milyon köylü susuz, 20 milyonu da yolsuz” haberi altında şunlar yazıyordu: “Bayındırlık bütçesi için milletvekilleri ‘2500 yılında bile köylü yola kavuşamaz’ dedi.” İşaret edilen 2500 yılı, soruna yönelik umutsuzluğu yeteri kadar göz önüne seriyor gibi.

“Türkiye’de hastalanmaya korkuyorum”

26 November 1989
Tercüman’da 26 Kasım 1989 günü böyle bir manşet atılmıştı: “Türkiye’de hastalanmaya korkuyorum.” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın bu sözü, dönemin koşullarını gözler önüne seriyordu. 47. Türkiye Hükûmeti henüz kurulmuşken, siyasi hareketlilik hâlâ devam ediyordu. Gelin o günlere gidelim.

26 Kasım 1989… 26 Mart 1989 Türkiye Yerel Seçimleri’nin üzerinden sekiz ay geçmiş, seçim sonucunda yedi siyasi parti arasında %28,7 oranında oy olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) birinci parti olmuştu. Böylelikle SHP İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlıklarını kazanmıştı. 1984 Yerel Seçimleri ile kıyaslandığında oyları yaklaşık 20 puan gerileyen iktidardaki Anavatan Partisi (ANAP) ise SHP ve Doğru Yol Partisi’nin (DYP) ardından üçüncü olmuştu. ANAP açısından bu elbette bir hayal kırıklığıydı, belki hem kendisinin hem de belediye sakinlerinin…

31 Ekim’de ise Cumhurbaşkanlığı Seçimleri gerçekleşti; üçüncü tur oylamayla birlikte Başbakan Turgut Özal Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Böylelikle Başbakanlık görevinden ayrılarak, Ali Bozer’in başbakanlığına vekalet ettiği kısa bir dönemin ardından Yıldırım Akbulut’u yeni başbakan olarak atadı. 9 Kasım’da ise Akbulut başkanlığında 47. Türkiye Hükûmeti kurulmuş oldu.

Henüz her şeyin siyasi açıdan taze olduğu ve gerilimin yüksek olduğu böyle bir dönemde elbette kamusal alanda da sesler yüksek çıkıyordu. Tercüman’ın 26 Kasım 1989 tarihli manşeti de çıkan bu seslerin kargaşasını yansıtıyordu. Göze ilk çarpan ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmren Aykut’un acı itirafıydı: “Türkiye’de hastalanmaya korkuyorum.” Bu bir bakanın kurabileceği ama aynı zamanda ülkenin koşullarını da ortaya koyabileceği en korkunç cümlelerden biri olmalıydı. Haberin devamında hastalara doğru teşhis konulamadığını belirten Bakan, şunları söylemişti: “Hastanelerdeki yetersizlik yüzünden birçok hasta ölüyor. Beyin kanamalı hasta geliyor. Tomografi yok. Haydi taksiye bindirilip özel tomografi çekilen yere götürülüyor. Hâlbuki bu hastanın yaşaması için kımıldamaması lazım belki. O da yetmiyor, alıp yeniden anjiyo için başka yere gönderiliyor. Siz tam teşekküllü hastane kursanız, âlet edevat her şeyi alsanız, doktoru, hemşireyi, teknisyeni getirmediğiniz zaman zaten sağlık hizmeti veremiyorsunuz. Gidin Kırşehir’e, Niğde’ye bakın. Geçen gün ‘Kapatın bari bu hastaneleri’ dedim.” Durumun vahameti ortadaydı ve Bakan’ın sözleri bu vahametin ne derece devlet tarafından görüldüğünü gösteriyordu.

Hemen altındaki haberde ise “Bayındırlık Bakanı’nın şirketi, başına iş açtı” başlığıyla öne çıkıyordu. Haberin detayı şöyleydi: “Milletvekili olunca, kardeşiyle birlikte inşaat şirketi kuran Cengiz Altınkaya, bazı PTT ihalelerini aldı. Bakan olunca şirketteki hisselerini eşine devreden Altınkaya, eski şirketi Aydın’da iki yapı kooperatifinin paralarının üzerine yatınca üyelerin boy hedefi oldu.”

Bunlara ek olarak Yeni Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı bütçesine dair yaptığı görüşmeye yönelik muhalefet partililerden gelen eleştiriler Tercüman’da yerini bulunuyordu: “Cülusa çıkmadan ödeneğini artırdı.” Öte yandan İnönü’nün afişleri Diyarbakır’da yakılıyor; istifalara tepkiler yağıyordu.

Elbette bu kargaşada DYP Lideri Süleyman Demirel’in de sesi duyuluyordu. Partisinin önceki günkü mitinginde iktidarı eleştiriyor; “Yeni hükûmet şimdi neyi yapacak? Eskisi neyi yaptı ki yenisi neyi yapacak? Babası neyi yaptı ki oğlu neyi yapacak?” diyordu. Bedrettin Dalan ise “İktidar ve muhalefetin tabanı yok. Bir siyasi parti vitrinini yenilemiyor. Öteki için vatandaş ülkeyi idare edemez diyor. Muhalefet partilerinin hiçbirinin iktidar şansı yok” diyerek hem iktidara hem de muhalefete yönelik eleştirilerini dile getiriyordu.

Söylemler, yaşananlar, politik gerilimler, ekonomik ve sosyal sorunlar… Türkiye’de yaşam bir şekilde devam ediyordu.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...