Arap-İsrail Savaşı başladı
Altı Gün Savaşı olarak bilinen 1967 Arap-İsrail Savaşı, Tercüman’da ayrıntılarıyla takip edilmiş; başladığı günün ertesinde (6 Haziran 1967) okuruna siyasi ve askerî tüm gelişmeleri detaylıca aktarmıştı.
5 Haziran 1967 günüydü. Altı Gün Savaşı olarak bilinen bir savaş başladı. Mısır, Ürdün ve Suriye ile İsrail arasında gerçekleşen savaş; altı gün sürecekti. Adını da süresinden almıştı. Yıllardır süren (1956’daki Süveyş Krizi’nin etkisiyle) gerginlik, 1964’teki su sorunu, Samu Olayı, Tiran Boğazı’ndaki gemilerin geçişlerinde yaşanan problemler diğer siyasi sorunları da tetiklemiş, süreci savaşa doğru götürmüştü. Bu altı gün; İsrail’in Mısır’dan Sina Yarımadası’nı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni ve Filistin’den Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını işgal etmesiyle sonlanacaktı. 6 Haziran günü Tercüman, savaşın ilk anlarını manşetinde duyurmuş; cephelerdeki gelişmeleri, Mısır’ın Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın ve İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın savaşa dair sözlerini okuruna sunmuştu.
Ve onlar barışı göremediler
22 Eylül 1980’de başlayan bir savaştı İran-Irak Savaşı. Bu savaşın galibi yoktu, kazananı değil; bu savaşın sonunda katledilen yüzbinlerce insanın vicdanî yükü vardı. Sekiz yılın ardından 20 Ağustos 1988’de ateşkes ilan edilmişti. Barış ne kadar sürecekti, bu belirsizdi, hâlâ belirsiz. 2024’te bile. Orta Doğu’nun kanla sulanan toprağı, BM’nin o zaman da belli çıkarlar dâhilinde, göstermelik bir şekilde ilgi alanındaydı. Her ne kadar görevde olduğu söylense de…
Tercüman hem dünyanın hem ülkenin nabzını tutarken haberleriyle; bu katliama da sessiz kalmamıştı. Savaşın gerçekliğine dair her şey, tüm çıplaklığıyla sayfalarında yer bulmuştu. Yazıldığı gibi, savaşta “1 milyon insan boşu boşuna öldü… Geriye sadece ızdırap ve gözyaşı kaldı.” Ve hayat orada dondu. Tercüman bu savaşın tanıklığını, okurlarına yakın dünya tarihinde asla unutulmaması gereken fotoğraflarla sunuyordu. Oğluna veda eden bir babanın fotoğrafı beliriyor manşetin yanında ve altında yazıyor: “Cepheye gidiyor baba. Bırakmamacasına öpüyor yavrusunu. Bir daha görecek mi, geriye dönecek mi bilinmez.”
Bilmiyoruz, dönen var mı? Bugün, 3 Ekim 2024. 36 sene geçmiş bu savaşın ardından. Orta Doğu hâlâ kanla sulanıyor. Suriye’de binlerce insan iç savaşa; Rusya’nın, Amerika’nın da katkısıyla kurban gitti. Bugün İsrail önce Filistin’e, sonra Lübnan’a, şimdi de İran’a saldırıyor. Ölen milyonlarca, yüz binlerce insan var, çocuk var. Barış mümkün mü, gelecek mi bilmiyoruz. Ama geriye keder, gözyaşı ve kurumuş vicdan kalacak. Ve o insanlar barışı asla görememiş olacaklar.
Irak, İran’a savaş ilan etti
22 Eylül 1980’de yakın dünya tarihinde Körfez Savaşı olarak bilinen İran-Irak Savaşı başlamıştı. İki ülke arasında yaşanan sınır sorunları, mezhep çatışmaları, İran’ın Basra Körfezi’ndeki hâkimiyeti gerilimi arttırmış; Irak İran’da vuku bulan devrimin kaotik ortamından yararlanarak İran’a saldırmıştı. Ertesin gün Tercüman gazetesinde yayımlanan habere göre Irak, Tahran dâhil 7 havalimanını bombalamış; uçaklar tahrip edilmiş, Şat-ül Arab’da 8 İran hücumbotu batırılmıştı. İran ise Devlet Başkanı Beni Sadr’ın açıklamasına göre Irak’a ait 17 uçak, 6 helikopter, 21 tank ve 4 füze gemisini imha etmişti. Binlerce kişi hayatını kaybederken senelerce sürecek savaşı tüm dünyaya ilk olarak Ankara’daki Irak Büyükelçiliği duyurmuştu. Bu haber elbette ki iki ülkeye de sınırı olan Türkiye’yi ve dış politikasını etkileyecekti. Savaşın korkunç sesi, kamusal alanda duyulurken Tercüman gazetesi gelişmeleri anbean vermeye devam edecekti.
Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu
12 Eylül 1980 günü, saat 03.00… Türk Silahlı Kuvvetleri, Süleyman Demirel hükûmetine son verdi, yönetime el koydu. İlk iş olarak Millî Güvenlik Konseyi tarafından parlamento fesh edildi, siyasi partilerin bütün faaliyetleri durduruldu, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildi; Demirel, Ecevit ve Erbakan emniyet altına alındı, DİSK ve MİSK’in faaliyetleri durduruldu, yöneticileri ise tutuklandı, Genelkurmay Başkanlığında ekonomik konularla ilgili toplantılar yapıldı, bu toplantılarda ise Turgut Özal boy gösterdi, idari kademelerde değişikler yapıldı. Bu faaliyetlerin sembolik tarafı da ihmal edilmedi, Anıtkabir’e ziyarette bulunularak darbenin meşruiyetinin sorgu kapısı kapatıldı.
Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren, radyo ve televizyonda darbeyle ilgili kamuoyuna şu açıklamalarda bulundu: “Türk Silahlı Kuvvetleri en kısa zamanda Anayasa ve Seçim Kanunu hazırlayarak ve bunlara paralel düzenlemeleri müteakip özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kanunlarına dair bir yönetime, ülke idaresini devredecektir.” En ilginci de bu beyanatta “Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin ve milletin bütünlüğünü korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır” denilerek darbenin amacının bu ifadelerle belirtilmiş olmasıdır, ne acıdır ki binlerce insan bu söylemlerin ardından can verecektir; korku insanların düşün dünyasından çıkmayacaktır.
Bu zorunluluk ifadesi hem yerel gazetelerde hem de uluslararası basında özellikle vurgulanmıştı. 13 Eylül 1980 basımında Tercüman’ın ilk sayfası, tüm olan biteni aynı dil üzerinden veriyordu. Elbette biraz da mecburiyetten (belki de korkudan) kaynaklanan bir tutumdu bu. Kitle iletişim araçları, devletin ideolojik aygıtlarından biridir nitekim. Tercüman da bu alandan sıyrılmış değil dönem itibarıyla. Uluslararası basında yer alan söylemler de dolayısıyla bu meşruiyet alanını inşa etmek için kullanılıyordu: Federal Alman Radyosu “Harekât demokrasiyi engelleyen manialardan doğdu”; BBC “Milletlerarası kuruluşların yardımları devam edecek”, Fransız Radyosu “Ordu ikaz etmişti” bunlardan birkaçıydı. İlerleyen günlerde de bu anlatımlar devam edecekti. Mecburiyetin, dış siyasetteki yankısı bununla da kalmadı tabii, ABD maddi yardımlarını devam ettireceğini açıklarken darbe haberi NATO tarafından da sevinçle karşılanmıştı. Bu haber Türkiye'ye ne kadar sevinci, neşeyi getirdi, elbette tartışılır.