29 Mayıs sabahı Ayasofya'dan ezan sesleri duyulmalıdır

04 May 1964

4 Mayıs 1964’te Kıbrıs’ta Rumlar, Türklere karşı saldırılarına devam ediyorlardı. Yaşananlara tepkiler büyürken Rumlara, İstanbul’un fethi hatırlatılıyor; Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması gündeme getiriliyordu. Tercüman’ın tanıklığıyla o güne dönelim, şimdi.

Kıbrıs’ta çatışmalar devam ediyordu. Tercüman’ın 4 Mayıs 1964’teki haberine göre 3 Mayıs 1964’te Kıbrıslı “Rumlar çan sesleriyle taarruza geçmişlerdi.” 1 Türk bu saldırılar sonucu öldürülmüş, 3 kişi de yaralanmıştı. Dönem itibarıyla Paskalya zamanıydı, yapılan saldırıların sembolik tartışması din üzerinden temellendiriliyordu ama elbette düzlemi tamamen politikti. Tercüman, bu sembolik söylemler üzerinden şöyle bir okuma yapıyordu: “Rumların, Kıbrıs’taki cinayetleri bir Noel sabahı başlamıştı. Türkler gözü yaşlı, gönülleri yaralı bir Şeker bir de Kurban Bayramı geçirmişlerdi. Şimdi ise Rum saldırılarının, tedhişinin devam ettiği günlerde kilise çanları Paskalya için çalıyordu. Rumlar, bu Paskalya’ya kadar zafer kazanmak istiyorlardı.”

Buna karşılık gelecek olan sembolik değer ise Ayasofya’ydı. Bu sebeple hem kamuoyu ve resmî söylemde hem de gazete başlıklarında o dönem henüz müze olan Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılması, minarelerinden yeniden ezan sesinin yükselmesi gündeme gelmişti. Tercüman’ın yazarlarından biri olan Ali Rıza Alp, gazetenin ilk sayfalarında bu hususu olaylara verilen tabii refleksiyle şunları söylüyordu: “Ayasofya İstanbul’da Fatihlerin ilk namazı kıldığı camidir. Ezanlar Rumların çan ve haç hayallerini yıkacaktır. Ayasofya, ibadete açılmak için alakalarından lütuf, himmet, merhamet değil, sadece vazife ve kanunlarımızın, Anayasa’mızın teminat altına aldığı haklara karşı ‘vazife şuuru’ bekliyor.”

Ayasofya’nın ibadete açılması, yeniden cami olarak kullanılması zaman zaman gündeme gelmişti; ilerleyen zamanlarda da gündeme gelecekti. Ama buradaki arzunun ardında o günlerde yaşanan çatışmalar yatıyordu; sembolizmin en güçlü etkisi geçmişe verilen referanslarda bulunuyor, zaferin çağrısı bu referanslardan yapılıyordu. Tercüman da manşetine taşıdığı bu çağrıya “Fatih, fetih ezanı okutmuştu” başlığı altında Ayasofya’nın fotoğrafına yer veriyor, şu cümleleri kullanıyordu: “Ayasofya’nın Tanrı’ya uzanan minareleri onarılıyor. İstanbul’u sarhoş Bizanslıların elinden kurtaran, Türk yapan, Müslüman yapan fatihler, fethin ilk namazını Ayasofya Camii’nde kılmışlardı. Minarelerde ezanlar okunmuştu. Çanlar fatihlerin önünde susmuştu. Şimdi o minareler ezan sesine olan hasretlerini gidermek istiyor.”

Bu arzu ancak 2020’de gerçekleşecekti, Kıbrıs Barış Harekâtı’na ise daha 10 yıl vardı…

Osman Bölükbaşı’yı Kırşehir Emniyet Müdürü tartakladı

02 July 1957
2 Temmuz 1957’de C.M.P’nin Genel Başkanı Osman Bölükbaşı, Kırşehir’de halk tarafından ağırlanırken Emniyet Müdürü Reşat Erozan tarafından tartaklanmıştı. Olay hem halk hem de kamuoyunca tepkiyle karşılanmıştı. Tercüman’ın tanıklığıyla gelin, o güne dönelim, neler yaşandığına birlikte bakalım.

“Dün resmen vilayet olan Kırşehir’de mühim hadiseler cereyan etti.” Tercüman’ın 2 Temmuz 1957 tarihli yayını bu cümlelerle açılıyordu. Manşette ise “Osman Bölükbaşı’yı Kırşehir Emniyet Müdürü tartakladı” şeklindeydi. “Yapılan bu harekete sinirlenen halk, az daha Emniyet Müdürü’nü linç edecekti.” Peki, böylesine büyüyen bu vaka nasıl oluşmuştu? Neler olmuştu? Tercüman’ın muhabirlerinden Muammer Yaşar’ın bildirdiği haberin detayları şöyle: “Kırşehir bugün cereyan eden büyük, mühim bir hadiselerden sonra resmen vilayet oldu. Bayramda hazır bulunmak üzere Kırşehir’e gelen Osman Bölükbaşı halkın tezahüratı sırasında Emniyet Müdürü’nün fiilî müdahalesine maruz kalarak tartaklandı. Orada birikenler bu yüzden az kalsın Emniyet Müdürü’nü linç ediyordu. Halkı dağıtmak için uğraşan polisler bütün gayretlerine rağmen buna muvaffak olamadılar. Şehirde intizam bozuldu. Ve bayram programı tamamen alt üst oldu. C.M.P. Genel Başkanı halkın tezahüratı bahsinde Dahiliye Vekili Namık Gedik, Maarif Vekili Tevfik İleri, Sanayi Vekili Samet Ağaoğlu ve Devlet Vekili Celal Yardımcı’ya rekabet etti.” Peki devamında neler oldu?

Tercüman şöyle anlatıyordu: “Sabahın erken saatlerinden itibaren bayramı kutlamak için hazırlanan Kırşehirliler ile civar köy ve kasabalardan gelen binlerce vatandaş Ankara’dan gelecek olan misafirleri beklemek için Kırşehir vilayet hududundan itibaren yol boyunca gruplar hâlinde toplanmışlardı. Saat 8 sıralarında Osman Bölükbaşı’nın Kırşehir’e geldiği haber bütün şehre yayıldı. Hazırlanan programa göre, Dahiliye Vekili Namık Gedik, Maarif Vekili Tevfik İleri, Sanayi Vekili Samet Ağaoğlu ve Devlet Vekili Celal Yardımcı da beraberindeki heyetle birlikte saat 10 sıralarında Kırşehir’e geleceklerdi. Bölükbaşı da aynı saatte bekleniyordu. Saat 9’da Bölükbaşı beraberinde Kırşehir mebusları ve Genel İdare Kurulu azaları olduğu hâlde otomobille Kırşehir’e 75 kilometre uzaklıkta bulunan İğdebeli mevkiine geldi, burada bir müddet dinlenirken vekillerin yarım saat sonra İğdebeli’nden geçeceği haberi üzerine heyet Kırşehir’e müteveccihen hareket etti. Yola çıkıldıktan 20 dakika sonra önde bir trafik arabası olduğu hâlde vekillerin otomobilleri göründü. Vekillerden önce Kırşehir’e girmek isteyen Bölükbaşı’nın otomobili konvoyun önünde son hızla gidiyordu. Bir müddet böyle devam etti. Bir ara vekillerin otomobilleri C.M.P’lilerinkini geçti ve vekiller Kaman’da durdular. Burada kalabalık bir kütle Ankara’dan gelen hükûmet erkânını bekliyordu. Başta Namık Gedik olduğu hâlde diğer vekiller Kamanlılarla sohbet ederken Bölükbaşı’nın otomobili büyük bir süratle halkın arasından geçti ve yoluna devam etti. Önden giden bir trafik arabası otomobili durdurmak istediyse de buna muvaffak olamadı. Hadiseyi takip eden gazeteciler son hızla giden Bölükbaşı’nın otomobiline yetişmekte güçlük çekiyorlardı. Pek az sonra vekiller de Kaman’dan hareket ettiler. Bir trafik arabası Bölükbaşı’yı takip ediyor ve trafik polisleri gazetecilere durmalarını söylüyorlardı. Bir saat kadar devam eden bu kovalamacadan sonra Bölükbaşı Kırşehir vilayet hududundan içeri girdi ve burada Kırşehir müstakil Belediye Reisi Fazıl Yalçın tarafından karşılandı. Yolun iki tarafında toplanan büyük bir kalabalık Bölükbaşı’yı görünce sırayı bozup alkışlarla yanına geldiler ve otomobilden indirdiler. Halk Bölükbaşı’yı omuzlar üzerine almıştı. Binlerce Kırşehirli C.M.P. Genel Başkanı’nın elini öpmek için yarış ediyordu. Bölükbaşı halka sakin olmalarını alkışlamanın yasak olduğunu söyledi. ‘Hem bayram yapıyoruz diyorlar hem alkışı yasak ediyorlar. Bölükbaşı’nın gelişi üzerine alınan bu kararın manasını herkes anlar. Ellerin alkışı men edilse bile gönüllerin alkışı yasak edilemez.’ Bundan sonra C.M.P. Başkanı otomobiline binerek yola devam etti. Yolun biraz ilerisinde halkla beraber vekilleri karşılamak üzere bekleyen atlılar otomobili tekrar durdurdular. Bölükbaşı atlarından inen Kırşehir köylüleriyle kucaklaştı. Daha sonra da yollara dizilen sayısız kamyon ve otobüslere binmiş binlerce Kırşehirlinin coşkun tezahürleri arasında şehrin dış mahallelerine kadar geldi.”

“Şehrin giriş yolu üzerinde bulunan hükûmet hastanesinin önünde halk, Osman Bölükbaşı’yı otomobilden inmeye zorladı. Caddeyi dolduran kalabalık yüzünden hiçbir vasıta hareket edemiyordu. Bu yüzden C.M.P. Genel Başkanı etrafını dolduran kalabalık arasından yürümeye başladı. Bu sırada jiplere bindirilmiş kalabalık bir polis ekibi gelerek halkı dağıtmaya çalıştı. Polisin şiddet kullanmasına rağmen halk dağılmıyor ve Bölükbaşı’yı takip ediyordu. Tam bu esnada orta boylu ve şişmanca bir zat koşarak kalabalığı yardı ve C.M.P. Genel Başkanı’nı tartaklayarak otomobiline binmesini söyledi. Bu zat Kırşehir Emniyet Müdürü olan Reşat Erozan’dı. Bölükbaşı, Emniyet Müdürü’nün bu hareketine sinirlenmişti. Ellerini ve yakasını tutan Müdür’e ‘Çek elini, çek… Sen bir milletvekilini nasıl tutarsın… Sonra milletin intikamı göğün yere çökmesi gibi başına inebilir’ diye bağırdı. Emniyet Müdürü’nün Bölükbaşı’yı tartakladığını gören halk, Müdür’ün üzerine yürüdü, kalabalık arasında seçilemeyen bazı kimselerin Müdür’ü Bölükbaşı’nın yanından uzaklaştırmak için tekmelediği görüldü. Mnce polislere ‘arabasına bindirin’ diyerek emir veren Müdür hadisenin büyümekte olduğunu görünce Bölükbaşı’ya ‘kurban olayım ağabey otomobiline bin, ben de bu memleketin evladıyım’ dedi. Bölükbaşı halka dağılmasını rica ederek Emniyet Müdürü’nü muhakkak bir linçten kurtardı ve otomobiline bindi.”

Ardından tören alanına gelindi, tören gerçekleştirildi, tören için yüzlerce kurban kesilmiş, törende halk vekillere büyük bir tezahüratta bulunmuştu. Törenden sonra olanlar ise şöyleydi: “Tören sona ererken Emniyet Müdürü Bölükbaşı’nın yanına gelerek kendisinden özür diledi. Bundan sonra Bölükbaşı spor sahasını terk ederek öğle yemeğini müteakip Ankara’ya döndü.”

Tüm bunlar olurken “Bölükbaşı yarın sorguya çekiliyor” manşeti de dikkat çekiyordu. Manşetin ardındaki haber şöyleydi: “C.M.P. Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’nın sorgusu yarın yapılacaktır. Genel Başkan hakkında hazırlanan dosya ihmal edilmiştir. Bölükbaşı’nın yarınki sorgusunu müteakip tevkif edilmesi keyfiyeti hâlâ mevcuttur. Zira bilindiği gibi C.M.P. Genel Başkanı’nın teşriî masuniyetinin kalkmasına sebep olan suç, B.M.M.’ne hakarettir. Bu suç Ceza Kanunu’nun 19’uncu maddesi şümulüne girmekte ve tatbik edilecek ceza bir sene ilâ 6 sene arasında değişmektedir. Aynı zamanda suç ağır cezayı müstelzim bulunmakta ve işte bu bakımdan C.M.P. liderinin tevkifi muhtemel görülmektedir.”

Demirel “Kimseden yardım ve atıfet istemiyorum” dedi

24 June 1970
24 Haziran 1970… Türkiye’de yine gündem gergindi. 15-16 Haziran işçi olayları ile Örfî İdare ilan edilmiş; sendikalar ile politikacılar arasındaki kriz grevlerin uzamasına sebep oluyordu. Öte yandan Başbakan Süleyman Demirel’e yönelik birtakım iddialar ortaya atılıyordu. Gelin o günlere dönelim.

Tarih, 24 Haziran 1970. İşçi hareketleri ülkenin her yerini sarmıştı. İşçi hakları, iş verenler tarafından tarumar ediliyor, sendikalar ve sivil toplum örgütleri ile işçiler bu duruma direniyordu. Grevler, eylemler vasıtasıyla dile getirilen hak talepleri, ülkenin en zorlu mücadelelerinden birini oluşturuyordu. Zira çatışmaların boyutu, siyasileşiyor; DİSK ile dönemin politikacıları arasındaki gerginlik git gide artıyordu. O günün tanıklarından biri olan dönemin önde gelen gazetesi Tercüman’ın manşetlerinden biri “Halil Tun, DİSK ve Ecevit’i suçladı” başlığıyla atılmıştı. Bu başlık ile aktarılan haber, aslında gerilimin hatlarını o günün olayları içerisinde açık bir şekilde gösteriyor gibiydi: “Türk-İş Yönetim Kurulu tarafından yurdun çeşitli illerinde mitingler düzenleyerek olayların iç yüzünün ve işçi hareketi üzerinde ‘oynanmak istenen kumarın’ açıklanması kararı alınmıştır. Yönetim kurulunun kararlarını ve görüşlerini açıklamak üzere dün bir basın toplantısı yapan Genel Sekreter Halil Tunç, Sendikalar Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklerin yanlış anlatıldığını ileri sürmüş, DİSK’i bu arada, olaylardan sonra takındığı tutumdan dolayı CHP Genel Sekreteri Ecevit’i suçlamıştır. Tunç, sendikacılığın gelişmesi ile ilgili izahlarından sonra DİSK hakkında şunları söylemiştir: ‘Sendikalar Kanunu değişikliği aleyhinde bulunan DİSL ve ona bağlı kuruluşların iş kollarındaki işçilerin üçte birini dahi temsil etmediği kendi itiraflarıyla tescil edilmiştir. İtirazlara sebep olan noter vasıtasıyla istifa hususu Türk-İş tarafından ortaya atılan bir görüş değil, DİSK ve ona bağlı kuruluşların tüzüklerinde yer almıştır. Bu olayların teşvikçisi ve başlıca sorumlusu DİSK’tir. Hiçbir zaman Türk-İş ile dürüst mücadele metodunu seçmemiştir. Bu yüzden de güçsüzlüğün verdiği asabiyet içinde hareket etmektedir. 5 yıllık faaliyetleri sürecince 36 iş kolundan 35’inde işçinin itimadını kazanamamış bulunan DİSK kurucusu isim babası ve hamisi TİP gibi Türk işçisinden itibar görmemiştir. DİSK’in grev gücü yoktur, işgalle, boykotla hak almaya çalışmıştır.’”

Tercüman’ın manşetine taşıdığı bir diğer habere göre, Esnaf-Sanatkârlar Konfederasyonu Türk-İş’i desteklediğini bildirmişti. Haber şöyleydi: “Sıkıyönetimin ilanından sonra grev ve direnişte bulunan işçilerden İstanbul’da İzsal Döküm Sanayi Fabrikası dışında kalanlar çalışmaya başlamışlardır. İzsal’da çalışan 650 işçi, komutanlığın ‘Örfi İdare ilan edilmeden önce greve başlamıştık’ demektedirler. Saat ücretlerine 100 kuruş zam isteyen işçiler ‘7 Nisan’dan bugüne kadar grevdeyiz. İstediğimiz verilsin çalışmaya başlayalım’ demişlerdir. Öte yandan Derby Lastik Fabrikası işçileri dün sabah iş başı yamamışlar ancak saat 13.00’ten itibaren tekrar çalışmaya başlamışlardır. 15 Haziran olaylarına öncülük ettikleri iddiası ile İzmit’te yakalanan 31 işçi, askerî makamlara teslim edilmişlerdir. Askerî cezaevinde muhafaza edilen bu şahısların İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanacakları belirtilmiştir.”

Ülke bu haberlerle doluyken bir yandan Başbakan Süleyman Demirel hakkında soruşturma hazırlığı yapılıyordu. AP Ortak Grubu Başbakan Demirel hakkındaki iddiaları incelemek üzere TBMM Soruşturma Komisyonu’nun çalışmalarının devam etmesine karar vermişti. Bunun üzerine Demirel ise “Kimseden yardım ve atıfet istemiyorum” demişti. Haberi Tercüman manşetine taşıyarak detaylarına yönelik şöyle yazmıştı: “AP Ortak Grubu, dün yaptığı toplantıda Başbakan Demirel hakkındaki iddiaları incelemek üzere kurulmuş olan TBMM Soruşturma Hazırlık Komisyonu’nun çalışmalarına devam etmesine karar vermiştir. Bugün yapılacak olan TBMM toplantısında, grup olarak bu yolda oy kullanılacak ve daha evvel istifa etmiş olan, Soruşturma Hazırlık Komisyonu Başkanı İzmir Milletvekili İhsan Gürsan’ın yerine AP Niğde Milletvekili Naci Çerezci aday gösterilecektir. Demirel, grupta Soruşturma Hazırlık Komisyonu’na yapılan seçimden sonra söz almış ve şunları söylemiştir: ‘Bu zamana kadar 132’inci maddesiyle ilgili çeşitli münakaşalar yapıldı. Bu münakaşaların büyük çoğunluğu AP Genel Başkanı ve Başbakan olarak beni tahrip etme hedefine yöneldi. Bir hukuk meselesi münakaşa edilirken kaçtı, sığındı gibi istismarlar yapıldı. Hâlbuki 19. dava açılmış, herkesin söylediğini ispat fırsatı bol bol verilmişti. Kimse ortaya çıkmadı. Ve şu ana kadar bir delil ortaya koyamadı. Arkadaşlarımdan ricam şudur: Mesele hiçbir şekilde uzatılmamalı ve bize atfedilecek sebeplerden dolayı sürüncemede bırakılmamalıdır. Tetkikat bir an evvel yapılıp bir neticeye başlanmalıdır. Daha evvel de söylediğim gibi kamu hizmeti görüp de iftira ve karalarına maruz kalan tek kişi ben değilim. Beni korumanızı istemiyorum, kimseden atıfet de istemiyorum. İstediğim tek şey, adaletin ve hakkın tecellisidir. Şimdi, herkesi, dünya âlemi tekrar davet ediyorum. Herkes ne biliyorsa söylesin, söylemek kâfi değil, ortaya delil koysun. T.C. Hükûmeti Başbakanı olarak namus, fazilet ve şeref planında isnatta bulunup, kendine güvenen herkesle boy ölçüşmeye hazırım. Hiçbir füturum yoktur.”

Siyasi gündemin yanında başka sorunlar da yaşanmaktaydı. Arkeoloji Müzesi Hazine Dairesi soyulmak istenmişti. Şebeke olduğu sanılan meçhul şahıslara toplum polisi ateş açmış, sanıklar da kaçmıştı. Tercüman’ın haberi şöyle: “Dünyanın en zengin tarihî eserlerinin korunduğu İstanbul Arkeoloji Müzesi dün gece yarısı soyulmak tehlikesi atlatmıştır. Büyük bir şans eseri olarak gece bekçisinin dolaşması sırasında ortaya çıkan hadise sonunda soyguncu tahmin edilen şahıslar 10 metrelik duvardan atlayarak kaçmışlardır.”

Örfi İdare!

17 June 1970
15-16 Haziran 1970 işçi olayları neticesinde çatışmalar yaşanmış, İstanbul ve Kocaeli’nde bir ay süre ile Örfi İdare ilan edilmişti. Gelin o günlere Tercüman tanıklığıyla dönelim.

1970’te çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan bir tasarı gündeme gelmişti. Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin iş birliğiyle önce meclis, ardından da senatodan geçen tasarı, işçiler ile DİSK’li sendikacıların ve yöneticilerinin tepkilerini çekmişti. Bu tepkiler 15 Haziran 1970 sabahı İstanbul’un belli başlı merkezlerinde gerçekleşen yürüyüşlerle somutlaşmaya başlamış, ardından yürüyüş Kocaeli’ne doğru ilerlerken hareket git gide büyümüştü. Bu yürüyüşler arasında işçiler, DİSK ve DEV-GENÇ temsilcileri ile polis ve askerler birbiriyle çatışmıştı.

“İşçilerin asker ve polisle çatışması sonunda 1 polis, 2 işçi öldü, yüzlerce yaralı” detayıyla Tercüman olayı aktarırken, çatışmanın neticeye ermesi adına verilen Örfi İdare karar ilanını da duyurmuştu. 17 Haziran 1970'te yayımlanan haberin içeriği şöyleydi: “274 ve 275 sayılı kanunların Meclis’ten çıkan yeni şeklini protesto gayesiyle DİSK’in önceki gün bazı iş yerlerinde başlattığı direnme hareketi dün rengini değiştirmiş, rejime karşı ideolojik bir havaya bürünen olaylarda tahrik edilen işçiler, asker ve polisle çatışmış, Hüseyin Kahraman adında bir polis, Yaşar Yıldırım ve Abdurrahman Bozkurt adlarında iki işçi ölmüş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır. Olaylar üzerine İstanbul ve Kocaeli’nde bir ay süre ile Örfi İdare ilan edilmiştir. Komutanlığına da 1. Ordu Komutanı Orgeneral Kemal Atalay getirilmiştir. Son yıllarım en karışık ve kanunsuzluklarla dolu gününü yaşayan İstanbul’da kanlı olaylar yüzünden uçaklar devriye uçuşları yapmış, zırhlı birlikler caddeleri doldurmuş, köprüler açılmış, vapur seferleri iptal edilmiş, hayat felce uğramıştır. Bu arada bilhassa Fenerbahçe ve Levent’te olan silahlı çatışmada kan dökülmüş, halk korkulu ve heyecanlı anlar yaşamıştır.”

Tercüman muhabiri Tokay Gözütok ise şöyle aktarmıştı durumu: “Kan, barut, ölüm Kadıköy’ü cehenneme çevirmişti” başlığıyla “Cehennemden geliyorum…’Kadıköy Cehennemi’nden geliyorum. İstanbul’un sevgilisi Kadıköy bir cehenneme dönmüştü. ‘Koşuyolu Cehennemi’nden geliyorum. Ve bu cehennemden yediğim sopalar taşlar hariç nasıl sağ salim kurtulduğuma hâlâ hayret ediyorum… Allah’a şükrediyorum….”

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...