“12 Eylül olmasaydı, Taksim ‘kızıl meydan’ olacaktı”

05 November 1982

12 Eylül 1980 Darbesi ile birlikte ordu tarafından Anayasa da feshedilmişti. 18 Ekim 1982’de kabul edilen yeni Anayasa ise Kenan Evren tarafından şehir şehir gezilerek halka tanıtılmış; 7 Kasım’daki referanduma hazırlanılmıştı. Geziler tamamlanırken Tercüman’da akisleri 5 Kasım’da böyle duyuluyordu.

12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri, yönetime el koymuş; TBMM’nin ve Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu hükûmetin faaliyetlerine son verilmiş, birçok siyasi parti kapatılmış, siyasi faaliyetler yasaklanmış, binlerce kişi gözaltına alınmış ya da tutuklanmış, anayasa ise askıya alınmıştı. Türkiye siyasi tarihinde derin izler bırakan bu askerî darbe ile sadece yönetim değil, yasama yetkisi de ordu tarafından ele geçirilmek istenmiş ve 12 Mart 1971 Muhtırası ile değişime uğrayan 1961 Anayasası yürürlükten kaldırılmıştı. Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren, artık devlet başkanıydı. Böylelikle Evren başkanlığında Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı’ndan mürekkep bir Millî Güvenlik Konseyi kurulmuştu. Böylelikle yeni rejimin hukuki temeli, bu konseyin onayından geçen yeni Anayasa ile atılacaktı.

Öncelikle Danışma Meclisi, kendi üyeleri arasından 15 üyeden oluşan bir Anayasa Komisyonu seçmişti ve 23 Ekim 1981’de açılan bu meclis tarafından Anayasa hazırlanmaya başladı. Hazırlanan bu yasa ise 18 Ekim 1982’de Millî Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildi. Fakat asıl mesele, halkın bu Anayasa’yı tanıtılması, onayına sunulmasıydı. Bunun için de çeşitli illerde Anayasa’yı tanıtmak adına Kenan Evren konuşmalar düzenliyor; halkı referanduma hazırlıyor ve oy kullanırken “evet” anlamına gelen beyaz oyu vermesi için halkı telkin ediyordu.

İşte Anayasa’nın kabulünü ve Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olarak seçilmesini onaylayacak olan bu referandum için yapılan gezilerin gerçekleştiği günlerden biriydi 5 Kasım 1982. İstanbul ve Eskişehir’de yeni Anayasa anlatılmış; darbenin meşruiyeti devlet söylemi üzerinden sağlanmaya çalışılmıştı. Tercüman’ın manşetine taşınan bu söylem siyaseti, kamusal alanın her yerine aksediyordu. “12 Eylül olmasaydı Taksim ‘kızıl meydan’ olacaktı!” bir tehdidin ve sözde kurtuluşun ifadesini taşıyordu. Evren, “Bu meydanda az mı vatandaş kanı akıtıldı? Artık o günler geride kaldı” derken darbenin kanlı yönüne elbette temas etmeyecekti. Darbenin özgürlükleri baskılayıcı yanından ise bir tedbir olarak bahsediyordu. Bu tedbirlerin “aşırı uçlarla aynı paralele gelen” yayınlara karşı alındığını söyleyen Evren, “Bugüne kadar basın hürriyetinin ne kadar kötüye kullanıldığını gördünüz” cümleleriyle de yapılan baskıcı uygulamaları halk nazarında meşru göstermeye çalışıyordu. Tercüman’ın da dolayısıyla tersini söylemesi imkânsızdı. Basın tarihinde yaşanan bu baskıyla birlikte önemli gazetecilerin kaybı da Tercüman’da yankı buluyordu tabii o günlerde. Bir yandan Adil Ilıcak ve Burhan Felek gibi Türk basınının önemli isimlerinin vefat haberleri birbiri ardına geliyor; diğer yandan referanduma giden günlerin gerilimli atmosferi Tercüman’ı da etkiliyordu.

Evet, Anayasa maratonu bitiyordu, bu geziler referanduma giden günlerin sonuna tekabül ediyordu. İki gün sonra, yani 7 Kasım 1982’de yapılan referandumda %91,37 “evet” oyuyla Anayasa kabul edilmiş oldu. Ardında bu gezileri, söylemleri, izleri bırakarak…

“Sokak DİSK’e bırakılmadı”

01 May 1980
1 Mayıs 1980’de birçok şehirde sıkıyönetim ilan edilmesi sebebiyle İşçi Bayramı’nın kutlanması yasaklanmıştı. Gelin o günlere Tercüman’ın tanıklığıyla birlikte bakalım.

Tarih 1 Mayıs 1980… O güne değin 1 Mayıs en son 1978’te kutlanmıştı. Fakat 19-26 Aralık 1978’te yaşanan Maraş Katliamı’ndan sonra başta İstanbul olmak üzere bazı illerde sıkıyönetim ilan edilmişti. O yıl iktidarda CHP bulunuyordu… 1980 ihtilalinden önce de AP hükûmeti yönetimdeydi. 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi henüz gerçekleşmemiş olmasına rağmen birçok ilde sıkıyönetim söz konusuydu. İşçi ve öğrenci hareketleri, sağ-sol çatışmaları ve siyasi gerilim had safhadaydı.

DİSK Genel Sekreteri ve 1 Mayıs Komitesi Başkanı Fehmi Işıklar 15 Mart 1980 günü yaptığı açıklamada, 1 Mayıs’ın 1980 yılında işçi sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak DİSK’in önderliğinde İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon, Bitlis ve Mersin’de kutlanacağını belirtmişti. DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk de DİSK Yürütme Kurulu ve Başkanlar Konseyi adına 5 Nisan 1980 günü “1 Mayıs’ların kutlanması işçilerin, emekçilerin temel hak ve özgürlüklerinin başında gelmektedir. Ancak siyasi iktidar şimdi bu temel hakkı da tamamıyla ortadan kaldırmak istemektedir. Siyasi iktidar bugün ilan ediliş̧ gerekçesi dışında çalışmaya itilen sıkıyönetimin ardına gizlenerek 1 Mayıs’ları engellemeye çabalamaktadır. Sıkıyönetimler 1 Mayıs’ların engellenmesi için kullanılamaz” açıklamasında bulunmuştu.

Fakat başta İstanbul olmak üzere pek çok ilde Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Mayıs kutlamalarını yasakladı. Buna rağmen DİSK Yürütme Kurulu 30 Nisan’da işçilere 1 Mayıs’ta çalışmama çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine 30 Nisan’da bazı iş yerlerinde iş yavaşlatıldı veya durduruldu. Bu eylem sebebiyle de DİSK yöneticileri gözaltına alındılar. 30 Nisan eylemleri İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere çeşitli kentlerde etkili oldu ve sosyalist/komünist yapılanmalar bu eyleme destek verdiler. Bazı fabrikalarda üretim durdu, belediye hizmetlerinde aksamalar yaşandı. 30 Nisan direnişi git gide büyürken gözaltına alınanların sayısı 2000’i buldu.

Sıkıyönetim ilan edilmeyen şehirlerde ise 1 Mayıs mitinglerle kutlandı. Örneğin Mersin’de 1 Mayıs mitingine yaklaşık 50.000 kişi katılmıştı ve olaysız sona ermişti. Fakat İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1 Mayıs olaysız geçmedi.

Tercüman 1 Mayıs 1980 tarihli yayında olayları “Sokak DİSK’e bırakılmadı” başlıklı haberiyle şu şekilde aktarmıştı: “Baştürk ve 6 DİSK yöneticisi gözaltına alındı. Alınan çok sıkı tedbirler üzerine militanlar, eylemlerini iş yerlerinde direnişler şeklinde sürdürdü. Güvenlik kuvvetleri, ateş açan 2 DEV-SOL militanını öldürdü. Boykot yapılan okulları boşalttı, kapatılan iş yerlerini açtırdı. İstanbul, Ankara ve İzmir’de komünist gruplar, belediye otobüslerinin büyük kısmını bir süre çalıştırmadılar. Okullarda boykot yaptırıp bankalar dâhil birçok iş yerinin açılmasını engellediler. İzmir’de bazı bankalar bombalandı… Mersin Valisi, bugünkü DİSK mitinginde İstiklal Marşı’ndan başka marş söylenmesini ve Türk bayrağından başka bayrak taşınmasını yasakladı. Bugün 32 ilde gösteri yapılması yasaklandı 58 il ve ilçede mitinglere izin verildi.”

“DİSK’in direniş kararı yasa dışıdır” diyen CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in olaylarla ilgili açıklamasını da şu şekilde sayfasına taşımıştı Tercüman: “CHP lideri ‘Mersin’deki mitinge CHP’li parlamenterlerin katılmaya hakları yoktur. 25 CHP’li parlamenterin 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması istediğini solculuk saymalarını yadırgadım” dedi. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit dün DİSK’in direniş kararını yasa dışı olarak niteledi ve CHP’li işçilerin direnişe katılmamasını istedi. 1 Mayıs konusundaki gelişmeleri değerlendirmek için toplanan CHP Genel Yönetim Kurulu toplantısından sonra bir basın toplantısı düzenleyen Ecevit, direniş uygulanan İstanbul, Ankara, Mersin ve Adapazarı Belediye Başkanvekilleri ile görüştüğünü belirtti.”

Ortalık yangın yeriyken o esnada MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile Başbakan Süleyman Demirel’in birlikte “altı ve üstü kızarmış kadayıf” yiyor, fotoğrafları Tercüman’da ilk sayfada yer alıyordu. “Demirel, Erbakan’dan Bilgiç için destek istedi” başlığıyla buluşmanın detayları şu şekilde aktarılıyordu: “Başbakan ve AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı ziyaret ederek, cumhurbaşkanı adayı Sadettin Bilgiç’in MSP Grubu tarafından desteklenmesini istedi. Erbakan 45 dakika süren görüşmeden sonra yaptığı açıklamada neticeye gidilmesi için AP oylarının noksansız toplanmasının ön şart olduğunu belirtti.” Vurgulanan noktalar ise ilginçti: “45 dakikalık görüşmeden sonra Erbakan, bütün AP’lilerin Bilgiç’e oy vermesinin sağlanmasının gerektiğini bildirdi. MSP Lideri, Başbakan’a ikram ettiği kadayıf dağıtılırken ‘Bilgiç’e de ayırın, onun düğün merasimi için toplandık buraya’ dedi. 54. turda Bilgiç ilk defa Batur’u geçerek 250 oy aldı. Batur’a ise 240 oy çıktı.”

1 Mayıs, işçinin bayramı olarak anılmaktan uzak bir şekilde geçerken Zeki Müren’in Paris’te yaptırdığı estetik ameliyatlar da gündemin bir parçası olarak hatırımızda kalıyordu tabii.

Radyasyon paniği

30 April 1986
26 Nisan 1986’da Ukrayna’nın Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali’nde büyük bir nükleer patlama gerçekleşti. O günlerde Sovyetler, patlamanın boyutlarını uluslararası kamuoyundan saklasa da yaşananlar, dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Tercüman’ın eşliğinde o günlere bakıyoruz.

26 Nisan 1986’da Sovyetler Birliği’ne bağlı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Pripyat şehri yakınlarında Çernobil Nükleer Santrali’ne nükleer bir kaza meydana geldi. Kaza Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği’ne göre bugüne kadar meydana gelen en büyük nükleer kazalardan biri olarak değerlendirilir. Kaza, santralin 4 numaralı reaktörde yapılan sistem testi esnasında yaşanmıştı. Yapılan testler olası bir elektrik kesintisinde sistemin çalışıp çalışmadığına yönelikti. Ardı ardına yapılan üç testin başarısız olması sonucunda güvenlik testinin yeniden yapılması istendi. 10 saat öncesinde reaktör gücü tam güç olan 3200 MW’den 1600 MW’ye düşürüldü. O gece de xenon gazı reaktörü zehirledi ve reaktörün gücü test parametresi olan 700 MW’nin altına düştü. Bu durumu düzeltmek isteyen mühendisler gücü tekrar artırmak için talimatlara aykırı bir eylem olarak reaktördeki kontrol çubuklarını çıkarttılar. Fakat güç arttırılamadı. Acil durum butonuna basılmasıyla birlikte kontrol çubuklarının grafitten yapılması sonucu beklenmeyen bir tepkime yaşandı. Ardından da nötron moderatör ile hava arasındaki grafitin birleşmesi söz konusu olunca nükleer çekirdekte bir patlama meydana geldi. Böylece Pripyat başta olmak üzere geniş bir coğrafyaya yüksek derecede nükleer serpinti bulutu yayıldı. Bu serpinti bulutu ise Sovyetler Birliği’nin batısı ile Avrupa’ya ve Karadeniz üzerinden Türkiye’ye sürüklendi. Patlama sonucunda yaklaşık 4.000 kişi doğrudan ölürken, on binlerce kişi de kansere yakalandı.

Peki, patlamanın ilk günlerinde Türkiye’de neler yaşandı?

Yaşanan bu elim olay, Sovyetler Birliği tarafından 3 gün sonra uluslararası kamuoyuyla paylaşılmıştı. Tercüman, o günlerde (30 Nisan 1986’da) şu manşeti attı: “MOSKOVA: ‘FELAKETLE KARŞI KARŞIYAYIZ’”

“RADRASYON PANİĞİ” başlığı altında haberin detayları şöyle veriliyordu:

“Sovyetler’deki nükleer kaza Avrupa’da paniğe yol açtı. Türkiye için henüz bir tehlikenin söz konusu olmadığı açıklandı. Sovyetler, nükleer kaza sırasında iki kişinin öldüğünü ve bölgedeki on binlerce kişinin evlerinin boşaltıldığını açıkladılar.

İki bin kilometre: İsveç’e kadar ulaşan radyasyon serpintileri 2 bin kilometrelik bir alanı etkiledi.

Kor yanması: Nükleer santraldeki yangının ‘kor yanması’ veya ‘çin sendromu’ diye bilinen nükleer kaza olabileceği belirtilerek, bunun atom bombasından daha tehlikeli olduğunu kaydediyor.

Suçlama: Nükleer kazanın cumartesi günü Çernobil Santrali’nde meydana geldiğini belirten İsveçli ve Danimarkalı yetkililer, Sovyetler’in olayı 3 gün sonra açıklamalarının anlaşmalara aykırı olduğunu bildirdiler.

Teknolojik gerilik: Olay, Moskova’nın atom santralleri teknolojisinde geri olduğunu, buna rağmen santralleri devreye sokmak için acele ettiğini ortaya koyan bir gelişme olarak değerlendiriliyor.”

İlkler ve sonlar bir araya geldiler

24 April 1970
23 Nisan 1970’te TBMM’nin kuruluşunun 50. yıl dönümü kutlandı. Birinci Meclis’ten o gün hayatta olan 7 eski üye ile hâlihazırda görev yapan meclis azaları 23 Nisan kutlamalarında birlikte yer aldılar. Gelin Tercüman’ın tanıklığı ile ilk ve sonların buluşmasına yakından bakalım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun üzerinden yarım asır geçmiş, ulusal egemenliğin inşası ve verilen mücadelenin etkisi her daim yürekte taşınan bir onur olarak hatırlanmıştı. 23 Nisan 1970, 50. yıl dönümüydü meclisin. Yapılan törenler ve kutlamalar da hem hâlâ genç hem de yarım asrı bu egemenliği koruyarak tamamlamış meclisin gururlu duruşuyla geçiyordu. Elbette geçen süre içinde bir darbenin ve siyasi pek çok karmaşanın izi mecliste hâlâ mevcuttu. Fakat bu izler, her gelecekte daha da artacaktı…

O gün Birinci Meclis ile On Dördüncü Meclis üyeleri ilk meclis binasında bir araya gelmişti. O tarihî anlar, ertesi gün (24 Nisan 1970) Tercüman tarafından “‘İlk’ler ve ‘Son’lar bir araya geldiler” manşetiyle duyurulurken öne çıkarılan şu detay bir vefayı dile getirir gibiydi: “Yoklama yapılırken Atatürk’ün adı okununca herkes ‘Burada’ dedi.” Şu bilgi de dikkat çekiciydi: “50 yılda 4909 toplantı ile 9103 kanun çıktı. 4095 kişi milletvekili oldu.”

 Tercüman, törenin detaylarını şu şekilde ilk sayfasına taşıdı. TBMM’nin kuruluşunun 50’nci yıl dönümü dün Ankara’da yapılan törenlerle kutlanmıştır. Hayatta bulunan 13 Birinci Meclis üyesinden yalnız 7’sinin katıldığı sabahki tören, saat 10.20’de Anıtkabir’de yapılmıştır. Bu törene Senato ve Meclis Başkanları, Bakanlar Kurulu üyeleri, eski mecliste görev almış memur ve gazeteciler ile partiler temsilcileri de eşlik etmişlerdir. İkinci tören öğleden sonra 14.45’ten itibaren Birinci Meclis binasında yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Sunay ile birlikte sabahki törene katılan zevatın iştirak ettikleri bu toplantıda yoklama yapılmış, hayatta bulunan ve salonda hazır olan üyeler ‘Burada’ diye karşılık vermişlerdir. O zaman Ankara Mebusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi okunduğu zaman topluca ‘Burada’ diye cevap verilmiştir.”

Peki, ilklerden kimler oradaydı? “Törene iştirak edecek olan kortej sıralandığı zaman herkes, hemen eski üyeleri aradı. Gelenler, A. Fevzi Erdem, Yasin Kutluğ, Fahrettin Altay, Hüseyin Aksu, Yasin Haşimoğlu ve Tevfik Rüştü Aras idi. İsmet İnönü daha evvel gelmiş, Anıtkabir’in girişinde oturduğu iskemlede, korteji beklemeye koyulmuştu. Bugün hayatta bulunan 13 Birinci Meclis üyesinden Celal Bayar, Refik Koraltan, A. Ferit Tek, Abdülgani Ensari, H. İbrahim Özkaya ile Ali Kılıç törene gelmemişlerdi. Fahrettin Altay, İnönü’nün koluna girip ‘Paşam, bizi yeni Meclis’e sokmadılar, eskisini münasip görmüşler. Müzelik olduk demek ki’ dedi.”

Aktarılan bu detaylar, gelen ve gelmeyenlerle birlikte oldukça ilginç, bir o kadar da kıymetliydi.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...