Tercüman Arşivi: 20 November 1983
05 June 2024

Hisle değil akılla

Şevket Rado, 20 Kasım 1983’te Tercüman’da kaleme aldığı yazısında Turgut Özal’ın Başbakan olarak seçilmesini ve ANAP’ın iktidara gelmesini yorumluyor; demokrasi adına iktidar ve muhalefet partililerinin bir iş birliği içinde olmaları gerektiğini vurguluyor.

Başlangıçlar daima güzel olur. Onun için bir işin iyi başladığını gören yaşlı başlı kimseler pek sevinemezler de “Allah sonunu hayırlı etsin” diye dua ederler.

Demokrasiye de yeniden başlıyoruz. Önümüzde açılan geniş yolda ilk adımlarımızı atmaya hazırlanırken, politikacılarımızdan hep güzel sözler dinliyoruz: Kalplerimizde hâlâ bir yara gibi duran mazi, liderlerin söylediklerine göre bir daha asla tekrar edilmeyecektir. Liderler, memleket davaları bahsinde birlik ve beraberlik içinde olacaklarından kimsenin şüphe etmemesi gerektiğini tekrar edip duruyorlar. İktidar partisi lideri sonsuz bir başarma azmiyle yola çıktığını söylemektedir. Muhalefetin bir kanadı bu yeni devrede özlemini çektiğimiz dürüst muhalefetin nasıl olacağını millete göstermek istediğini belirtirken, öteki kanat asla yıkıcı olmayan, daima yapıcı bir muhalefeti sürdürmek kararında olduğuna inanmamızı istiyor.

Güzel sözler bütün bunlar! Güzel, çünlü şimdi “akıl” konuşmaktadır. Her badireden, başa gelen her kazadan sonra akıl bir müddet kafalara hâkim olur. Ama sonra akıl bir kenarda kalıp hisler yeniden hâkim olunca acaba politikacılarımız, başlangıçta gösterdikleri bu makul tutumu koruyabilecek, aklın gösterdiği yoldan ayrılmamayı başarabilecekler midir?

İnşallah öyle olsun, diyoruz! Çünkü bizler, başka bir yerde de söylediğim gibi, fazla hisli insanlarız; Şarklı tarafımız henüz törpülenmemiştir. Hassas olmak şüphesiz bir kusur sayılmaz, hatta bazı hâllerde meziyettir de. Hiçbir şeye aldırış etmeyen, dümdüz bir hissizlik, karşılıklı ilişkilerde kabalıkları, dolayısıyla kırgınlıkları çoğaltır. Histen yoksun insanlarla konuşmanın bir tadı olmaz. Sırf akılla hareket yaşamayı kurulaştıracağı için hislerin inceliğiyle bu kuruluğu biraz nemlendirmek mümkün olabilir. Nitekim kadınların tatlılığı, yumuşaklığı her şeyden önce hisleriyle hareket etmelerinden ileri gelmiyor mu?

Ama unutmayalım ki kadınları yüzyıllar boyunca toplu yaşamanın bir kenarında bırakan sebeplerden biri de onların hislerine fazla bağlı olmaları, dolayısıyla “zayıf” sayılmalarıdır. İnsanlar gerektiği zaman aklı hâkim kılabilirlerse “kuvvetli” olabilirler. Nitekim zamanımızda kadınlar hisli olmayı bir yana bırakıp da akıl yoluna girdikleri ölçülerde hayatta değerli mevkiler elde ediyor, erkeklerle aralarındaki farkı azaltmayı bu sayede başarabiliyorlar.

Esefle söylemek gerekir ki iş hayatımızda olsun, politik hayatımızda olsun, hatta politikanın partiler arası ilişkilerinde olsun zaman zaman beliren karışıklar, dargınlıklar, kavgalar, hizipleşmeler erkekler arasında da hemen daima hissî sebeplerden ileri gelmektedir. Aynı işte beraber çalışan, yani bir işin iki ucundan beraberce tutmuş işi adamdan biri ötekinden beklediği ilgiyi görmediği, onun tarafından okşanmadığı veya yaptıkları beğenilmediği zaman oturup rahatsızlığa yol açan meseleyi karşı karşıya görüşecekleri, daha doğrusu aklın gösterdiği yola beraberce gidecekleri yerde, hislerine mağlup olarak birbirine darılmakta, hatta bu sefer dostluğu da unutup birbirine düşman kesilebilmektedirler.

İnsanlar mutlaka hata işliyorlar, bundan tamamıyla sakınmak mümkün olamıyor. Ama bir gayeye doğru beraber yürüyen insanlar, hissî sebeplerle hatada ısrar edecekleri yerde bunun bir daha tekrarlanmaması için gereken tedbirleri alamazlarsa selamete çıkamazlar. Bu da darılmakla, gücenmekle değil, aklın icab ettirdiğini yapmakla olur.

İşte bizim iş hayatında da politika hayatında da henüz yapamadığımız, işe başlarken yapmaya çok kararlı göründüğümüz hâlde hadiseler ortaya çıktıkça yapmayı başaramadığımız budur. Yaradılışımız bakımından hislerimize fazla bağlı olduğumuz için bizi daima doğru yola götürecek tek rehber olan aklı zaman zaman ihmal ediyor, hislerimizin bizi sürüklediği doğrultuda yol almaktan kendimizi kurtaramıyoruz. Sonunda doğru yapmadığımızı, böyle olmaması gerektiğini anlıyoruz ama ne çare ki iş işten geçmiş, testi kırılmıştır. Kırılan testileri tamir etmek de kolay olmamaktadır.

Pek sevdiğimiz, hayran olduğumuz demokrasi yolunda kırk yıla yakın bir zamandır uğradığımız başarısızlıklara bir göz atacak olursak çoğunun altında akla değil de hislere dayanan birtakım sebeplerin yatmakta olduğunu görürüz. Bunların arasında bilgisizlikten gelen pek çok hata olduğu gibi yığın yığın kıskançlıklar, çekememezlikler, “O yapmasın, ben yapayım!” iddiaları vardır. Aslında politika hayatıyla iş hayatı birbirine çok benzer. Bir işi ortaklarla yürütmekle demokrasiyi partilerle yürütmek hemen hemen aynı şeydir. Sonuncunun çapı büyüktür o kadar! Ama bizde, ne yazık ki, partiler henüz işleri yürütmekte ortak olduklarını kabul edecek hâle gelmemişlerdir. Galiba asıl talihsizlik de parti hayatında memleketi idare etmek vazifesini omuzlarına alan partiye “iktidar partisi” adı verilirken aslında onun vazifesini daha iyi yapmasını sağlayacak olan partiye “muhalefet partisi” denmesindedir. Dilimizden atılmak talihsizliğine henüz uğramamış olan şu “muhalefet” kelimesinde “karşı gelmek, uymamak, zıt olmak” mânâları bulunduğu için demokrasi hayatımızda muhalefet partileri iktidar partisinin yaptıklarına, yapmak istediklerine hiçbir suretle uymamayı, daima karşı çıkmayı, ne yapmak istiyorsa mutlaka onun zıddını benimsemeyi vazifelerinin tabii gereği saymışlar ve muhalifler zaman zaman hislerine fazlasıyla mağlup oldukları için tutumları yüzünden hükûmetler çalışamaz hâle gelmişlerdir. Bundan zarar gören de memleket olmuştur.

Onun içindir ki, şimdi, politikacılardan dinlemekte olduğumuz güzel sözlerin havada kalmayıp icraatta yer bulmasını ve politikacımızın hiç değilse bu sefer memleket işlerini histen çok akılla yürütmeyi başaracaklarını ümit etmek istiyoruz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...