Tercüman Arşivi: 31 May 1955
30 July 2024

Gelişen sinemacılığımız

Yaşar Nabi Nayır, 31 Mayıs 1955’te Tercüman için kaleme aldığı yazısında yerli sinemanın neden gelişemediğine, millî sanat üzerine daha fazla düşünmemiz gerektiğine, prodüktörlerin sermayeden çok daha başka şeyler üzerine eğilmesinin lazım geldiğine işaret ediyor; mevcut durumu eleştiriyor.

Sinemacılığımızda son yıllarda baş döndürücü bir gelişme var. Muhsin Ertuğrul’un yılda bir film çevirmesinin hadise olduğu zamanları ne kadar geride bıraktık. Memleketi baştan başa saran yerli film ilanları, Hollywood’un vefalı sevdalısı Beyoğlu sinemalarının kapılarında bile sık sık arzı endam etmeye başladı.

Memleketimiz için de artık bir film sanayiinden söz açmak yersiz sayılamaz. Prodüktör, rejisör, senarist, operatör, teknisyen, aktör, figüran (bir tekinin Türkçesini bulamadığım için özür dilerim), bu yüzden geçinenlerin sayısı hatırı sayılır miktarlara varıyor. Bu işe yatırılan ve bu işten kazanılan servetler de göz ve cep doldurucu rakamlara tırmanıyor. Artık Amerika’daki gibi bizde de ünlü bir romanın yazarına eserin filme çekilme hakkı olarak kitabın on yılda sağladığı kazancın on katını teklif eden babayiğitler görülüyor.

Bütün bunlar sevindirici olaylar gibi görünüyor ya, neyleyelim ki keyfimizce sevinemiyoruz. Çünkü bu sanayi şubesinin bir de sanat yanı bulunduğunu unutmak elimizde gelmiyor. Başımızı o yana çevirdik mi de gördüğümüz hâl, yürekler acısı!

Yıllar var, çıkmışız yola, az gitmişiz, uz gitmişiz, bir de ardımıza dönüp bakmışız ki bir arpa boyu yol bile gitmemişiz, yerimizde sayıp dururuz. Yok, daha kötüsü, geriye gitmişiz hatta. Çünkü başlangıçtaki emekleme yıllarımızın ürünlerine bir göz attın: acemice şeyler, çocukça şeyler, ama hiç değilse iyi niyetle yoğrulmuşlar, ilerisi için umut verici kıpırdamalar sezilir içlerinde. Bugünse o iyi niyete rastlamak için filmlerimizin üstüne pertavsızla eğilmemiz lazım…

Sebebi ne, günahı kimin bu ters gidişin? Araştırmaya kalktınız mı, kabahati aktör rejisöre, rejisör senariste, senarist prodüktöre, prodüktör sinema salonu işletene atar. Hem de öyle çabuk atar ki basket topu gibi elden ele geçişini takip edeyim derken başınız döner. Yahut da hep birlik olur, topu sansür heyetinin başına çalarlar, olur biter.

Teknik yok, arayış yok, yenilik yok, ses ayarı yok, hatta doğru dürüst bir fotoğraf bile yok. Derme çatma hangarlarda, derme çatma aletlerle, alabildiğine bir acele ve laubalilik içinde çırpıştırılmış eserlerden daha ne beklenebilir ki?

Bizce, başarıyı ancak düzenli bir elbirliğinin sağlayabildiği böyle bir sanat kolunda çalışanların hepsi günaha ortaktır. Ama asıl sorumlunun prodüktör, yani sermaye sahibi olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Senaryoyu yazdıran da rejisörü, oyuncuları seçen de teknik vasıtaları arayıp bulan veya aramayıp bulamayan da odur. Masrafı mümkün olanın en aşağısında, kazancı mümkün olanın en yukarısında tutmak tek gaye olunca sanat manat gibi ıvır zıvırın arada kaynayıp gitmesine pek şaşılmaz.

Söz yerli filmciliğimizin korunması bahsine gelince “memleket hizmeti”, “millî sanayi” gibi büyük lafları ağızlarından düşürmeyenlerin, millî sanata da bir parça saygı göstermelerini beklemek bilmem insafsızlıkta pek mi ileri gitmek olur?

Ortada bir gerçek var: Filmciliğimiz ancak devletin vergi bahsindeki cömert himayesi sayesinde ayakta duruyor. Korumalı şüphesiz, ama neyi ve niçin?

Devlet babanın, bu koruduğu mahsullerin cemiyetimize ne dereceye kadar yararlı olduğunu araştıracağız, bu korumayı sıradan değil, değer ve iyi niyet ölçüsüne göre ayarlayacağı gün gelmeyecek midir?

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...