İtiraf ediyorum: Nasıl anarşist oldum?
1970’li yıllarda Türkiye’de sağ-sol çatışmaları, ülke yönetimince büyük bir tehdit unsuru olarak görülüyordu. Devlet otoritesi bu çatışmaları kontrol altına alamıyordu. Devlet 12 Eylül 1980 Darbesi ile tüm bu çatışmaları tanklar ile ezerek sonlandıracaktı. Devletin şiddetle yüzleşmesi ise karşısında konumlandırdığı ve her daim düşmanlaştırdığı komünizmle olmuştu. Yıl 1983’e gelindiğinde “anarşist” olarak isimlendirdiği gençler devletle mücadele etmekteki pişmanlık ifadelerini röportajlar ile dile getirecekti. Tercüman’da bir yazı dizisi başlamıştı ve MLSPB üyesi gençlerle yapılan röportajlar kamuoyuyla paylaşılıyordu. Tokay Gözütok’un yürüttüğü bu röportajlar, 6 Mart 1983’te “Geçmişte ellerine silah verilip eyleme sürüklenen gençlerimizin kendilerini sonu olmayan yola iten kişiler, sebep ve olayları açıkladılar” ifadesiyle duyurulmuş ve ilk yazı yayımlanmıştı. 12 Eylül’den bu yana yapılan operasyonlarda -Tercüman’ın ifadesiyle- Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre 7571’i eylemci sağ, 30.351’i eylemci sol, 3445’i bölücü ve 15.119’u görüşü belirlenemeyen olmak üzere toplamda 56.486 kişi çeşitli suçların faili olarak yakalanmış; 1 Eylül 1982’e kadar 52.788 kişi tutuklanırken 26.399 kişi çeşitli cezalara çarptırılmıştı. Tutuklamalara rağmen Markist-Leninist grubun yok olmadığını söyleyen Genelkurmay Başkanlığı bunun için önlem alma, halkı bilinçlendirme ihtiyacı duymuştu. Bunun en görünür yolu ise gazetelerdi. Tercüman’da yayımlanan röportaj dizisi de bu işlevi görüyordu. Zira Marksist-Leninist gruplarda bulunmuş, çeşitli suçlara bulaşmış ve yargı sürecinde olan gençler halka sesleniyor; affedilmeyi değil, dinlenilmeyi istediklerini söylüyorlardı: “Bu ses, ülkemizin parçalanması yolunda, Cumhuriyetimizin yıkılması kararında olan ve bunun için faaliyet göstermiş bulunan sol terörist örgütlerin çeşitli çalışmalarına katılmış kişilerden geliyor. Dinlemenizi, değerlendirmenizi ve ülkemizin ortak çıkarları konusunda hepimizin hemfikir olarak hareket etmesini dileriz.”
Söylemler aracılığıyla vurgulanan; gençlerin bir noktada masumluğu değildi elbette. Genç yaşta manipüle edilmişlerdi, ait oldukları grubun üyeleri tarafından suça yönlendirilmişlerdi ve asıl hainler onları bu gruba çeken kişilerdi. Ya kandırılmışlardı ya da toplum içinde aidiyet hissedemeyip bir grubun üyesi olmaya sığınmışlardı ve sistemin suç unsurlarını fark edip o gruptan ayrılmışlardı. Vurgulanan, onlar gibi manipüle edilmeye açık diğer gençlerin bu anlatılanlara karşı uyanık olmaları, kendilerini korumaları gerektiğiydi. Bu sebeple artık bir parçası olmadıkları örgütün fiilleri, işledikleri suçlar peşi sıra dökülen itiraflarla aktarılıyordu. Cinayetler, gasplar, yolsuzluklar… Eski bir MLSPB üyesinin ifadesine göre ülkenin siyasi ortamı, medyanın örgüt liderlerini yükselten söylemleri, toplum içinde hissettikleri yabancılık duygusu ve Marksist-Leninist ideolojinin inşa ettiği ideal dünya fikri onları bu gruba itmişti. Polise sıktıkları kurşunların rahatlık hissettirmesindeki etmenler ona göre bunlardı.
Örgütün arka yüzünü anlatan tutukluların isimleri, yüzleri gizlenmiyordu bu röportajlarda. Yapılan eylemler, yolsuzluklar eski üyeler tarafından rahatlıkla açıklanabiliyordu. Örgütün harcadıkları paralara, yaptıkları soygunlara, paravan olarak kullandıkları derneklere kadar her şey anlatılıyordu. Anlatılıyordu, çünkü bunun bir dönüş yolu olarak görülmesi bekleniyordu. Örgütten ayrılmak isteyen gençlerin yargılanma süreçlerine yönelik kanunların yeniden düzenlenmesi talep ediliyor, “Dönüş kapıları açılmalı” deniliyordu.
Konuşanların bir kısmı mağduriyetin ardından itirafta bulunurken bir kısmı da suçları kabul ediyor, “Hepimiz suçluyuz ve bunu topluma yüklemek istemiyoruz, cezamızı çekeceğiz” diyorlardı. Örgütün “zoraki kahraman” yaratma arzusunun Marksist-Leninist grupların ön plana çıkardığını söylüyor, gerçeği görebilselerdi kesinlikle içinde olmayacaklarını belirtiyorlardı. Bu pişmanlığı, koğuştaki duvarlarını Atatürk fotoğraflarıyla ve Türk bayraklarıyla donatmış olmaları pekiştiriyor olsa gerekti.