Gümülcine dramı
Batı Trakya Türklerinin Lozan Barış Antlaşması ile başlayıp, akabinde de uluslararası antlaşmalarla birlikte sahip olduğu bazı hak ve özerkliklere rağmen, bu günlerde Yunanistan Hükümeti çeşitli stratejik politikalarla uluslararası toplumu da arkasına alarak Batı Trakyalı Türklerinin kazandığı kolektif hakları bireysel haklara indirgemeye çalıştı. Temsil konusunda, Türklerin kurduğu siyasal partiler zaman zaman kapatıldı, baraj uygulaması neticesinde Batı Trakyalı Türk vatandaşların milletvekili olmalarının önüne geçildi, seçilmiş müftüler yerine atanmış müftüler görev yaptı. Ayrıca etnik kimlik bazında Yunanistan hükümeti Türklerin kimliğini tanımadı, Türkçe isimleri yasakladı, Türklerin dernek ve sivil toplum örgütü kurma gibi örgütlenme haklarını elinden aldı. Tüm bunlar Tercüman gazetesinin 25 Nisan 1973 tarihli birinci sayfasından Gümülcine dramı şeklinde bir yazı dizisiyle yansıtılacaktı.
Esasında, Batı Trakya Türkleri, Yunanistan ülkesi sınırları içinde yer alan Batı Trakya bölgesinde yaşayan ve 1923’te yaşanan Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi (Türk Rum Ahali Mübadelesi Ahitnamesi) çerçevesinin dışında tutulmuş Müslüman Türklerdir. Bu mübadele sonucunda yaklaşık 1.200.000 Ortodoks Rum Anadolu’yu terk ederek Yunanistan’a göç edecek, 500.000 civarında Müslüman Türk de Yunanistan topraklarından Türkiye’ye hareket ettirilmek zorunda kalacaktı. Daha önce azınlıkların statülerine yönelik olarak 1830 Londra Protokolü, 1881 İstanbul Antlaşması, 1913 Atina Barış Antlaşması ve 1920 Yunanistan’daki Azınlıkların Korunmasına Dair Sevr Antlaşması imzalayan Osmanlı, 1913’te 1923 yılında imzaladığı Lozan Antlaşması ile mübadele dışında kalan İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar ile Batı Trakya’da Azınlık statüsünde yaşayan Türklerin statülerini belirlemek adına bazı şartlar ortaya koymuştu. Yunanistan arasında imzalanan Atina Antlaşması, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk Azınlığın hak ve statüleri açısından Yunanistan’a en fazla sorumluluk getiren antlaşmaydı. Örneğin, Antlaşma’nın 3 Numaralı Protokolüne göre dini alanda baş müftünün ve müftülük kurumunun özerkliği tanınmakta, eğitim alanında ise Yunanca öğretiminin mecburi kılınması şartıyla azınlığa Türkçe dilinde eğitim-öğretim hakkı tanınıyordu. Sevr Antlaşması’nın 14.maddesine göre de, Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerin kişi ve aile hukuku konularında kendi gelenek ve göreneklerini, yine kendi hukuk sistemlerini uygulamakta serbest olacakları, vakıflarının ve ibadethanelerinin tamamen tanınacağı ve koruma altına alınacağı ifade ediliyordu. Bütün bu anlaşma hükümlerine rağmen Tercüman sayfalarında kendine yer bulan Gümülcine dramı yazı dizisi, Batı Trakya Türklerinin çektikleri çileleri ayrıntılarıyla Türkiye kamuoyu ile paylaşıyordu.
100 bin Türk acı çekiyor manşetiyle verilen haberde de Selahattin Galip’in yargılanması hakkında ayrıntıları bilgiler ile birlikte Galip’i savunan Yunan avukatın cümlelerine dikkat çekiliyor. Yıllardır süre gelen problemler Türkiye’nin gündemine bu haberlerle yeniden taşınacak ve ertesi gün çıkacak haber ile meclis gündemine de gelecekti.
Milet Partisi’nin Hilmi İşgüzar ve Suna Tural’ın girişimleriyle Batı Trakya Türklerinin güncel durumunu meclis gündemine getirildi. Tercüman’ın korkusuz gazeteci diye nitelendirdiği Selahattin Galip’e karşı tavra cevap niteliğinde kararlar alınması gerektiği vurgulanacak. Yunanistan ile ilişkilerin gözden geçirilmesi gerektiğine yapılan vurgu da konuyla ilgili iç kamuoyu oluşturma bakımından oldukça önemliydi.