Çanakkale geçilmez!
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda İttifak Devletleri içerisinde savaşa dâhil olduğunda büyük bir varoluş mücadelesi vermeye başlamıştı. Özellikle de 19 Şubat 1915’te başlayan Çanakkale Deniz Savaşları, bu mücadelenin dönüm noktasını oluşturan önemli çarpışmalardı. Ve nihayet bu çarpışmaların ardı, 18 Mart 1915’te deniz zaferiyle sonuçlandı. Bundan böyle de bu tarih Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü olarak kutlandı, zaferlerin yarattığı diriliş gücüyle doğan yeni devlette, Türkiye Cumhuriyeti’nde… Tercüman, 1955’te yeniden hayata geçtiğinden itibaren her daim millî değer ve duygulara önem vermiş bir yayın organıydı. Hâlâ genç cumhuriyetin coşkusu kendini hissettiriyordu, tabii Tek Parti dönemini kapatmış olmanın da getirdiği bir demokratikleşme etkisinin de işlevi bunda yüksekti. Yine de ülke gündemi de dünya gündemi de sürekli değişiyor; varoluş mücadelesi hem iç hem dış siyasette devam ediyor; hatta başka coğrafyalarda ama aynı hisle kendini ortaya koyuyordu. 18 Mart 1956 günü de bu meselelerin tartışmalarıyla geçiyordu. Bir yandan sınır komşumuz Yunanistan’ın dış politikasında izlediği yol konuşuluyorken, bir yandan asgari geçime uygulanacak vergi oranları duyuruluyor, öte yandan Kıbrıs Valisi’nin vermiş olduğu “Vur!” emri sebebiyle hayatını kaybeden bir Türk’ten bahsediliyordu. Çanakkale Zaferi elbette hatırlanmıştı ama sayfanın köşesinde kendine yer bulabilmişti bu kutlama: “Çanakkale Zaferi kutlandı.” Bu kutlamada Çanakkale Harbi’ne katılmış olan kahraman askerlere madalyaları verilmiş, Cumhuriyet Meydanı’nı dolduran binlerce insan bir araya gelmişti.
Peki ya ilerleyen süreçlerde Türkiye neler yaşadı? 1960 Darbesi, 1971 Muhtırası ve 1980 Darbesi… Ordunun yönetime bu tür müdahalelerde bulunması, demokratik gelişime de darbe vurması geçmişin zaferlerine de gölge düşüyordu elbette. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin ardından kurulan Millî Güvenlik Konseyi, feshedilen anayasa yerine yeni bir anayasa oluşturulması için çalışmalarını sürdürürken toplumsal hafızaya da yön veriyordu. 18 Mart 1981 günü, Çanakkale Zaferi coşkuyla kutlanırken; toplumsal hafızanın pek de iyi hatırlamadığı 1 Mayıs ve 27 Mayıs günleri artık bayram olmaktan MGK tarafından düzenlenen yasa ile çıkartılmıştı. Tercüman bu haberleri sayfasına taşırken Çanakkale Zaferi Posteri’ni de okurlarına hediye ediyor; Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri şiirini büyük boy baskıyla veriyordu. Zaferin 66. yıl dönümü için verilen haber şöyle başlıyordu: “Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü törenlerle kutlanıyor. Türkiye Emekli Muharipler Federasyonu’nun yayımladığı mesajda ’18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi, Türk savaş zaferlerinin pırlantasıdır’ denildi. ‘Çanakkale geçilmez’ sözünü bütün dünyaya öğreten büyük zaferin 66. yıl dönümüne rastlaması dolayısıyla törenlerin diğer yıllara göre daha muhteşem olacağı belirtildi.” Haber kutlamalara dair ayrıntılarla devam ediyordu.
Tercüman’ın aynı gün baskısı sadece bu tür kutlama haberleri ile dolu değildi. Çanakkale Zaferi’nin bağımsızlığımız ve egemenliğimiz adına neler ifade ettiği de anlatılıyor; canını ve kanını bu topraklar, bu millet uğruna vermiş vatandaşlarımızın onurlu mücadelesi okura yeniden hatırlatılıyordu. “Çanakkale Geçilmez” yazının üzerinde ise yıllar sonra savaş topunun başında yeniden buluşan Çanakkale Savaşı’nın gazilerin fotoğrafı bulunuyor; o zaferin kahramanlarına gururla bakmamıza olanak tanınıyordu Tercüman sayfalarında. Fotoğraf şu yazıyla verilmişti: “Müttefikler, boş yere hayat ve servet kaybetmişlerdi. Türkler için durum böyle değildi. Çünkü savaştan delik deşik olmuş Gelibolu Yarımadası’ndan yeni bir savaş galibi, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal çıkmıştı.”
Yıllar sonra, Türkiye’nin siyasi gündemi değişmiş; liberalleşmeye doğru ülke gitmeye başlamıştı. Ülkenin gündemi ne olursa olsun, hangi siyasi gerilimle çalkanıyor olsun 18 Mart’ın zafer dolu hatırası unutulmuyor; çeşitli kutlamalarla, kamusal alandaki coşkulu hâliyle anlatılmaya devam ediliyordu. Tercüman da bu hissiyatla 18 Mart 1986 günü nüshasını tam sayfa olarak Çanakkale Zaferi’ni dile getirmek için ayırmıştı. “Neden Çanakkale?” adlı yazısında şu cümleler kaleme alınmış, zafere giden süreç anlatılmıştı: “Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nin açılmasına sebep olan Rusya, Doğu Avrupa Cephesi’nde pek çok insan ve araç kaybına uğradığı gibi Kafkasya Cephesi’nde de Türkler tarafından sıkıştırılmıştır. Çarlık Rusyası’nı bu zor durumdan kurtarmak müttefiklerinin başlıca düşüncesi olmuştur. Güçsüz bir Türkiye ile karışılacaklarını hesap ederek, Rusya’ya en elverişli yardımın Çanakkale’den, başka bir deyişle Boğazlar’dan yapılabileceğine karar verdiler. Cephenin açılmasına önderlik eden Büyük Britanya Bahriye Başkanı Winston Churchill, 28 Ocak’ta toplanan savaş meclisine Çanakkale tasarısını kabul ettirmiştir. 19 Şubat’tan başlayarak 18 Mart 1915 gününün büyük zaferiyle Türk tarihine geçecek olan harekât, müttefik filoları ile bunların saldırılarına göre hazırlanmış bir müstahkem mevkiin uzaktan çarpışması ve yalnız ağır ateş kaynaklarına dayanarak ölesiye hesaplaşmasıdır. Zamanın en mükemmel savaş gemisi olarak bilinen Queen Elizabeth zırhlısının da dâhil olduğu filoya rağmen müttefikler bu ölesiye hesaplaşmadan yenik çıktılar. Oysa çıkarmanın ilk günlerinde, donanmanın bu işi tek başına başarabileceğini söyleyen Amiral Carden, Amirallik Dairesi’ne şu haberi veriyordu: ‘Yaklaşık olarak 14 gün içinde İstanbul’a varmış olacağımızı tahmin ederim.’ Boş bir ümit içinde olacaklarını neden sonra anlayacaklardı. Amiral’in beklediği tek şey iyi hava ve Boğaz’daki mayınların temizlenmesiydi. Fakat daha 17 Mart’ta Amiral, bu işin donanma ile halledilemeyeceğini anlamıştı. 18 Mart’ta saldırıya geçmeye karar verdiği gün, ilk gerçek felaketle karşılaştı. Fransızların Bouvet adlı zırhlısı muazzam bir patlamanın ardından sulara gömülmüştü. Hem de iki dakika içinde ve 600 insan ile birlikte. Bunu takip eden birkaç saat içinde Türk topları susmak bilmediler. Amiral Robeck sıranın bir an için Queen Elizabeth’e gelebileceğini düşündü ve nihayet Churchill’e donanmanın bu işi tek başına yapamayacağını bildirmek zorunda kaldı. Gelibolu’ya çıkarma yapan itilaf kuvvetlerinin Anzak grubu, çıkarmadan birkaç saat sonra bir Avustralyalının haberi ile irkildi: ‘Binlerce Türk üzerimize yürüyor.’ Bir İngiliz subayı olayı şöyle anlatmaktadır: ‘Türkler sonsuz dalgalar hâlinde ‘Allah Allah’ diye bağırarak hücuma geçmişlerdi, onları ne kurşun ne de süngü durdurabiliyordu. Kıyılardan sarkıyorlar, yarıklar içerisinde yuvarlanıyorlar ve şiddetle döğüşüyorlardı. Elbiseleri paçavra hâlinde ve silahları müzelik olmakla beraber, kimsenin kendilerinden beklemediği şekilde döğüşüyorlardı. Çok az sayıda kalan Anzakların ileri bölükleri, arkalarında bir sürü ölü ve yaralı bırakarak gerilemek zorunda kalmışlardı.’ Çanakkale, Türk’ün kanı ile tarihe yazdığı bir destandır. Düvel-i Muazzama olarak adlandırılan büyük güçler, ümitlerini, silahları ve zırhlıları ile tarihe gömüldüler.”