Bugün öğretmenin günü: “Hepsine şükran borçluyuz”
“Bugün öğretmenin günü: ‘Hepsine şükran borçluyuz’” başlığı dikkat çekiyordu Tercüman’ın 24 Kasım 1984 tarihli basımında. Yurdun tamamını bayram coşkusu sarmıştı. Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler, yayınladığı mesajda öğretmenlerden “Türk milliyetçiliğini benimsemiş, Atatürk ilkelerine bağlı, tarihiyle övünen, Türk dilini ve gelenlerini iyi bilen nesilleri yetiştirilmesini” istiyordu. Bu istekteki vurguların bir anlamı vardı. Zira 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı, “Terörist çevreler okullarda huzuru bozmak istiyor” diyor; okullarda terör faaliyetlerine dair propaganda yapıldığına dair söylentilere cevap verme ihtiyacı duyarak sözlerine şöyle devam ediyordu: “Bugüne kadar dedikodularla ilgili, komutanlığımıza intikal etmiş bir olay yoktur. Tüm kurum ve kuruluşlar ve vatandaşlar, devletin güvencesi altındadır.” Bu söylem eğitim kurumlarındaki kontrolü, endişeyi devlet tarafından nasıl ele alındığını gösteriyordu.
Tercüman’ın ilerleyen sayfalarında devam eden söylemler daha ilginç hâle bürünüyordu. Çünkü Millî Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler, emekli öğretmenleri yeniden görev başına çağırıyordu. Bu çağrı “mesleğe dönmek isteyen emeli öğretmenlere” yapılsa da belli ki hem ekonomik hem de siyasi bazı sorunlar işi bu boyuta getirmişti. Aynı zamanda düzenlenen törenlerde Cumhuriyet’in kuruluş yılları ve 10. yılında görev yapan 280 emekli öğretmene birer şükran plaketi ve öğretmenler albümü hediye edilmişti. O törenlerin birinde 50 yıl tarih öğretmenliği yapmış emekli bir tarih öğretmenin yaptığı konuşma bir bakıma bakanlığın ve ordunun açıklamalarıyla paralelliği gösteriyordu. Öğretmen 12 Eylül öncesine temas ederek şunları söylüyordu: “Bu dönemde öğretmenliğin çatısı delindi. Çatıdan eve pis sular girdi. Bazı öğretmenler bu pis sulardan zehirlendi, hatta ölenler oldu. Bu hastalık öğretmenlerden bazı öğrencilere de sıçradı. Nice genç fidanlar yok olup gitti. Ama çok şükür 12 Eylül öğretmene itibarını iade etti. Bugünü bize tahsis edenlere şükran borçluyuz. Ve göreve her zaman hazırız.” Bakan Dinçerler 12 Eylül’ün gölgesinde devam eden siyasi atmosfer ve endişe uyandırıcı kaos ortamı içinden konuşurken şöyle söylüyordu: “Bütün dünyadaki eğitimin can damarı öğretmendir. Öğretmenlerimiz eğitimin temel taşları, başımızın tacı, milletimizin terbiyecisidirler. Öğrencinin iyisi yoktur. Öğretmenin iyisi vardır. Öğretmen bilginin yanında terbiye vericidir. İyi insan aile, okul, iş, din ve kışla terbiyesini almış insandır. Aslında biz Mllî Eğitim Bakanı olarak bir yerde Millî Savunma Bakanlığı görevini de yapıyoruz. Öğretmenlerimize olan inancımız tamdır. Bizler öğretmenin ve eğitim işinin amiri değil, hadimiyiz, memuruyuz.” Bu sözler öğretmenin görevini devlet nazarında yeteri kadar tanımlıyordu. Bu “terbiye” düzeninin içinde elbette kışla da vardı. Nitekim bakanlığın orduyla iç içeliği söylemde doğrudan geçiyordu.
Yukarıda aktardığımız sözlerin ardından beş yıl kadar sonra… Yani tarih 24 Kasım 1989’u gösterdiğinde Tercüman’ın Öğretmenler Günü için ayırdığı sayfada manşet söyleminin değişmesi oldukça şaşırtıcıdır. Manşet “Vah benim öğretmenim!” demektedir artık. Çünkü aldıkları maaş o dönem için standartların çok altında, yaşamı idame ettirecek yeterlilikte değildi. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Avni Akyol’un öğretmenler için gerekli her şeyi yaptıklarını söylemesine rağmen öğretmenler büyük bir geçim sıkıntısının içindeydi. Dört yıllık yüksek okulu bitiren ve yeni göreve başlayan bir lise öğretmeninin aylığı 400 bin 763 lira; yirmi yıllık bir ilkokul öğretmeninin eline ise ancak 366 bin 82 lira geçiyordu. Hatta branşlar arasında dahi ciddi farklar bulunuyordu. Örneğin kültür dersi öğretmenleri ile teknik ders öğretmenleri aylıkları arasında yarı yarıya fark vardı. Bunlar yaşanırken aynı zamanda öğretmen açığı da kapatılamıyordu. Türkiye genelinde çeşitli branşlarda 26 bin 870 öğretmen açığı bulunuyordu ve öğretmenlerin okullara dağılımda dengesizlik bulunuyordu.
Öte yandan öğretmenler bu duruma ses çıkarmak istiyordu. Bunun için protesto bildirileri yayımladılar. Ayrımların kaldırılması için mücadele verdiler. Tüm bunlarla mücadele etmek, hayatta kalmaya çabalamak öğretmenleri de kötü etkiliyor; psikolojisine zarar veriyordu, yani maddi ve manevi yıpranma içerisindeydiler. Öğretmenliğin stresli meslekler arasında ön sıralarda yer aldığını belirten Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekim Yardımcısı Dr. Latif Alpkan şunları söylüyordu: “Çeşitli rahatsızlıklar sebebiyle hastanemize başvuran öğretmen sayısı hiç de küçümsenemez. Çünkü bu kişiler çocukların karşısında ders verip onları eğitiyorlar. Onun için moralleri düzgün, hareketleri ölçülü olmalıdır. Yoğun strese ekonomik koşullar da eklenince öğretmenin ruhsal durumunda çeşitli bozulmalar ortaya çıkabiliyor.” Stresle, ekonomik sorunlarla var olmaya ve eğitime gönül vermeye devam etmek öğretmenlerce kolay bir şey hiçbir zaman olamadı maalesef. Öğretmenlerin bu kutsal görevi yerine getirirken daha az zorluklarla mücadelede etmeleri ve nice güzel kutlamalarla onları onurlandırmak dileğiyle…