23 Nisan kutlu olsun
Birinci Dünya Savaşı, Mondros Ateşkes Antlaşması ile birlikte sona ermişti fakat Osmanlı topraklarında işgaller hâlâ devam ediyordu. Yurdun her yanında Türk milleti işgallere karşı bağımsızlık mücadelesi veriyordu. 16 Mart 1920’de Osmanlı payitahtı İstanbul ikinci defa İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramış, Meclis-i Mebusan kapatılmıştı. Anadolu’daki direnişin buradan örgütlenmesine imkân yoktu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısı ile Ankara’da bir meclis toplandı. 19 Mart 1920’de milletvekili seçimleri başladı. O günün bildirgesinde Mustafa Kemal Paşa tarafından 21 Nisan’daki genelgeyle meclisin açılacağını duyuruldu ve seçilen milletvekillerinin Ankara’ya gelmesini istendi. Ve böylelikle kurulan Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da belirlenen 337 milletvekilinden 115’inin katılabildiği ilk meclis toplantısını gerçekleşmiş oldu. Kurtuluş Savaşı’nın millî mücadele sürecinin ve 29 Ekim 1923 ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir merkezî oldu, ulusal egemenliğin sembolü hâline geldi. Bu mücadele evet önemli bir yere sahipti fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi atmosferi her daim bir mücadeleye de gebeydi. Darbeler, sıkıyönetimler, muhtıralar… Henüz daha yolun başındayken dolanıyoruz şimdi tarih sahnesinde. Yıl 1970. Meclis’in 50. yılı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak coşkuyla kutlanıyordu. Yaşanan her siyasi zorluğun egemenliğe, devletin bütünlüğüne karşı bir tehdit gibi algılandığı dönemler… Kamusal söylem, bu algının hissedildiği önemli alanlar oluyor. Tercüman bu söylemin aktarıldığı dönem gazetelerinden biri tabii. Bakalım neler deniliyor? 50. yılında Meclis’te 3 Mart’tan itibaren 3. kez Demirel hükûmetteydi. Öğrenci hareketleri ülkenin dört bir yanından kendini duyuruyordu. Tercüman’da Meclis’in 50. yılı dolayısıyla Demirel’in şu açıklamaları ön plana alınmıştı: “Demirel: ‘Hasta adam, modern Türkiye oldu. Bu Türk milletinin ölmezliğidir.’” Demirel’in beyanatının devamı ise şöyle verilmişti: “Hasta adamdan modern Türkiye’ye geçiş bir mucizedir. Yüce Türk milletinin ölmezliği, tükenmezliği bu mucizenin sırrıdır. Yüce Türk milleti ve onun kahraman ve büyük evladı Gazi Mustafa Kemal’in muhteşem iradesi, 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni yaratan iki unsurdur.” Bu hasta adam vurgusu tabii ki önceki rejim Osmanlı’ya referans taşıyordu. Bu referanslar, az da olsa kendini hissettiriyordu, kimi zaman bir rejim endişesiyle iç siyaset söyleminde kimi zaman da bu söylemi inşa eden Batı dünyasına hitapta… Fakat esas mesele; toplumun sesinin mecliste maalesef ki duyulamaması, işitilenin sadece vekillerin çıkar tartışmalarının kuru gürültüsünün olmasıydı. Elli yıldaki dönüşüme Tercüman tarafından şu ifadelerle dikkat çekiliyordu: “50. YILIMIZ KUTLU OLSUN!”: “Türkiye Devleti’nin kuruluşu ellinci yılını idrak etti. Elli yıl evvel Ankara’ya koşanlar mevki, para hırsıyla değil, istilaya maruz kalmış toprakları ‘hür bir vatan’ yapmak için cepheye koşan Mehmetçiklerin imanı ile şehitlik mertebesi için koşuyorlardı. Türk ve İslam dünyasının son bağımsız devleti, Çanakkale Zaferi gibi engin bir destan sonunda masa başı politikasının, politikadaki yalancılığın kurbanı olmuştu. Anadolu Millî Mücadele süngüsüne, topluna, tüfeğine güvendiği için girdi. Birinci Büyük Millet Meclisi’nde ne ağalık ne beylik ne paşalık vardı. Paşalar, hocalar, ağalar aynı potada erimiş ve ‘Hadim-i Millet’ mevkiine yükselmişlerdi. Mevki ve itibar, apolet ve sarıklarda değil, hizmetin önemindeydi. Sarıklarla apoletler aynı anda kana bulanıyor, sevinçler kardeş payı ediliyor, zaferlerde müşterek sevinç yaşları akıyordu. Bu millî şuurun uyanışı, fertleri millileştirdi.” (…) “O günkü meclis bir vatan yaptı. Bugünkü meclisin her toplantısında duyulan gürültüler vatan binamızda kendi ellerimizle kırdıklarımızın çatırtılarıdır. Gayemiz ne? Kastımız kime? Yoktan ‘vatan’ çıkaranların karşısında ‘vatanı elden çıkarmak’ çabası içindeyiz. Elli yıl evvel muhalif ve muvafığın tek hedefi bağımsız bir Türk devleti kurmaktı. Elli yıl sonra bağımsız Türkiye’deki meclis kavgalarının post kavgasından öteye bir iyi niyet taşıdığını görmek hakkımız değil miydi? Ahfad ecdada layık bir tutum içinde değildir. Bunu dünkü 13 milyonun 33 milyon olmuş çocukları söylüyor, sokaktaki vatandaş söylüyor, her gün elindeki paranın biraz daha azaldığını gören emekli vatandaş söylüyor, alın terine rağmen çocuklarının nafakasını çıkarmaktan aciz kalmış köylü, işçi söylüyor.” “Vatandaşın nabzı 50 yıl evvel Ankara’dakilerin elindeydi. Bugün vatandaşın feryadı bile aksisedadan mahrum. Toprağı vatan yapanların manevi huzurunda bugün vatanı son köyüne kadar mamur, insanımızı gelecek endişesinden uzak hâle getirdiğimizi söyleyebilmeliydik! Oysaki toprağı vatan yapanlara, vatanı topraklaştırmak için gayrette olduğumuzu utanmadan nasıl söyleyelim? İşte 50 yılın başı ve sonu… Ne garip tecelli…” Hakikaten… Ne garip tecelli… Yılların değiştiremediği…
Bir yıl sonra… Tercüman’ın elli yılı başı ve sonu ile değerlendirdiği söylemin üzerinden bir yıl geçmişti. 23 Nisan 1971… Manşet: “Kafalarına balyoz gibi ineceğiz”… Erim: “Olağanüstü davranışları, olağanüstü tedbirlerle yok edeceğiz. 12 Mart Muhtırası’nın sesleriydi bunlar; geçen sene halkın duyduğu aksiseda dahi değil, doğrudan muhtıra yönetiminin seslenişiydi. Tercüman’ın aktardığı ilk cümleler bunlarken; artık ikincil söyleme düşmüş cümleler ise sadece bir fotoğraftan yansıyordu. 23 Nisan’ı kutlamaya hazırlayan çocukların ellerinde tuttuğu pankarttan “CUMHURİYET CANIMIZ, DEMOKRASİ İDEALİMİZDİR.” Başbakan Nihat Erim’in cümleleri -bu pankartta yazılanla ne kadar bağdaşır ne kadar çelişir bilinemez- şöyle devam ediyordu: “Asayişi sağlamak için anayasa değiştirilecek!” O günün ilginç çelişkisi sadece bu da değildi elbet… Celal Bayar ile İsmet İnönü’nün kol kola verdikleri poz da 1960’tan yankılanan darbe hatıralarına oldukça ters düşüyordu… Hükûmetler devriliyor, istifaya zorlanıyor, vekilleri öldürülüyor, demokrasiye ve halkın iradesine ket vuruluyordu. Fakat duyulan, görünen sadece siyasi aktörlerin değişen iktidar ilişkileri, politik oyunları oluyordu. 50. yılın isyanını belli ki yine kimse görmemiş, duymamıştı.
Başbakan Nihat Erim’in asayiş endişesi 23 Nisan ruhuna da yansımıştı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, “Bayrama huzursuz bir ortamda girdik” demişti. Tercüman bu beyanatı şu haberle duyurmuştu: “Cezalar artacak, polise daha geniş yetkiler verilecek. Cumhurbaşkanı Sunay, dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla millete bir mesaj yayınlamış: ‘Bu yılın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na ülkemizde ve çevremizde vaki olan hadiseler ile tartışılan konular yüzünden huzursuz bir ortam içinde girdik’ demiştir. Çocuklara ve öğretmenlere hitabında ‘Yabancılara ve zararlı ideolojilere hizmet edenlere katılmayınız’ diyen Cumhurbaşkanı Sunay, mesajında şunları söylemiştir: ‘Bu yılın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na ülkemizde ve çevremizde vaki olan hadiseleri ile tartışılan konular yüzünden huzursuz bir ortam içinde girdik. Üzüntü verici ve kalkınmamızı engelleyici olan bu durumu süratle bertaraf etmek ve tekerrürünü önlemek için, muhteşem tarihimizin ulusal idrakini tazelememiz, Atatürk devrim ve ilkeleri ile yasalarımıza bağlılığın ulusal şuurunu kuvvetlendirmemiz gerektiğini hatırlatırız…” Bu beyanatlar belli ki işçi ve öğrenci hareketlerinin sonucunda, 12 Mart’ın sert siyasi rüzgârında duyuruluyordu. Bakanların sözleri de farklı doğrultuda olmayacaktı. Topaloğlu: “Milleti bölmek isteyenler hüsrana uğrayacaklar” derken, Özgüneş “Anayasanın geri vitesi yoktur” ifadelerinde bulunuyor; İmar ve İskân Bakanı Selahattin Babüroğlu 23 Nisan törenlerinde “Ülkemiz binbir mesele ile hasta olarak bize bırakılmıştır” diyordu. Yönetim krizi, toplumsal hareketler ve sorunlar, asayiş ve hukuksal alanda da bir düzenleme gerektirmiş; bayram bu söylemlerin gerisinde kalmıştı. Zira Adalet Bakanı İsmail Arar şöyle diyordu: “Biz, reform hükûmeti olarak en başta sosyal adaleti en iyi gerçekleştirecek reformlar üzerine eğildik. Asayişi, memleketteki sosyal adaletsizliğe karşı çıkmak amacıyla bozan teşkilat ve kişilerin hükûmetimizin icraatını 5-6 ay beklemeye bile lüzum görmeden hareketlerini sürdürmeleri asayişsizlik konusuna öncelik vermemize, bu meseleyi reformlardan önce ele almamıza sebep olmuştur.” Bayrama dair geride kalan sadece kutlama fotoğraflarıydı: “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dün bütün yurtta, yavru vatan Kıbrıs’ta ve dış temsilciklerimizde yapılan törenlerle kutlanmıştır. Ankara’da, Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı Zorluoğlu’nun başkanlığında bir çocuk kafilesi sabah saat 08.30’da Anıtkabir’e giderek saygı duruşunda bulunmuştur. Saat 09ç00’dan itibaren de 19 Mayıs Stadyumu’nda okulların tertiplediği tören yapılmıştır. Bu arada çeşitli çocuk baloları ve eğlenceleri tertip edilmiştir.”
Yıllar, ülkenin siyasi ortamını asla hafifletmiyor, sorunlar bir türlü çözülemiyor, aşılamıyor. Tarih: 23 Nisan 1980. Henüz darbe gerçekleşmemişse de cereyan edenler çok acıydı. Sağ-sol çatışması, işçi grevleri… gündemin merkezindeydi. Tercüman’ın ilk cümleleri şöyleydi: “Prof. Aldıkaçtı ‘Bir devletin Anayasası zaman zaman değiştirilebilir. İktidarlar Anayasayı bütünü ile uygulamadı veya uygulayamadı.’” Gelecek sanki kendini gösteriyordu. “İşçi 1 Mayıs sebebi ile komünist militanlarca pilot bölge seçilmişti. Tarsus’ta komünist militanlar güvenlik kuvvetleri ile çatıştı: 8 ölü, 30 yaralı. Mahalle aralarına mevzilenen militanların açtığı ilk ateşle 2 jandarma eri şehit oldu. Paniğe kapılan haltan birçok kişi de ezilerek çeşitli yerlerinden yaralandı. Adana-Mersin karayolu güvenlik kuvvetlerince trafiğe kapandı. Siverek’te 3 A.P. Gençlik Kolları yöneticisi öldürüldü. Turhal’da bir solcu gencin öldürülmesi üzerine çıkan olaylarda 40 kadar dükkân tahrip edildi…” Tarih 23 Nisan’dı ama konuşulan gelecek haftalarda kutlanacak 1 Mayıs’ın endişesiydi: “1 MAYIS YAKLAŞIRKEN, ÇİRKİN OLAYLAR” başlığıyla verilen haberde şunlar yer alıyordu: “Baştürk, Danıştay kararını çarpıtmaya kalktı. DİSK Genel Başkanı İçel Valiliğinin 1 Mayıs’la ilgili dilekçeyi kabul etmemesi üzerine Danıştay’ın aldığı ‘Beyanname işleme konsun’ kararını ‘1 Mayıs kutlamaları için Danıştay’dan gerekli izini aldık’ diye saptırdı. İç İşleri Bakanlığı yetkilileri ise Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun ilgili maddesini hatırlatarak Danıştay kararının da hatalı olduğunu ‘valiliklerin kabul etmediği beyannamelerin noter aracığı ile gönderilmesi mecburiyeti bulunduğunu’ belirttiler.” O esnada MSP Genel Başkanı Erbakan’ın açıklamaları da sayfada yer alıyordu: “AP’nin MSP’den talep edeceği hiçbir şey yoktur ve hakkı da kalmamıştır. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı seçiminden sonraki meselesi hükûmettir.” MSP Lideri “Cumhurbaşkanı seçimini takiben 18 Mayıs’ta MSP İl Başkanları toplantısında kadayıfın altının kızarıp kızarmadığı tespit olunacaktır” dedi… Haberin devamı da böyleydi… Bu haberlerin gölgesinde de olsa 23 Nisan’ın bayram havası tören fotoğraflarıyla sayfaları süslüyordu elbette: “23 NİSAN’I KUTLUYORUZ”… “23 Nisan bugün törenlerle kutlanıyor. Başta Ankara ve İstanbul olmak üzere bütün il, ilçe, kasaba ve köylerde gösteriler ve günün önemini belirten konuşmalar yapılacak.” Detaylar ve beyanatlar ise şöyle: • Anıtkabir’deki tören saat 10.00’da başlayacak. • 19 Mayıs Stadyumu’nda düzenlenecek tören saat 10.00’dan itibaren radyo ve TV’den naklen yayımlanacak. • Demirel 23 Nisan mesajında “Hürriyetçiliği fırsat sanıp komünist rejim getirmek isteyenler pişman olacaklardır” dedi. • Ecevit: “Anayasa değişikliklerinin demokrasimizin temeli olan ulusal egemenlik ilkesini zedeleyeceği kanısı ve kaygısı taşıyoruz.
Bayram geçmişti. 23 Nisan’ın coşkusu nedense 1990’da Tercüman’ın sayfalarında pek hissedilemiyordu. Zira gündem yine kalabalıktı. 24 Nisan 1990 tarihindeki yayınında Tercüman manşeti şöyle atıyordu: “PETROLSÜZ BAYRAM!...” Peki ne kastediliyordu? Haberin devamına bakalım: “Mobil, BP ve Shell’de Cuma günü başlayan işi yavaşlatma eylemi, işi durdurmaya dönüşünce bütün yurtta akaryakıt sıkıntısı başladı. Türk Petrol de Marmara ve Trakya bölgesinde sevkiyat yapamıyor. Petrol Ofisi sözleşmeli memur kadrosu ile çalıştığı için faaliyetine devam ediyor. Petrol-İş yüzde 350 zam istiyor. Toplu sözleşme görüşmeleri çıkmazda…” İşçi grevleri yıllardır dinmiyor, sorunlar halledilemiyordu… Bayram sadece siyasi liderlerin Meclis konuşmalarında kamuoyuna duyurulan söylemlerde görünür ve duyulur olmuştu. Söylemler elbette meşruiyet krizinin birer yansımaları gibiydi, Meclis’in açılışı, Meclis’teki çatımalar eşliğinde kutlanmıştı: “Meclis’te Çankaya’ya ve hükûmete demokrasi dersi verildi. Millet iradesi her şeyin üstünde…” • Kaya Erdem: “Halkın sevgi ve güveni olmadan bir memleket yönetilemez. Millî egemenliğin temsil edildiği yegâne kurum Meclis’tir. Kurtuluş Savaşı’nın en güç şartlarında bile, Meclis devre dışı bırakılmamıştır. Meclis çatısı altında çözüm bulunmuştur.” • Süleyman Demirel: “Türkiye’de başkanlık ve yarı başkanlık sistemi yoktur. Millet istediği zaman iradesini ortaya koyar. Yönetime yetkisini verdiklerinin elinden muayyen bir süre bu yetki alınamaz, diye bir kaide yoktur. İrade ortaya konulunca, gereği yapılır.” • Deniz Baykal: “70 yıl önce egemenlik hanedandan alınarak millete devredildi. Bugün egemenliğin milletten alınarak hanedana devredilmesi söz konusu olamaz. Parlamento ve siyasi partileri kapamayı bugün hep birlikte kınamamız gerekir.” Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile ilgili gündem ise şöyle ifade ediliyordu Tercüman’da: “Özal’ın tercihi liberal başbakan”: “Cumhurbaşkanı, kendisi muhafazakâr olduğu için başbakanı liberal kanattan seçmek istiyor. Ankara kulislerinde Kaya Erdem ve Cengiz Tuncer isimleri üzerinde duruluyor. Turgut Özal, Hasan Celal Güzel’in yanı sıra, Mesut Yılmaz ve Ekrem Pakdemirli’nin çıkışlarından da rahatsızlık duyuyor. Yılmaz ve Pakdemirli’nin bakanlıktan istifa etmesinin yanlış olduğunu ANAP kurmaylarına ifade etmekten kaçınmıyor.” Cumhurbaşkanı yeni başbakan tartışmaları arasında konuşulurken 23 Nisan’ın vazgeçilmez temsili de Meclis’te gerçekleşiyordu. Sayfanın sağ köşesinde çocukların bayrama özel Meclis koltuklarında bulunduğu bu temsil geleceğin yetişkin yurttaşlarını konuk ediyordu. Haber şöyle verildi, tatlı bir fotoğrafla: “ÇANKAYA’DA KIZ CUMHURBAŞKANI- Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Millî Eğitim Bakanı Avni Akyol başkanlığındaki bir grup öğrenci ve öğretmeni kabul etti. Bir süre için sembolik olarak makamını devrettiği küçük Sezer Yağcı’ya Özal, ‘Gel sana bilgisayarlarımı göstereyim’ dedi. Özal ‘Cumhurbaşkanı Yağcı’ya bu bilgisayarlar vasıtasıyla dünyada olup bitenlerden anında haberdar olduğunu söyledi.” O günün çocukları bugün artık yetişkinler… Hepsinin hayalleri, umutları belki de hâlâ bugünleri de kapsıyordu. Geçmişte pek bir şey değişemedi. Darbeler, muhtıralar, savaşlar, ölümler, yıkımlar, hastalıklar, afetler… Bunlar hep vardı dünya tarihinde… Ama belki geçmişteki o çocukların yetiştirdikleri bugünün ve geleceğin çocukları, yani yarınlarımız; dünyayı belki daha yaşanılabilir hâle getirecekler, aşılamayan sorunların belki onlar üstesinden gelecekler… Savaşın olmadığı bir dünya kuracaklar belki… Umudumuz olan çocuklarımızın, egemenliğimizin simgesi Meclis’imizin bayramı kutlu olsun….