Faruk Nafiz
Faruk Nafiz Çamlıbel’in 8 Kasım 1973’te vefat etmesinin ardından Ahmet Kabaklı, Tercüman’da 14 Kasım’da yayımlanan yazısında şairi anıyor; şiirlerinin benzersizliğinden, yaşadığı sıkıntılı süreçlerden, Yassıada’daki ıstıraplı günlerinden, yine de nüktedan mizacından vazgeçmediğinden bahsediyordu.
Faruk Nafiz Çamlıbel üstadın, içine doğan bir hevesle bir Anadolu güneyi seyahatine çıktığını dostlardan öğrenmiştim. Selamı da vardı bana; filan kitaba bir “takriz” yazmamı istemişti; dönüşünde kendisi yazacaktı. Çok istiyordu; görüşecektik de…
Bu cazibeli seyahat, bana son görüşmemizdeki sıhhatli, nükleli, neşeli hâlini düşündürmüştü. Her sıkıntıyı atmıştı; kimselere kızmıyor, daha doğrusu umursamıyordu. “Hamdü senâ” şiirinde
“Ne ki mevcûd ise âlemde güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi,
Bize bahşetmiş olan Hazleti Rahmân’a şükür”
dediği olgun hâlet içinde idi. Hırsla, hinle değil, hayata şükürle bakıyor; insanları, olayları biraz ibret, biraz mizah yanından süzüyordu.
Fakat dönmedi, yaz günlerini biraz daha uzatacak güneş ılığı ve Ege, Akdeniz ağaçlarının tepelere yığdığı sarı, kızıl, yeşil, mor çılgınlıklar arasında yüzen o seyahat vapurunda, ruhunu teslim etti. Haberi radyolardan duyuldu.
Bu son memleket seyahati bana; 1922’de, genç edebiyat öğretmeni olarak “Ulukışla yolundan” bir yaylı arabası ile “Orta Anadolu”ya geçerken yaptığı seyahati, bozuk yollar üzerindeki garip ve yoksul hanları ve o “Han Duvarları”nda rastladığı “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış” adlı halk şairinin ıstıraplı bitişini hatırlattı. Böylece kendi son nefesi de gezici bir hanın (vapurun) duvarlarına yazılmış oldu:
“Gönlümü çekse de yârin hayali
Sormaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben”
Faruk Nafiz, ömrü boyunca çok sevilmiş, çok okunmuş, ezberlenmiş, bestelenmiş bir şairdir. “Hece’nin Beş Şairi” denilenlerden en son vefat edebi ve şüphesiz en güçlüsü olan bu şair, aynı sevgi ve ilgileri toplayarak geleceklere de kalacak mıdır? “Han Duvarları” ve daha birkaç şiiri ile o da bir devir ve üsluptur. Gelecek edebiyatımızda bir yeri olacaktır…
Fakat olmasa bile büyük gam mı? Zaten herkes için gelecek denilen şey o kadar önemli mi? Bir şairin, sanatkârın yaşadığı zamanda sevilmesi, şöhretlenmesi, aranması, söylenmesi de başlı başına mutluluk değil mi? Sanatkârı ancak yaşadığı zamandaki şöhret ve itibarın memnut ettiği, gerisinin masal olduğu da bir gerçek; en azından bir görüş değil mi? Hayyam’ın deyişiyle “Vücudumuz bir çömlekçi dükkânında bir testinin kulpu olduktan sonra” gelecek şöhret, edebiyat için ve nesiller için bir kıymet anlatsa bile asıl sanatkâr için aranılan tek şey mi?
Bu yönden Faruk Nafiz’i, bahtiyar olarak ölmüş bir şair sayabilmek kabildir. İnsan olarak, bilhassa 1960 vakası, Yassıada’ya kaldırılışı ile hazin günleri de olmuştur. Ama sevilen, anılan şair olmak saadetini hemen hemen 50 yıl sürdürmüş olması, üstadı öbür sanatkârlarımıza göre iyi bahtlı bir örnek hâline getirmektedir.
Bu uzun süren şöhrette resmî tutuşların, “okul kitaplarının” yaşadığı ilk Cumhuriyet devri liderlerinin gözünde oluşunun payı da elbet vardır. Fakat aynı imkânlar, resmî zihniyetin gözüne girmek için çok daha fazla gayret harcamış olan çağdaşları ve arkadaşları için de vardı. Gerçeği şu ki beşlerden hiçbirisi Faruk Nafiz olamadılar.
Ayrıca resmî edebiyat ve övgülerin ağına zaman zaman tutulmuş olmakla birlikte bir efendiliği, gerçek memleket severliği, Allah’a inancı, tasavvuf ve millî kültür bağlılığı, tarih, dil, din bilgisi vardı. Hececiler içinde Yahya Kemal’e, Akif’e en fazla bağlı olanı… Onların aruzunu ve değerlerin şiirlerine aksettirir idi. Bunlar, Faruk Nafiz’in daima anılmaya değer güzel şiirler vermesine esas oldu.
Çamlıbel, en fazla “aşk şiirleri” ile tanınıyor. Şiirlerin bu ezeli temasına yeni buluşlar, nükteler, hatta ihtiraslar getirdiği şüphesizdir. Fakat “memleket şiirleri” bence en ömürlü olanlardır. Tasavvuftan, felsefeden ve Yassıada ıstırabından ilhamlı şiirleri ise manaca, muhtevaca en dolgunlarıdır.
“Ben ne sultanlara şair ne şairlere şah:
Tanrılar tanrısının şairi olmak isterim.”
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.