Demek anayasa da değişirmiş
Mukbil Özyörük, 19 Eylül 1980’de Tercüman’daki köşe yazısında 12 Eylül Askerî Darbe ile birlikte feshedilen Anayasa’ya ve oluşturulmak istenen yeni Anayasa’ya dair tartışmaları, tutarsızlıkları dile getirmiş; yasamada yer alan kimselerin ilmî ve mesleki tutumlarını eleştirmişti.
On dokuz yılı aşkın bir uygulama esnasında ve sonucunda 1961 Anayasası hakkında, yürürlükteki en yüksek hukuk kuralları manzumesi olarak hiç şüphesiz ona saygı ve riayet çerçevesi içinde kalmakla beraber, samimi düşünce ve kanaatlerle onun eksik ve aksak taraflarını, vatandaşlık hakkına dayanarak belirtmeye çalışanlar oldu. Buna ilaveten bir de “ilmî ve mesleki” mes’uliyet duygusu ve göreviyle anayasayı şu veya bu yönünden ve bilhassa teknik bakımdan eleştirenler bulundu.
Bütün bu samimi, mesleki, ilmî tenkitler; hiçbir “ciddi cevap ve savunma” ile karşılaşmadılar. Mesela bizim burada dört yıldır mütemadi surette yazdıklarımıza “Yalandır… yanlıştır… ilmî değildir… cahilanedir…” diyen bir kimse çıkmadı. Fakat kim kalkıp da kemali hürmetle ve riayetle anayasanın herhangi bir boşluk veya aksaklığına işaret ettiyse ciddi ve ilmî cevap yerine, en olmadık sövüp saymalarla, en yersiz ve şirretçe saldırılarla yahut “Anayasanın kılına dokundurtmayız… Biz adamı şöyle yaparız, böyle yaparız” gibi kuru sıkı tehditlerle karşılandı.
Biz, bunlara güldük, geçtik… Yolumuza devam ettik. Nihayet işte gün geldi, 12 Eylül Harekâtı’nın Başkumandanı, Devlet ve Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Sayın Orgeneral Kenan Evren, gene 12 Eylül günü bir demeç verdi. Ağızlardan düşmeyen “hukuk devleti” kavramının, bir kısım anayasal kuruluşlarca “devletin parçalanması pahasına” yorumlanmasını, devletin ve milletin “sahipsiz bırakılmış olmasını” kınadı… Aynı demeçte Anayasa’daki “kuvvetler ayrımı” ilkesinin, uygulamada “kuvvetler çatışmasına” dönüştürüldüğünü belirtti. “Salt hukuk savunucularının” yıkılacak devletin enkazı altında kalarak yok olup gideceklerinin idraki içinde dahi bulunmadıklarını söyledi… Hür, demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi “dejenere” edilmesine ve tıkanmasına mâni olucu ve “Türk toplumuna yakışır bir Anayasa yapılacağını” müjdeledi… Fakat bu arada Sayın Evren, 27 Aralık 1979 günü, zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Korutürk’e tevdi edilen uyarı mektubuna da “aradan geçen sekiz aylık süre içinde… yeterli bir cevap alınmadığına” acıyla temas etti.
Acaba gerçekten bu uyarı mektubuna Yasama ve Yürütme organlarından veya “…diğer Anayasal kuruluşlardan…” hiç cevap alınmamış mıydı? Bil’akis, bendeniz, bir yerden böyle bir cevap verildiğini hatırlıyor gibiyim…
Evet, evet… Anayasa Mahkememizin Sayın Başkanı Şevket Müftügil, Anayasa Mahkemesi’ne yeni seçilen bir üyenin and içme töreni vesilesiyle 28 Nisan 1980 günü yaptığı konuşmada “… özgürlükçü demokrasi ilkelerinin Anayasa’da çok mükemmel bir şekilde belirtilmiş…” olduğunu söylemiş ve:
“… Anayasamız, yurttaşın temel hak ve özgürlüklerini dengeli bir biçimde düzenleyen, her yönüyle (evet, her yönüyle) hukuk abidesi niteliğinde büyük bir eserdir…” buyurmuştu (29/04/1980 tarihli basın).
Demek ki en yüksek mahkememizin riyasetinde bulunan Sayın Müftügil’in Anayasamızın “her yönü” (!) hakkındaki ilmî ve mesleki içtihadı bu idi.
Hisler, sempatiler, temayüller, fikirler değişir. Hatta ilmî ve mesleki kanaatler de değişir. Bu “değişme” insanın ruh ve fikir itibarıyle “sürekli tekâmül içinde” olmasının, yani “beşerî tekâmül kanununun” icabıdır. Tekâmül ise hiç şüphe yok, şâyanı tebcil ve şâyanı şükrandır.
Fakat “ilim alanında” uzun araştırmalar ve derin tefekkür sonucu oluşmuş “ilmî kanaatın” ola ola ancak 4 ay 18 gün (yani 18 hafta) gibi kısa bir zaman zarfında tamamen tersine dönmesi şüphesiz, beşer fıtratında meknuz olan “tekâmül” hadisesinin “süpersonik” bir tezahürü sayılmak icap eder. Zira 16/09/1980 tarihli basında okuduğumuza göre, Anayasa Mahkememizin Başkanı Sayın Devlet Başkanı’na çektiği telgrafta, “her yönüyle bir hukuk abidesi olan aynı Anayasa”nın, yalnız değişmesi gerektiğini kabul ile kalmamakta fakat buna ilaveten, bu değişikliğin “… gerçekleştirilmesi için yapılacak hukuki çalışmalara katkıda bulunmanın onur verici bir devlet hizmeti olarak benimseneceği inancını…” da dile getirmektedir.
Bir yargıç olarak ilmî ve mesleki hükümlerinizdeki süpersonik içtihat tekâmülünü kutlar, saygılar sunarım Sayın Müftügil.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.